tag:blogger.com,1999:blog-20732543342166742872024-03-05T02:21:03.517-08:00Kısaltılmış HikayelerBir hikayeyi kısaltmak, uzatmaktan zorsa...Unknownnoreply@blogger.comBlogger1300125tag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-71072694769400818942023-04-17T00:23:00.002-07:002023-04-17T11:14:29.329-07:00İKİNCİ CÜMLE<p>Hangisiyle başlayacağıma, üçünün de ilk cümlesini okuduktan
sonra karar verecektim. Yaşadığım kararsızlığa çözümüm buydu. Dakikalardır
üçünü evirip çeviriyordum. İsimleri cezbediciydi, birinin de yazarı
bildikti. On saat süren yolculuğun ardından aylardır kapalı olan evi açmanın
yorucu çabasıyla o ana kadar hiç oturmamıştım. Evi ilk açışımdı. Yıllardır ya
annem ya da kız kardeşimin işi olmuştu bu; temizlik, düzen, yerleşme çoktan bitmiş
olurdu geldiğimde. İlk kez bu mevsimde buradayım. Nisan ortası. Bitkiler yeşermiş,
yeşermekle de kalmamış çiçeklenmiş, çiçeklenmekle de kalmamış kokarmış. Her
yerden baş döndürücü kokular geliyor. Limon çiçekleri ayrı kokuyor, ıhlamurlar
ayrı. Melisa ve yaseminler desen sarsıcı bir koku yayıyorlar. Buna sevinmeye
çok vaktim olmadı başlangıçta çünkü evin içine girmek gerekiyordu. Veranda
mobilyaları salonun içinde üst üste. Onca yolun ardından elzem olanları dışarı
çıkarıp, yine elzem olan yerleri temizlemek vakit aldı. Çay demlendi. Kokudan
söz ettik durup durup. Kitapları çıkardım sonra. Üçünü de. Yorgunluğum
gözlerimde sızıldanıyor. Yine de üç beş sayfa da olsa okuyacağım. Kararsızlığım
bedenimin bahanesi bence. “İlk cümle” böyle aklıma geliyor. Hangi ilk cümle
koku alma duyumumun sarhoşluğunu ezip geçerse onunla başlayacağım. Birini elime
alıyorum. İlk cümlesi bir Paul Eluard dizesi. Başlangıç alıntısı yapmış. Bu
sayılmaz. Diğeri, doğrudan bir mektup girişi. Geç kalma durumu üzerine. Tam
zamanında tam olmam gereken yerdeyim ben. Üçüncü, yazarı tanıdık olan,
tanımanın verdiği sıcaklıkla avantajlı gibi. İlk cümle de ilk cümle ama.
İkinciye geçmesen olmaz türünden. Denizin kokusunu alamadığımı fark ediyorum o
anda. Yakınına gitmek gerek. Gün ışısın deniz, diyorum kendime. Şimdi gece ve
ikinci cümle zamanı. </p>
<p class="MsoNormal">Zor geçen ayların ardından buradayım. Benden çok daha zor
şeyler yaşayanlar oldu bu süreçte. Onları düşününce kendi yaşadıklarıma zor
demek, utandırıyor. Evini, şehrini kaybeden Gönül mesela. Hala ışıl ışıl
gözleri. Üniversite yıllarında çok yakındık. Sonra okul bitti, uzaktık. Yıllar
sonra, yazdığım ders kitaplarından biri eline geçince yayınevi aracılığıyla
bulmuştu beni. Telefonlar, buluşmalar, gidip gelmeler başladı. Gönül, çok güzel
“canım” der. Yaşadığı onca acı ve yıkıma rağmen hala “canım” derken çok güzel.
İlk ona sormuştum Yasin’i birkaç yıl önce. Sonra bölümden arkadaşlar bir
buluşmada usulca yanaşıp her birine sordum: “Yasin’i hatırlıyor musun?” Gönül
de diğerleri de Yasin’i hayal meyal hatırlıyor ama hiçbiri onu tanımıyor. Vardı
öyle biri, değil mi diyorlar. Bir ara hep senin etrafındaydı. Ses etmiyorum.
Vardı tabi.</p>
<p class="MsoNormal">Geçende Gönül ve Mehtap’la otururken, Mehtap’a sordum bu
kez. Bir yıl önce de sormuştun, dedi. Ne yapacaksın bu Yasin’i. Ona bir şey
demem lazım. Yasin’e o çok önemli şeyi söyleyemezsem, sonradan çok önemli
olduğunu anladığım o şeyin ciğerime batışına dayanamayabilirim. Aradın mı peki
onu, diye soruyor Mehtap. Çok mantıklı bir soru elbette. Hiç aramadım sadece
onu tanımamış insanlara soruyorum: Yasin’i gördün mü? Neler yapıyor biliyor
musun?</p>
<p class="MsoNormal">İlk cümleyi okuduktan sonra ikincisi için kendimi tutuyor
oluşumun Yasin’le bir ilgisi olduğuna eminim. İlk harfi görmemle soluğumu
tutmam bir oldu. Gönül bilmeden biliyor gibiydi. Mehtap’ın bana bakışındaki
merakı görür görmez, “Yasin’e bir şey yaptı bu” dedi beni göstererek.
Reddetmediğim gibi kabul de etmedim.</p>
<p class="MsoNormal">Eluard alıntısı, girizgâh için fena olmayabilir. Limon çiçeği
kokusu kadar keskin. Geçmişte alınmış bir yaranın içine parmağını daldırır gibi
cüretkâr. Yasin’i aramayıp sormayı sürdürmeme benziyor. Belleğimde bir delik
açtım ve parmağım hep orada.</p>
<p class="MsoNormal">Sakladığım bir görüntü var: Atatürk Bulvarı’nda yürüyoruz.
