28 Kasım 2013 Perşembe

Gölgenin Tüm Günü...

                                                                     
 Ankara'nın sonbaharına sevdama...


Bugün seni izledim. Bütün gün… Fark etmeni beklemiyordum, fark etmeyeceğini biliyordum. Sabahın geç saatlerinde, neredeyse öğle olmak üzereyken balkonu yıkadığında oradaydım. Suyla oynayışını, alnına dökülen saçlarını ikide bir elinle geriye itişini, arada bir doğrulup gökyüzüne bakışını izlerken; sokağa çıkmayabileceğin ihtimali bir an canımı sıksa da keyifli bir seyirdi. Kahvaltını henüz yapmamıştın ve muhtemelen çay henüz demlenmemişti. Kahvaltını balkonda yapabilirdin, benim için beklenmedik bir şans olurdu, hava da müsaitti. Yine de bunun gerçekleşme olasılığının düşük olduğunun bilincindeydim, bu yüzden beklemiyordum. Yine de kahvaltı sonrası, keyif çayını içmek ve gazeteni okumak için balkonda göründüğünde,  o kadar da talihsiz olmadığıma inanmaya hazırdım. Acelem yoktu, çayını yudumlayışını, gazeteyi dikkatlice okuyuşunu izlerken sabırsızlanmadım. Sokağa çıkacağın zamanın gelmesine daha vakit vardı, seninle; sen önde ben hemen arkanda sokaklara karışmamıza daha zaman vardı. Ve ben bekleyebilirdim...


Birkaç saatlik bekleyişin ardından sokak kapısında göründüğünde, ben de yavaşça yerimden doğrulup, ardındaki yerimi almaya hazırlandım. Bu gezintinin rotası hakkında hiçbir fikrim yoktu ve o rota umurumda da değildi. Bu güneşli öğleden sonrayı sana ayırmıştım ve sen nereye gitmek istiyorsan oraya gidecektik. Kalabalık sokaklar, gerçekten kalabalıktılar, tenha sokaklar ve gireceğin tüm sokaklarda arkanda olacak ve seni izleyecektim. Bütün gün...

Meşrutiyet caddesinden aşağı doğru ilerlemeye başladığında yürüyüş rotamızı tahmin etmeye çalıştım, Konur sokaktaki kitabevleri olabilirdi hedefin ama bir an düşününce bunun düşük bir olasılık olduğuna karar verdim. Çünkü bugün perşembe değildi. Yine de Konur sokağın kalabalığına döndüğünde “acaba?” diye sordum kendime. Eğer bir kitabevine girmeyeceksen bu sokağa dönmüş olmana bir parça içerleyecektim. Kentin en kalabalık sokağı, üstelik hafta sonu ve seni o kalabalıkta gözden kaybetmek de bir olasılık. Neyse ki kırmızı bir etek giymiştin ve benim seni o kalabalıkta bile gözden kaçırmamam mümkün olabiliyordu. Konur sokağı boylu boyunca geçerken, göz ucuyla kitabevlerinin vitrinlerine baktıysan da, içlerine girmeye niyetin yoktu, bu hızlı adımlarından da anlaşılabiliyordu. Konur sokağı çıkıp Yüksel caddesinden aşağı doğru inmeye başladığında başka bir insan seliyle karşılaştın, kalabalıkları sevmediğini biliyordum ve bu yarı asılmış yüzünden de belli oluyordu. Metro istasyonunun merdivenlerine yöneldiğini gördüğümde, metroya bineceğini düşünüp sevindim. Boş bir yer bulup oturabilirdin ve ben de şanslıysam eğer tam karşında bir yer bulur ve seni izleyebilirdim. Bu olasılığın yarattığı heyecanla soluk soluğa iniyordum merdivenleri. Ancak çıkışa yöneldiğini gördüğümde yine de hayal kırıklığı yaşamadım. Büyük bir mağazaya girdin. Mağazanın kalabalığında güçlükle yol alıyordun. Üst kata çıkmak için merdivenlerde kendine yol açarken, ben üç basamak gerindeydim. Alışveriş yapmanı, kimi eşyalara dokunuşunu, bazı şeyleri eline alıp sonra bırakışını izledim. Bu kalabalığın içinde ne kadar kalacağını düşünüyordum bir yandan da. Neyse ki çok kalmadın, kalmadık.

