İçi,
açılmamış mektuplarla dolu çantanın elime nasıl geçtiğinden daha önemli olan,
açtığım her zarfta gözlerimin önüne serilen dünyanın büyüsüydü. . Farklı isim
ve adreslere gönderilmiş veya gönderilmemiş – hala emin değilim hangisi
olduğundan – onlarca mektup. Onlarca
hayat. Mektupları okuduğum için kendimle gurur duymuyorsam da pişman da
değilim. Açtığım ilk zarftan bu yana hiç pişman değilim. Kim vazgeçebilirdi ki
o kime ve kimin tarafından yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü
hazzı…
“ Günlerdir yağıyor. Kentin kişilik bölünmesi
yaşadığı, kendini yağmurdan gözün açılmadığı kentlerden biri sandığı esprileri
yapılıyor sık sık. Gülüyoruz. Yağmurdan yana şikâyetçi değilim. Akşamları evin
ıssızlığında birileri pencere camlarına kovalarla su boşaltıyormuş hissi veren
şiddetine karşın şikâyetçi değilim. Şemsiye taşımaya üşendiğimi düşünenler
kapalı mekânlara ıslak bir köpek tedirginliğiyle dalışımla dalga geçseler de
aklımdan geçmiyor şikâyet etmek. Yağmurun bana seni anımsattığını söylemek
klişe olurdu. Yine de, sanırım, içten içe ıslaklığıyla içime işleyişinde senin
ruhuma sızışını andıran bir şeyler var. Yağmur burada, sen yoksun. Yetiniyorum…”
Mektubu
zarfa yavaşça yerleştirip, pencere camından süzülen ıslaklığa baktım. Uzun uzun…
Mey
İlil İram