Gülüştüğümüzü ben kuruyorum muhtemelen. Bu öyküyü okusaydı caz dinelemeye
gidişlerimizi, caza düşkünlüğümüzü de Yasin anımsardı. Bu şarkı çalıyorken
kıkırdayamazsın, demiş miydim ona diye düşünür ama emin olamazdı.</p>
<p class="MsoNormal">Gönül’e anlatsam beni paylar. Okul günlerinde de sık sık
yapardı. “Canım” derken, deyişinin güzelliğinden habersiz “kendine gel, canım”
derdi. Kendimden epeyce uzak olduğumdan o günlerde Yasin’den söz etmemiştim
ona, paylanmayı çok fazla hak ettiğimi de biliyordum. Derken bizi görmüştü ders
çıkışı. Ne oluyor der gibi bakmıştı, oralı olmamıştım. Yasin çok güzeldi, ben
ise düşüncesiz bir deliydim. İkinci cümleyi okumaya direnmekten daha acımasız
olan onu yazmış olmak, diye düşünerek kendimi kurtarabilirdim belki. Gözüm hala
ilk cümlede. İkincisinin ilk sözcüğü ödümü koparıyor. Melisa koku salıyor o
esnada bir imdat gibi. Saate bakıyorum, gece ilerlemiş. Gönül’ü arasam diye
kuruyorum. Gönül, desem ikinci cümleyi okuyamam. Gönül’ün uykulu sesi “ ne
oluyor canım bu saatte” diye kınasa beni. Aldırmasam. İkinci cümle, desem.
Gönül, “ canım geç oldu, git yat” derdi. Uysallaşsam. Sözünü dinlesem. Yatağa
giderken beni sarsan yasemin kokusuna söylerdim: İkinci cümle adımla başlıyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Melek Ekim Yıldız<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal"><o:p><br /></o:p></p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyhDpgpmgtFLPV_xifeXTnbclRgXYVC1A8mUiOP_1LqfJuxx7Uc6Fztr6B-Mt70zGzVPoiXhp-UCFMtHYk0Wv337ATa103W3i85Cind9M7ueuLswaeeTw7yAUpESNcTBo_LIIFrEmW2u8tcWTYuu1GiUkhF1lzk97eihJIoLa2yfVIBHoDwUQ_tSD97w/s960/14089276_852655811535913_5022754358948656329_n.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="960" data-original-width="960" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjyhDpgpmgtFLPV_xifeXTnbclRgXYVC1A8mUiOP_1LqfJuxx7Uc6Fztr6B-Mt70zGzVPoiXhp-UCFMtHYk0Wv337ATa103W3i85Cind9M7ueuLswaeeTw7yAUpESNcTBo_LIIFrEmW2u8tcWTYuu1GiUkhF1lzk97eihJIoLa2yfVIBHoDwUQ_tSD97w/s320/14089276_852655811535913_5022754358948656329_n.jpg" width="320" /></a></div><br /><o:p><br /></o:p><p></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-48902173053083850562022-12-16T12:10:00.002-08:002022-12-16T12:10:21.132-08:00Yön Bilgisi<p>tek bir cümle.</p><p>acıttı,</p><p>tohumladı, </p><p>filizlendi.</p><p>doğu'sundaydım.</p><p>birkaç uzun saat</p><p>ılıttı.</p><p>Mey</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_apYN1WC7OuE4JlQcZzfQ2AGcyFlTE2bFXkjYYxr4oHOOitIYr_y2s8Xt8sJ1DLSlAb1NerY-6v7_Tg7c-DVIJ7Gpg5vXzcJGodRGRHZf3vKMmBRAM-ajTij9PssehQ1TQTy69fFm0saYNhs0SHfNwpRZHpzMSEb2XH917Cn7316O_XH6sDAnqb7vbQ/s401/IMG_20150524_082110.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="401" data-original-width="400" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg_apYN1WC7OuE4JlQcZzfQ2AGcyFlTE2bFXkjYYxr4oHOOitIYr_y2s8Xt8sJ1DLSlAb1NerY-6v7_Tg7c-DVIJ7Gpg5vXzcJGodRGRHZf3vKMmBRAM-ajTij9PssehQ1TQTy69fFm0saYNhs0SHfNwpRZHpzMSEb2XH917Cn7316O_XH6sDAnqb7vbQ/s320/IMG_20150524_082110.jpg" width="319" /></a></div><br /><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-89597135041155598412022-11-21T12:15:00.002-08:002022-11-21T12:15:39.826-08:00ŞEY GİBİ<p>Uyumuş uyanmışsın da her şey bitmiş,</p><p>fenası; o şeyler, yani bitenler bitişe yanaşırken</p><p>bir şey başlamamış gibi.</p><p>Uykunda bir şey her şey olmuş,</p><p>uyanıklığında bir şey hiç olmuş gibi.</p><p>Varlık - şey. </p><p>Hiç - gibi. </p><p><br /></p><p><br /></p><p>Mey</p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfDDrPhO-ZLKRFQW9uPHF9X7MmZsrRXrqYwjGqezdATpTAN9gMH7vvWGTP_3JfPktdAJV8KfH8hxqdVTpPCMWVaYi7bS6I1fxFfz7Hkj6ZztSuxl-7n7AX6ddYoExVPkUgkwUropUmh-i5hRJDEE_tBPVhqQtMysbIyOtnBU7LasPAEbarqpyXwjUEMA/s951/11811363_528870670593731_5884427053219163800_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="951" data-original-width="951" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhfDDrPhO-ZLKRFQW9uPHF9X7MmZsrRXrqYwjGqezdATpTAN9gMH7vvWGTP_3JfPktdAJV8KfH8hxqdVTpPCMWVaYi7bS6I1fxFfz7Hkj6ZztSuxl-7n7AX6ddYoExVPkUgkwUropUmh-i5hRJDEE_tBPVhqQtMysbIyOtnBU7LasPAEbarqpyXwjUEMA/s320/11811363_528870670593731_5884427053219163800_n.jpg" width="320" /></a></div><br /><p><br /></p><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-15443766984890472782022-10-28T13:29:00.000-07:002022-10-28T13:29:00.016-07:00UNUTTUĞUNU UNUTANIN HİKÂYESİ<p> </p><p class="MsoNormal">Gözünü deliğe dayayıp gelenin kim olduğunu gördüğünde
aklından peş peşe üç düşünce geçti: beni eve kadar takip etmiş. Verdiğini geri
istiyor. Gözlerindeki hüznü büyütmüş. Geriye çekilip ne yapacağını düşündü.
