26 Kasım 2013 Salı

" Balıkçısını Bulan Olta " Üzerine Bir Deneme*...


O çocuk bendim. Bu kılığı kılık, yüzü yüz gibi adamı elinde olta; boynu tedirgin bir utançla pardesüsüne gömük adamı gördüğüm an, elindeki oltaya bakıyor; kimlere veriyorsun, diye sitem ediyordum. Sitem ya, kime ya da neye diye sormayın. O zamanlar bir cevabım olabilirdi sorunuza ya da kirli beyaz yüzümün, açık mavi süt rengine bakıp siz tahmin edebilirdiniz. Dişlerim karanlıktı evet; zayıf ve ince bir boynum, yırtık kasketim, uzun kirli, güzel parmaklarım vardı çünkü.

Ona bakıyor ve bir balık dahi çekemeyişiyle eğleniyordum içten içe. Ah, o olta benim elimde olacaktı ki. Önce kızgınlık vardı ona bakarken içimde. Olta alabilecek parası olduğu için; beceremeyeceği işe soyunacak kadar kendini beğenmiş bu, diyordum içimden. Ah, o olta bende olacaktı ki... Çocuktum ama parası olanın muktedirliğine dair güveni tanıyacak kadar büyüktüm bir yandan da. Muktedirlik isyandı, kızgınlıktı sözlüğümde; evet biraz da gıptaydı. Oltaya baktıkça içimin yağları eriyor, bir kerecik dokunabilsem ne balık tutardım ben be, diye hayıflanıyordum.

Adamın utancı - evet, herkes balık çekerken onun hala elinin boş oluşundan utanıyordu besbelli - cesaret verdi, yanına sokuldum.

- bunların tuttukları lüfer mi, ağabey dedim
- lüfer, dedi. Sesi, konuşması bir başkaydı. Tanımadığım bir ses, tanımadığım bir konuşma. Yüzüne baktım. Bildiğimiz adam yüzü. Yine de bir başkalık var yüzünde, gözünde. Meraklandım.

- nerelisin, diye sordu o ara adam .
- sormageç! dedim sesime güvenli bir ton karıştırmaya gayret etmiştim.
- şu oltayı biraz tutsana..dediğinde öyle şaşırdım ki, sevinmeyi dahi akıl edemedim. Gitti bir simit alıp geldi. Çok çabuktu, oltayı uzattım,

- kalsın kalsın, dedi, ben biraz dinleneyim.

Canıma minnetti. Oltayı tarttım salladım. Hemen vurdu gözünü sevdiğim. Sevincimi kursağıma tıkıp, belli etmemeye çalıştım. Tekrar salladım. Bir tane daha. Hay maşallah. Bana bakıyordu, böbürlenmek hakkımdı:

- oltamız yok, yoksa... Deyip sustum. Gerisini anlardı, anlamıştı. Tekrar salladım oltayı, dönüp baktım adam yok yine. İyice bakındım, gitmiş.

-lan, yoksa?

Allahın şanslı kulu muyum yoksa şansı kesinleştirsem daha mı i iyi, diye düşünüp tuttuğum balıkları da alıp doğruca ada'larla eyüp iskelesi arasındaki köprüye yöneldim. İçimde bir sevinç. Olta sahibi olmanın gururu bir yandan, " bunu çaldım mı ben şimdi "nin sorgulaması öte yandan. Pat diye önüme çıktı. Sevinç uçtu gitti, kan yüzümden çekiliverdi.

- bu tarafta balık daha çok da...diye geveledim. İnandı mı, inansa ya. Köprünün parmaklığından ayaklarımı sarkıtarak oturdum. Beceriksizce bu tarafa niçin geçtiğimi anlatmaya çalıştım. Ben kekelerken ondan tepki gelmemesi cesaretimi kırıyordu. Neden sonra yalnız olduğumu, adamın çoktan gittiğini fark ettim. Oltaya uzun uzun bakıp, şevkle suya daldırdım. Adam gitti, dedim birkaç kez kendimi ikna etmek için. Öyle çok balık tuttum ki o akşam...

Ben tuttuğum balıkları yanıma sıralarken, pardesülü adam, hikayesini yazmak üzere rıhtım kahvelerinin, önünde nasır ilacı bulunanına dalmış, çayını ısmarlamış, kalem kağıdı çıkarmıştı.

Benim bir oltam, onunsa bir hikayesi olmuştu.

Güzel adamdı.

Mey

* Bu öykü, Sait Faik'in " Balıkçısını Bulan Olta " adlı öyküsü üzerine kurgulanmıştır...


                                                Wolfgang Weinhardt