17 Nisan 2023 Pazartesi

İKİNCİ CÜMLE

Hangisiyle başlayacağıma, üçünün de ilk cümlesini okuduktan sonra karar verecektim. Yaşadığım kararsızlığa çözümüm buydu. Dakikalardır üçünü evirip çeviriyordum. İsimleri cezbediciydi, birinin de yazarı bildikti. On saat süren yolculuğun ardından aylardır kapalı olan evi açmanın yorucu çabasıyla o ana kadar hiç oturmamıştım. Evi ilk açışımdı. Yıllardır ya annem ya da kız kardeşimin işi olmuştu bu; temizlik, düzen, yerleşme çoktan bitmiş olurdu geldiğimde. İlk kez bu mevsimde buradayım. Nisan ortası. Bitkiler yeşermiş, yeşermekle de kalmamış çiçeklenmiş, çiçeklenmekle de kalmamış kokarmış. Her yerden baş döndürücü kokular geliyor. Limon çiçekleri ayrı kokuyor, ıhlamurlar ayrı. Melisa ve yaseminler desen sarsıcı bir koku yayıyorlar. Buna sevinmeye çok vaktim olmadı başlangıçta çünkü evin içine girmek gerekiyordu. Veranda mobilyaları salonun içinde üst üste. Onca yolun ardından elzem olanları dışarı çıkarıp, yine elzem olan yerleri temizlemek vakit aldı. Çay demlendi. Kokudan söz ettik durup durup. Kitapları çıkardım sonra. Üçünü de. Yorgunluğum gözlerimde sızıldanıyor. Yine de üç beş sayfa da olsa okuyacağım. Kararsızlığım bedenimin bahanesi bence. “İlk cümle” böyle aklıma geliyor. Hangi ilk cümle koku alma duyumumun sarhoşluğunu ezip geçerse onunla başlayacağım. Birini elime alıyorum. İlk cümlesi bir Paul Eluard dizesi. Başlangıç alıntısı yapmış. Bu sayılmaz. Diğeri, doğrudan bir mektup girişi. Geç kalma durumu üzerine. Tam zamanında tam olmam gereken yerdeyim ben. Üçüncü, yazarı tanıdık olan, tanımanın verdiği sıcaklıkla avantajlı gibi. İlk cümle de ilk cümle ama. İkinciye geçmesen olmaz türünden. Denizin kokusunu alamadığımı fark ediyorum o anda. Yakınına gitmek gerek. Gün ışısın deniz, diyorum kendime. Şimdi gece ve ikinci cümle zamanı. 

Zor geçen ayların ardından buradayım. Benden çok daha zor şeyler yaşayanlar oldu bu süreçte. Onları düşününce kendi yaşadıklarıma zor demek, utandırıyor. Evini, şehrini kaybeden Gönül mesela. Hala ışıl ışıl gözleri. Üniversite yıllarında çok yakındık. Sonra okul bitti, uzaktık. Yıllar sonra, yazdığım ders kitaplarından biri eline geçince yayınevi aracılığıyla bulmuştu beni. Telefonlar, buluşmalar, gidip gelmeler başladı. Gönül, çok güzel “canım” der. Yaşadığı onca acı ve yıkıma rağmen hala “canım” derken çok güzel. İlk ona sormuştum Yasin’i birkaç yıl önce. Sonra bölümden arkadaşlar bir buluşmada usulca yanaşıp her birine sordum: “Yasin’i hatırlıyor musun?” Gönül de diğerleri de Yasin’i hayal meyal hatırlıyor ama hiçbiri onu tanımıyor. Vardı öyle biri, değil mi diyorlar. Bir ara hep senin etrafındaydı. Ses etmiyorum. Vardı tabi.

Geçende Gönül ve Mehtap’la otururken, Mehtap’a sordum bu kez. Bir yıl önce de sormuştun, dedi. Ne yapacaksın bu Yasin’i. Ona bir şey demem lazım. Yasin’e o çok önemli şeyi söyleyemezsem, sonradan çok önemli olduğunu anladığım o şeyin ciğerime batışına dayanamayabilirim. Aradın mı peki onu, diye soruyor Mehtap. Çok mantıklı bir soru elbette. Hiç aramadım sadece onu tanımamış insanlara soruyorum: Yasin’i gördün mü? Neler yapıyor biliyor musun?

İlk cümleyi okuduktan sonra ikincisi için kendimi tutuyor oluşumun Yasin’le bir ilgisi olduğuna eminim. İlk harfi görmemle soluğumu tutmam bir oldu. Gönül bilmeden biliyor gibiydi. Mehtap’ın bana bakışındaki merakı görür görmez, “Yasin’e bir şey yaptı bu” dedi beni göstererek. Reddetmediğim gibi kabul de etmedim.

Eluard alıntısı, girizgâh için fena olmayabilir. Limon çiçeği kokusu kadar keskin. Geçmişte alınmış bir yaranın içine parmağını daldırır gibi cüretkâr. Yasin’i aramayıp sormayı sürdürmeme benziyor. Belleğimde bir delik açtım ve parmağım hep orada.

Sakladığım bir görüntü var: Atatürk Bulvarı’nda yürüyoruz. Gülüştüğümüzü ben kuruyorum muhtemelen. Bu öyküyü okusaydı caz dinelemeye gidişlerimizi, caza düşkünlüğümüzü de Yasin anımsardı. Bu şarkı çalıyorken kıkırdayamazsın, demiş miydim ona diye düşünür ama emin olamazdı.

Gönül’e anlatsam beni paylar. Okul günlerinde de sık sık yapardı. “Canım” derken, deyişinin güzelliğinden habersiz “kendine gel, canım” derdi. Kendimden epeyce uzak olduğumdan o günlerde Yasin’den söz etmemiştim ona, paylanmayı çok fazla hak ettiğimi de biliyordum. Derken bizi görmüştü ders çıkışı. Ne oluyor der gibi bakmıştı, oralı olmamıştım. Yasin çok güzeldi, ben ise düşüncesiz bir deliydim. İkinci cümleyi okumaya direnmekten daha acımasız olan onu yazmış olmak, diye düşünerek kendimi kurtarabilirdim belki. Gözüm hala ilk cümlede. İkincisinin ilk sözcüğü ödümü koparıyor. Melisa koku salıyor o esnada bir imdat gibi. Saate bakıyorum, gece ilerlemiş. Gönül’ü arasam diye kuruyorum. Gönül, desem ikinci cümleyi okuyamam. Gönül’ün uykulu sesi “ ne oluyor canım bu saatte” diye kınasa beni. Aldırmasam. İkinci cümle, desem. Gönül, “ canım geç oldu, git yat” derdi. Uysallaşsam. Sözünü dinlesem. Yatağa giderken beni sarsan yasemin kokusuna söylerdim: İkinci cümle adımla başlıyor.

 

Melek Ekim Yıldız