Kapıyı açacak mıydı yoksa evde olmadığını düşünmesini sağlayacak bir
cevapsızlığa gömülüp,<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>geldiği gibi
gitmesini mi umacaktı? Böyle olacağını daha onu ilk gördüğü anda biliyordu.
Bildiğinin sıkıntısı kapladı içini. Çoğu geri isterdi ya, bunun isteyeceği,
verdiği anda pişmanlıkla kıvranmaya başlayacağı en başından belliydi.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Hiç almamalıydım, diye geçirdi aklından ve
elini kapı koluna doğru uzattı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Buluşmaya on beş dakika gecikmişti. Beklerken saatine bakıp
iki dakika daha, demişti ve sonra giderim.<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Bakışlarını saatinden ayırır ayırmaz karşısında buluvermişti onu. O
olmalı diye düşünmüştü geleni dikkatle süzerken. Nefes nefese, saçları
rüzgârdan dağılmış; gözlerinde de hüzün var. Hepsinin olurdu. Hemen hepsi
gözlerinde gizleyemedikleri büyük bir hüznü güçlükle taşıyarak ona gelirler ve
acınası bir boşluk içeren bakışlara sahip olmuş olarak veda ederlerdi.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Karşısındakinin ağzından dökülen, özre
benzeyen ama tam da özür olmayan sözlere dikkat etmemişti bu sırada. Sıkışmış
trafik, gelmeyen otobüsler, yapmak üzere olduğuna ilişkin duyulan şüphe…
Hepsinin benzer bahaneler kullandığını düşünüyordu ki, bu seferkinin sizi bir
süre uzaktan izlemek istedim, dediğini duymuştu. Bu yeniydi. Yenilikle birlikte
gelenin, eylemeye geldiğine hazır olmadığının farkındalığı da belirginleşmişti.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Eliyle az ilerideki kahvehaneyi işaret
etmişti, vermeye hazır olmadığını ona nasıl anlatacağını düşünüyordu bir yandan
da. Boş bir masa bulup oturuncaya dek her ikisi de konuşmamıştı. Bu iyi diye
düşünmüştü. Genellikle çok konuşurlardı. Kaybetmeye can attıklarına dair
söylenecek son sözler biriktirmiş olur ve birikimi akıtacak mecrayı bir an önce
doldurma telaşıyla mütemadiyen anlatırlardı. Oturup karşısındakinin
sessizliğine bakmıştı uzunca. Sessizlik izlenmeye alışkın bir edayla boynuna
asılı gibiydi; içi sıkılmıştı bu izlenime. İzlendiğimi fark etmedim, demişti
bundan hoşlanmadığını gizlemek istercesine gülümseyerek. Beriki yaptığında bir
kötülük olduğunu düşünmüyor olmalıydı ki açıklama yapma gereği duymadan omuz
silkmişti. Hemen yapabilir miyiz diye sormuştu ardından. Hemen yapabilir miyiz?
Hemen yapamayız, diye atılmıştı. Yapamayız çünkü bunu gerçekten istediğinden
emin olmalıyım. İkna edilmen mi gerekiyor, sorusunu hiç beklemediğini sonradan
itiraf edecekti kendisine. İtiraz etmek istemişse de yalın gerçek buydu. Başını
sallamıştı, evet ikna edilmem gerekiyor manasına geleceğini umarak. Sen bir anı
alıcısısın ve bende de verilecek anılar var, daha ne, diye sormuştu beriki.