İkinci durağımız Sakarya Caddesiydi. Balık tezgâhlarına bakıyordun dikkatle. Balık alacaksın. Büyük bir balıkçının önünde durdun. Bir süre çipura mı yoksa çinakop mu alacağını düşündün. Satıcıya hangisinin daha taze olduğunu sordun. Sonunda onun da telkinleriyle çinakopta karar kıldın. Balığın temizlenmesini beklerken yüzünde halinden memnun bir ifade vardı. İşte o an; birkaç akşam önce söylediğin ama benden başka kimsenin dikkat etmediği o cümle geldi aklıma. ”Bu mevsim bana iyi geldi ” Belli ki, mevsim sana gerçekten iyi gelmişti. Yüzünde bunun izleri görülebiliyordu. Balıklar,  insanlara ve dünyaya bakan yüzünden memnuniyetin sezilebiliyordu. Balıkların temizlenmesi uzun sürdü, sıkılacağını düşünüyordum. Oysa yüzüne baktığımda herhangi bir sıkılma belirtisi göremedim, sen günün keyfini çıkarmaya kararlı görünüyordun. Aklımda, benden başka kimsenin dikkatini çekmemiş o cümlen,”Bu mevsim bana iyi geldi. ”sana bakıyordum. Sakarya caddesinden yukarı doğru, evinin sokağına doğru çıkarken çiçekçilerin önünde duraklayıp bir demet papatya alıp almayacağını merak ediyordum. Almadın...

Selanik caddesini geçmen gerekecekti ve balık aldığına göre eve gidiyordun. Bu öngörünün beni ne kadar düş kırıklığına uğrattığını tahmin etmelisin. Daha uzun bir süre sokaklarda olacağımızı sanıyordum. Selanik caddesinden Meşrutiyet caddesine çıktığımızda, keyfim kaçmış bir şekilde arkandan yürümeye devam ediyordum. Birden cadde üzerindeki bir pastaneye girdiğini gördüğümde, şaşırdım. Bahçedeki masalardan birine oturdun. Garsondan soğuk gazoz istediğini duyabiliyordum. Şaşkınlığımı anlayabilirsin, iki adım ötesi evindi ve sen, eve gitmek yerine o pastanenin bahçesinde oturuyordun. Oturup sokağa bakıyordun gazozunu içerken. Karşıdaki otelin önünde durmuş, ısrarla otelin kapısına bakmakta olan o adam aynı anda dikkatimizi çekti ikimizin de. Üstü başı dağınık, başı hafifçe yana eğik duran ve neredeyse acı dolu gözlerini bir otelin kapısına dikmiş bir adam ister istemez belli fikirler getiriyordu zihnimize. Senin aklından da aynı sorunun geçmekte olduğuna emindim ve tahmin yürütmekte olan zihninin hızla çalışmakta olduğunu fark ediyordum. Çantandan sigara çıkarıp yaktığında, içmemen gerektiğini söylememek için kendimle mücadele ettim. Sense sigaranın dumanları arasından o adama bakıyordun hala. Bu arada cep telefonun çalmaya başladı, bakışlarını, bir diğer izleyici konumunda olan o adamdan ayırmadan, telefonla konuşmaya başladın. Arayan kimdi? Telefonu telaşla kapattın,  garsonu çağırıp para öderken, otel kapısına hala bakmakta olan adamı unutmuş gibiydin. Unutmazsın oysa. Unutmaz ve eylediğin her şeye eklersin adamın görüntüsünü. Giderek o olursun ve adam için biçtiğin hikâyeyi anlatacağın zamanın gelmesini beklersin. Acelen olmasa o masada saatlerce oturup, adamın o otel kapısına bakmasını izlerken zihninde beliren hikâyeyi büyütmeye çalışırsın.  Acelen vardı oysa ve yüzünde de bir telaş. Bütün gün yüzünde hiç belirmemiş olan o telaş, oraya gelip oturmuştu. Hızla oturduğun sokağa yöneldin, hevesi kursağında kalmış bacaklarım da seni izledi. Neden düş kırıklığı yaşıyordum ki, az sonra akşam olacaktı ve balıkla dolu o beyaz renkli naylon torba, akşama konuklarının olduğunu, zaten erkenden gidip, hazırlık yapmak isteyeceğini söylüyordu. Bu durumda hayıflanacağım tek şey, mutfak penceresinin sokağa bakmıyor oluşu olabilirdi.


Evinin bulunduğu sokağa yöneldiğinde, gün benim için sona ermişti, yine de hala arkandaydım ve elinin tersiyle alnına düşen saçlarını geriye doğru itişini görebiliyordum. Bugün de böylece sona erdi, diye düşündüm. Peşinden ayrılmadan seni izlemiştim ve bundan hiç gocunmuyordum. Seni bütün gün izlemiştim. Oturduğun apartmanın önüne ulaştığında, bir an duraksadığını görüp arkanı döneceğini ve bana nihayet bir şey diyeceğini düşündüm. Ama sen benimle hiç konuşmazsın ki… Sen devinirsin, yalnızca devinirsin, ben de oturup seni izlerim. Bütün gün seni izlerim. Tüm bir gün...

Mey


                                                Vladimir Zotov