Soru cümlelerinden ibaret bir kadın diye düşünmüştü alıcı içinden. Dönüşsüz bir
durum olduğunu iyice anladığından emin olmak isterim açıklamasını sabırla
yapmıştı. Çay mı içsek, diyerek sözünü kesişine sinirlenmişti sonra. Az
ilerideki garsona iki çay diye seslenmiş ve kadına dönmüştü. Ondan yeni bir
soru gelmeden aceleyle, bana bir neden vermelisin, demişti. Sende olanı almamı
istenir kılacak bir nedene ihtiyacım var. Önüne bırakılan çaya şeker atıp
karıştırmakta olan kadın, gözlerini bardaktan ayırmadan çayımı şekersiz içerim,
diye karşılamıştı kendisini. Ardından çay kaşığını bardaktan çıkarıp arkasına
yaslanmış ve gözlerini alıcıya dikmişti. Alacak mısın, sorusu gelmeden almaya
karar verdiğini biliyordu kadın. Kendisi de almaması gerektiğini. Düştüğü
kuyuya sevdalı bir hüznü taşımanın zor olup olmayacağını düşünmemişti bile.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Aktarım acılı olmuştu. Kadın şekerli çayı yüzünü
buruşturarak içmiş, kendisine uzatılan eli tutmuş ve söyleneni ikiletmeden
yaparak, gözlerini alıcısının gözlerine kenetlemişti.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Alıcı kendisini kaplayan ağırlıktan boğulacak
gibi olmuştu;<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>bedeni durmak istediyse de
durmamıştı. Yaptığını yapma konusundaki deneyimiyle bir aktarımdan daha sağ
çıkmayı başaracağını biliyordu. Sonrasında sandalyesinde bir süre sessiz
oturmuş ve sonunda bakışlarını kadından yana çevirip, gözlerindeki boşluğa
bakmak istemişti. Kadın onu görmüyordu. Zihni silinmiş belleğindeki boşluğa
şaşırırken, etrafının farkında değil gibiydi. Bu normal diye düşünmüştü alıcı
yerinden doğrulurken, hep böyle olurlar. Çayların parasını ödeyip oradan
uzaklaşırken kadına son bir kez bakmış ve boş bakışlarının arkasında parıldayan
küçük, çok küçük bir acı taneciği gördüğünü sanmıştı. Yanlış gördüğüne ikna
olması uzun sürmemiş, hızla oradan uzaklaşmıştı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Şimdi, bu olan bitenden bir hafta sonra kadın kapısındaydı.
Kapı kolunda tuttuğu eline bakıyor, tekrar etmeyen kapı ziline karşın kadının
beklemekte olduğunu biliyordu. Alnını kapıya yasladı. Bekledi. Açmaması
gerektiğini biliyordu, ilk başarısızlığıyla yüz yüze gelmemesi gerektiğini. Git
buradan, diye fısıldadı. Kadın onu duyamazdı, bunu biliyordu. Art arda tekrar
etti. Git, git, git… Bu sırada kapının ardında bekleyen kadının konuştuğunu,
mırıldanır gibi bir şeyler söylediğini duydu. Kulak kabarttı duyduğu sesleri
anlamlı kılmak için. Sebebini bilmediği bir acının içini kemirdiğinden söz
ediyor gibiydi. Kahveden kaçarcasına uzaklaşırken, kadının gözlerinde gördüğünü
sandığı parçanın bir sanı olmadığı anlaşılır hale geliyordu duyduklarıyla.
Bağlamını kaybetmiş sızı, acı verici anılardan daha keskince yakıyor olmalıydı
canını. Yine de kapıyı açamazdı. Açamazsın, dedi kendine. Açmayacaktı. Bu
esnada kadının tekrar konuşmaya başladığını işitti. Dikkat kesildi. Açabilir
miydi? Geri veremeyeceği bir şeyi talep ettiğini ona anlatabilir miydi mesela?
Karasızlık içinde bekledi uzunca. Nihayetinde, duyduğunu duymamış olmayı
dileyerek kapı kolunu çevirdi. Kapının önündeki kimsesizliğe şaşkınlıkla
bakarken, kadından duyduğu son cümleleri düşündü.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Neyi unuttuğumu söyle, diyordu kadın. Hiç değilse bunu
söyle. En azından neyi unuttuğumu…<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> Mey </o:p></p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWpTUqDyGOIV9oeKEcEQu2blvSqVpagofuV0mZaMZotfR3ORhveNWQO3wDnSarZiRkowpIKdudwyHLGGsnrHD-7wttdLvPYO3lXXoKAvAJkG-_HM-UWr2Z7CcvbGPof9MLZDnDbq0acgAv6uIkWsPjv02jjv6vLaDDmNp-iHbNmh0n1tRW90dLxSlJog/s960/Adriana%20Caruso.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="960" data-original-width="885" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjWpTUqDyGOIV9oeKEcEQu2blvSqVpagofuV0mZaMZotfR3ORhveNWQO3wDnSarZiRkowpIKdudwyHLGGsnrHD-7wttdLvPYO3lXXoKAvAJkG-_HM-UWr2Z7CcvbGPof9MLZDnDbq0acgAv6uIkWsPjv02jjv6vLaDDmNp-iHbNmh0n1tRW90dLxSlJog/s320/Adriana%20Caruso.jpg" width="295" /></a></div><o:p> Adriana Caruso</o:p><p></p><p class="MsoNormal"><br /><o:p><br /></o:p></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-63662743152591644742022-05-19T14:34:00.001-07:002022-05-19T14:34:56.651-07:00HİKÂYESİZLERE HİKÂYE<p> </p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgcPpjd2SxLBVAEa6iAEmQ-2M7wMKEZRJeXd6EZ-7-qa4GpoAgrMl6jlE_UFR7-vj8erasAL381QKTKiWmeMhkqFXZElxNxZzl0UeDznQLG6gU05eQq2l8N85s8bOU7ACtUyz2mG9oL_5HSGBSe15U6ZN1bZQDuECzGYXBLjn9fJB57Ctln9tk_Glkyjg/s960/17925_630558193745677_5544572329290661322_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="960" data-original-width="953" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgcPpjd2SxLBVAEa6iAEmQ-2M7wMKEZRJeXd6EZ-7-qa4GpoAgrMl6jlE_UFR7-vj8erasAL381QKTKiWmeMhkqFXZElxNxZzl0UeDznQLG6gU05eQq2l8N85s8bOU7ACtUyz2mG9oL_5HSGBSe15U6ZN1bZQDuECzGYXBLjn9fJB57Ctln9tk_Glkyjg/s320/17925_630558193745677_5544572329290661322_n.jpg" width="318" /></a></div><br /><p class="MsoNormal"></p><p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Bir ihtiyar taşçı kayayı yontmaktadır.<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Nietzsche<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal">İnsanlar hikâyeleri olsun isterler, bir hikâyeye sahip
olmanın boşunalık duygusuna birebir olduğunu içten içe sezerler çünkü. Yatma
vakti geldi yatağa uzandın, delik deşik uyudun, uyandın, bir önceki ile
neredeyse birebir aynı yolu izleyecek başka bir güne daha başlayacaksın.
Düşünmeyeceksin – düşünsen zor çünkü günü sürdürmek – eyleyecek, dişe dokunur
bir şey söylemesen de dillenecek, işitecek, devinecek, günlük endişelerin
peşine düşecek ve o yatağa geri döneceksin. Gördün mü? Boş! Hikâye arzusu
burada devreye girer. Kısa, uzun, benzersiz, sıradan gibi görünse de aslında
derin, kabuklaşmış bir yaranın altına gömülmüş, sizi sokakta yanınızdan geçen
anlamını yitirmiş yüzlerden farklı kılan, yaşanmışlıklarım var diyebilmenizi
olanaklı hale getiren, yüzünüze yalnızca sizin görebildiğiniz ince bir çizgi
eklemiş, küçük – büyük fark etmez ama iyi bir hikâye.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Arayıştan önce fark ediş gelir. Tek tük gözüne çarpmaya
başlar hikâyeler. Kimini seversin kiminde için burkulur, olmaz olsun böylesi
dediklerini görebilmen uzun bir süre gerektirir. Onda var, bende yok! Şunda da
var, e benim neden yok! Fark ediş, elinden bırakamadığın saçma bir oyun gibi
daha fazlasını fark etme çabasını getirir beraberinde. Bölümü – level atlama da
diyorlar buna - geçme! Daha iyisi, daha uzunu, dur bakalım daha kısa ama soluk
kesici olan da var. Türlüsü, rengi, kokusu, bıraktığı izi ile benliğinde
kazıntı hissini başlatmıştır bile. Ama bende yok! Açlık hissinin yarattığı
etkiye benzer. Sıralama aynı:<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-size: 18.0pt; line-height: 107%;">İhtiyaç – dürtü – güdü –
davranış – doyum ( ? )<o:p></o:p></span></i></b></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Son basamak öyle kolay gelmez. Doyum olmazsa süreç başa
döner. Sonsuz bir bengidönüş açlığı azdırır. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Biliyorum. Öğrendim çünkü. Şimdi benim
söylemine bilimsel kavramlar ekleyerek satışı garantilemeyi amaçlayan bir
satıcı olduğumu düşünmeye başladınız. Haksız sayılmazsınız ama çok da haklı
değilsiniz. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Haddinden fazla hikâyem vardı. Ki bu beni hikâyesiz birine
denk kılıyordu. Elbette bu denkliği fark etmem çok uzun sürdü. Zihin değil
Çıfıt çarşısı. Ne yana düşünsem başka bir hikâyeye çarpıyordu zihnim. Sonrası
kilitleniş. Yaşamayı dışarıda bırakan bir kilitlenişten söz ediyorum burada,
ciddiye alın! Gereksiz çokluk ve yokluk aynı şeymiş demek. Yoksullar içinde
tuhaf bir varsıllık ki beni diğerlerinin arasından çekip farkında olmadığım bir
verme arzusunun peşine düşürüyordu. Onda yok, şunda yok, bunda da yok. Bende
çok. Hikâyesizleri görmemle hikâyesizlerin de beni görmelerini beklerdim ama
ruhları bile duymamıştı. Şurada, eli kolu, cepleri, dilleri, zihni hikâye taşan
biri var demediler, kendi boşunalıklarına yansalar da yanmasalar da fark
etmediler. Bu körlük başlangıçta canımı çok sıksa, şaşırmama, hayret etmeme
neden olsa da, dedim ya hayatımın cömert olma aşamasındaydım ve paylaşmaya
çoktan hazırdım. Sonuçta hikâyeleri yazıp sağa sola saçmaya başladım ki ihtiyacı
olan bulsun ya da hikâyeler gereksinimi olana yapışsın. Çok ilginç! Bulunan
veya bulan olmadı. Çaresiz hissettim tabi, anlamaya çalışmak çok olanın daha da
çoğalmasından başka bir sonuç vermedi. Sorun insanlarda değil de hikâyelerde
miydi, telaşına düşmem olay örgüsünün gereğiydi. Bu çok zor, çoğun umut kırıcı,
şüphenin rahatsız edici sularında yüzmeyi gerektiren çaba yıllarımı aldı desem
yanlış olmaz. Her birine tek tek bakmak, bu gerçekten bir hikâye mi sorusunu
kaçınılmaz biçimde sormak; nelik, kaynak, sınır, ölçü sorunlarıyla boğuşmak
derken işin içinden çıkamayacağımı düşünecek gibiydim. Düşünmedim ama. Hikâyesizlerin
bir hikâyeyi tanıma ve kendisine sunulduğunda alma konusunda yetersiz ve
beceriksiz olduklarını iddia etmek gibi kolaycı bir yol da seçmedim. İnsan
doğasına gitmeyi akıl etmem kardeşimin tamamen bu bağlamın dışında kurduğu bir
cümlenin sonucunda akıl edebildiğim bir şey oldu. “ Veriyorsun almıyorlar, illa
elini ceplerine atacaksın o zaman kıymete biniyor verdiğin” demişti tümüyle
sorunumla ilgisi olmayan sıradan bir konudan söz ederken. O an aydım ama
kabullenmek zor oldu. Hikâyeler nesne miydi ki? Nesneydi, değildi derken epey
bir zaman daha geçti. Çare, hikâyelerimden birinden geldi: Özneye dönmek.
Özneden çıkar oysa hikâye değil mi, çıkışı varış yapmak, demek ki deva. Parlak
bir fikir gibi görünen bu klişe, kendi sorunlarını da beraberinde getirdi
elbette. Aksi olsa şaşardım! Kendisi çıkış yapılacak özne ile varılacak öznenin
aynı özne olması şart mıydı, örneğin? Birinden çıkıp diğerine varmaya kalksam
genel bir “insanlık durumu” yaratmış mı olacaktım yani? Varmaya değer özne
hangisidir, gibi sorulmaması gereken sorular da varmış meğer. Bir yerde “ Ah!”
diyecektim, bu kaçınılmazdı. Ah! Oysa “ an” demeli insan. Çıkmak ve varmak söz
konusu olduğunda ise “an”ın ne denli uzun bir süreyi içine alabileceğinin
öğrenimi için yaşım geçkince gibi geliyordu bana. Ah ve an ikileminde, çıkmak
ve varmak arasında bellemek ve unutmak duruyordu. Her ikisinde de iyi değildim,
hikâyelerimi bilenler bilir. Berbattım. Bellerken de bellediğimi unutmaya
çabalarken de. Bundandır ki an ve ah’ın birbirine girdiği o umutsuz yaşamalarda
“ biri olsa” diyordum – ki umut arayışıydı – “ birisi olsa ve şuradan bir hikâyeyi
şartsız pazarlıksız kendinin kılsa”. Bir birisi bile yok muydu, diye soracak
olan olursa yok’la hiç’in özdeş olmadığını söyleyecek dermanım yoktu. Kimseyi kandıramayınca
kendini kandırıyor insan.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Hikâye iyilik midir? Bir hikâye ile iyilik özdeş olabilir
mi? Denize atılmış iyilikler gibi, ardı sıra ne olduğunu, ne olacağını, kime
varacağını dert etmeksizin bırakılabilir mi hikâyesizlerin geçeceği yol
üzerlerine?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Düşünmeden evetlediğim
ve sonrasında da evetlemekte tereddüt etmeyeceğim sorular sormaktan vazgeçerek
tasarruf edeceğime inandığımdan neyim var neyim yok döktüm denizlere. Kıyıya vuranlar,
dibe çökenler, bir düşün orta yerine yapışanlar, balıklara yem olanlar,
balıkların midesinden insan sofralarına meze duranlar. Hepsi benden, hepsi
bende.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Geçerken duraklayıp bakacak gibi olanlar için hazırda söz: “
nasıl bir şey bakmıştınız?”<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Mey<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><br /><p></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-90549078336148558252022-03-13T14:20:00.002-07:002022-03-13T14:43:06.481-07:00NOCTURNE 20<p> </p><p class="MsoNormal">Çiçeğe dokundu. Plansızdı. Planlamış olsaydı, belki de bu
kadar beklenmedik; beklenmedik olduğundan da şaşırtıcı, şaşırtıcı olduğundan da
akışı birden kesen; akışı birden kesişinden de sarsıcı olmazdı. Plansızlık ona
göre olmasa da, bu kadar kendiliğindenlik başka bir zaman olsa onu huzursuz
edecek olsa da bu kez ne huzursuzlandı ne de huysuzlandı. Temasın ne kadar
sürdüğünü söylemek zor. An veya anlar toplamı. Geçen süre umurunda değil şimdi.
Parmaklarının ucunda minik bir alazlanma, alazlanma yüzünden belki teninde
belli belirsiz bir elektriklenme duydu. Benzer bir duyum anısı aradı belleği
hızla. Bulamadı ilkin. Bulamayış anı, benzersizlik heyecanını tetiklemiş olmalı
ki içine çektiği havayı bırakacak yer yokmuş gibi ciğerinde bir sızı ile kalakaldı.
Parmakları istemsiz hareketlendi ve kadifemsi yaprağın üzerinde kısa bir
gezinti geldi peşi sıra. Parmaklarının baskısıyla titredi mor yaprak, bakan
olsa göremezdi öyle yokmuş gibi. Belleğinin puslu bir yolda pusu ve karanlığı
delerek ilerlediğinin farkındaydı ama dikkati çiçekteydi şimdi. Belleği boş
verdi. Bir kez daha hareketlendirdi elini. Bu kez tek parmak: Serçe parmağı.
Usul bir dokunuş. O an buna temas denmeyeceğini fark etti. Tek yanlı çünkü.
İkinci farkındalık teninin altındaki hassaslığa biraz daha baskı uygulama
arzuna ilişkindi. Her arzu gibi az çok vahşiydi. Tuttu kendini. Rengini
düşünmek işe yaradı. Mor ama çok belirgin değil. Soluk neredeyse. Lila mı
diyorlardı buna? Leylakların rengini andırıyor ama parmağının ucunda titreyenin
leylak olmadığını biliyor. Elini çekmeli mi? Bu izinsiz dokunuşun verdiği hazzı
az daha uzatmalı mı, kararsız kaldı. Koku araya girmemiş olsa kararsızlık
uzardı. Kokuyu aldı ve belleğinin hızlıca devimini duydu. Duyumsal bellek
devrede. Sesleri, tatları, dokunuşları anımsamaktan daha kolaymış kokuyu
anımsamak. Bir yerde okumuş olmalı bunu. Çiçeğe dokunmayan eliyle alnını
sıvazladı önce, sonra parmaklarıyla hafif bir tempo tutturdu. Cılız bir melodi
canlandı parmaklarının vuruşunda. Daha baskıcı daha sert. Çiçek büzülmek ister
gibi hareketlendi serçe parmağının altında o anda. Dillense, bırak artık
diyecek gibi. Hazır olduğumda diye düşündü. Henüz değil. Şimdi değil. Tam şu
anda değil. Kokuyu tanıyacak gibiydi. Cılız duyumsal dilin yaklaşıp uzaklaşışı
alay edilmiş gibi içerlemesine neden oluyordu. Tanım için, daha doğrusu tanıma
için gereken sözcüklerin eksikliği büyük bir yoksunluk şimdi.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Düş kırıklığı ile iç geçirse yeri. Yapmadı.
Hafifçe titredi bir şey. O veya çiçek. Hemen adlandırdı: Titrek an. Ansızın yağmur
indirmiş, içinden buz gibi bir düşünce geçmiş, içtiği soğuk su dişini
kamaştırmış, burnunun ucuna bir kar tanesi değmiş gibi. Belli belirsiz ve
şiddetli bir titreyiş. Onda veya çiçekte. Hangisinde, sorusunun bir anlamı
varsa da, o anda anlam arayışının yeri yok. Geri bas zihin, dedi. Dilsiz
alışverişin keyfini sürmeye henüz başlamışken aklı buyur etme mahal yok. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">İnsan dış dünyayı zihninin yapısına göre şekillendirir;
algılarını biçimlendirir, diyenleri biliyor. Bu bilgi onda. Bilgi istemiyor
şimdi. Duyumsama aşamasında kalsa iyi, bunu anlıyor ve bir kalkan arayışıyla
etrafına bakınıyor. Bu büyük bir hata. An’a fazladan nesne sokmak, gereksiz
ayrıntıları dâhil etmek olan bitene genişlemeye, genişleme de sözcük arayışına,
sözcük arayışı da nihayetinde bulmaya, bulma da yordama çabasına neden olacak.
Gözlerini kapat, diyor panikle. Derhal kapatıyor paniğine itaat ederek. Ses
yükseliyor. Şaşırtıcı. Piyanoydu, keman nereden çıktı, diyor çiçeğe. Çiçekten
cevap umacak değil, eli yanına düşüyor. Kulak kesiliyorlar. O ve çiçek. İçinden
bir “ hııımmmm” nidası peyda oluyor. Hayretle karışık bir hazla yükseliyor
nida. Çiçeğe kıyamadığından alt dudağını dişliyor. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Çiçeğin yanında uzaklaşmadan hemen önce, “ her sabah bunu
dinleyelim “ diyor. Günü kabul etmeden hemen önce. Sen de dinle. Gözlerini
uyanıkla zorladıktan hemen sonra. Sen de dinle. Sesi belleğine, an’ı cebine
atıp uzaklaşırken çiçeğin kırmızı olduğunu görecek halde değil.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Melek Ekim Yıldız<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal"><br /></p><p class="MsoNormal"><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhq8bMWjMBbRcxjWAgub6Sv2E2yNPk0gBYg3dYFeb5TYDT9orHhbByKN_gaiRlfydKDJjoPhTDuS0D4116fQA8o88S7d6LAoUjuxuP_hdTPEE5CJdxe1WnQURzxxH7Zh8lO1KIk6QTNr477vmRs8fl6X5RhQ-YCHsoLWSyxanjdtRdPGH6-oeCETUVAzQ=s1280" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="720" data-original-width="1280" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/a/AVvXsEhq8bMWjMBbRcxjWAgub6Sv2E2yNPk0gBYg3dYFeb5TYDT9orHhbByKN_gaiRlfydKDJjoPhTDuS0D4116fQA8o88S7d6LAoUjuxuP_hdTPEE5CJdxe1WnQURzxxH7Zh8lO1KIk6QTNr477vmRs8fl6X5RhQ-YCHsoLWSyxanjdtRdPGH6-oeCETUVAzQ=s320" width="320" /></a></div><br /><p class="MsoNormal"><br /></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-25877728640303138532021-11-05T02:04:00.002-07:002021-12-05T23:02:17.987-08:00KURULMAMIŞ SORULARIN UYDURULMUŞ CEVAPLARI<p> </p><p class="MsoNormal"></p><p class="MsoNormal">Kendisine ardı ardına soru soran yüzlere baktığında ve
cevaplara – yani gerçekle uyuşan cevaplara – sahip olmadığını fark ettiğinde A.
gülümsedi. Çünkü bazen yapılabilecek tek şey gülümsemektir. Bir gülüşün onlarca
farklı anlama gelebileceğini biliyordu elbette ve cevapsızlığına kızmaktan çok
haklı çıkmanın kibriyle yaklaşmaya hevesli sorucuların hoşuna gitmeyeceğini de.
Önce gülümsedi, ardından “ durum iyi değil” diye düşündü. Düşünmesiyle bir
başka gülümseme hazırlığı daha peyda oldu yüzünde. Düşünme, konuş! Bunu,
kendine söyledi. Dışarıdan bakılsa sinirlerinin bozulduğu izlemine kapılmak
işten değildi: Sinirleri boşaldı, sırıtıp duruyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">“ Seni bekliyoruz A.” dedi sağ baştaki kadın. “ açıklamanı
duymaya can atıyoruz” eklemesi saklamaya gerek görmediği bir küçümseme
içeriyordu.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Büyüksemeye tercih ederdi A. küçüksemeyi. Küçükseme, haksız
çıkarma arzusunu getirir, sizi harekete geçirirdi. Büyük görmek ise karşı
tarafın ummadığı hayal kırıklığını garanti ederdi. Siz dururdunuz, büyükseyen
düşerdi. Küçümseyen sindirmenin keyfini büyütendi öte yandan.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sinmiş değil, sadece gülmüştü. Daha da gülesi vardı beteri.
Yüz boyunca genişleyecek ağız, “ açıklamam yok, böyle olduğu haliyle” der gibi
küstah, “ kendi boyutumdayım”ı ima edercesine aldırmaz görünecekti. Öyle de
oldu.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kıpırdanmalar, diğerlerine anlamlı bakış atmalar
belirginleşti. Adamlardan biri hafifçe öksürdü, mesaj vermek ister gibi.
Sarışın kadın parmaklarını saçlarının arasına daldırıp duruyordu. Odanın havası
ağırlaşırken, uyku bastırmış gibi esneyen soru sorma konusunda diğerleri kadar
hevesli olmayandı. A’nın tebessümündeki uçarılık, sözü en fazla geçiyor gibi
görüneni en çok rahatsız etmişti belli ki. “ biraz ara verelim” dedi rahatsız.
Bunu bekliyor olmalılar ki aniden ayaklandılar. Kısa sürecek bir karmaşa
yaşandı; çekilen sandalyeler, fısıldaşmalar, çıkışa ilk ulaşmak için acele
edenlerin itişi kakışı dakikalardır tek düze bir havası olan bu kasvetli odayı
bir an için katlanılabilir kıldı. “ Sen de yüzünü yıka” dediler A’ya. Oralı
olmadı. Odayı terk edişlerinin yarattığı küçük çaplı kaosu hayranlıkla izledi.
Çıkanlar çıktı, A. Odada kaldı. Herkes çıktıktan sonra kapanan kapıya dikti
gözlerini. Sonra bir şey hatırlamış gibi silkinip, ellerini gülümseyişini
korumak ister gibi nazikçe yüzüne kapadı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Boşalan odanın ağırlaşmış sessizliği dikkatini dağıtmasaydı
cevapları düşünme fırsatı olabilirdi. Daha önce düşünülmemiş gibi, daha önce
düşünülmediği şekliyle. Cevapları değil soruları düşünmeliydi belki de.
Düşünmeyip hatırlamak da bir çözüm olabilirdi. Belki.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">İyi bir sorunun cevabı değil, cevaptan sonra gelecek – ki
soru iyiyse getirmeliydi – yeni soruların önünü açması gerektiğini
hatırlamalıydı örneğin. Hatırlasa da zihni hatırladığının – felsefi bir klişe
olduğu için – reddederdi. Olmadı. Başka bir deneme: İyi bir sorunun tüm
zamanlar için “ soru ” olarak kalabilmeyi başarması gerekirdi ki, tekrar tekrar
başka zihinlerce de sorulsun. İki etti: Felsefi klişe! Hiç sormamış olmakla çok
fazla sormuş olmanın aynı kapıya çıktığını hatırlamalıydı belki de. Ya da soru
üstüne düşünmekten vazgeçmeliydi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Gidenler dönmedi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Son bir saat içinde sorup durmuşlardı peş peşe oysa.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Oturduğu sandalye bozması koltukta kıpırdandı. Sıkılmış
mıydı? Yok, dedi A. Sıkılmadım. Öyle ya bunalmış olsaydı istediklerini verir;
sordukları, sormadıkları, sormayı akıllarına dahi getiremediklerinin
cevaplarını sıralar, yoluna giderdi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraphCxSpFirst" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]-->Görür görmez tanımadım!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]-->Okur okumaz anladım!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraphCxSpMiddle" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]-->İşitir işitmez, unuttum!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraphCxSpLast" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]-->Dokunur dokunmaz lal oldum!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Tüm cümlelerin sonuna ( uysa da uymasa da ) ünlem koy,
konuyu kapat. Ünlem cümlelerinin doğruluk değeri yoktur, belki de bu odadan
kurtulmanın – herkes için kurtuluş – yolu budur. Doğruluk değeri olmayan
cümlelere en az onlar kadar doğruluk değeri olmayan cümlelerle karşılık verdin mi, soran
da cevaplayan da kısır bir döngünün içinde debelenip durur.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]-->Ne anladın?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Anlamak; anlam
vermenin, sunulanı veya olanı yahut olmayanı zihninde şekillendirmenin
sonucudur. Zihnin yapısı belirleyicidir tam da o noktada. Felsefeciler buna
duraksamaksızın konseptüalizm, derler. Aristoteles’ten Kant’a uzanan dikenli
bir yolda yeşillenmiştir. Söz sizden çıkmadıysa, anlam, sizden çıkmamışın
zihninizde bir karşılığının olması koşuluna bağlıdır. Demek ki vardı. Karşılık.
Gözlerim sözcüklerin üzerinde gezindi, zihnim karşıladı. Ne anladığım ise
bende.<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]-->Nasıl oldu da tanımadın?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Anladığına benzemeyeni tanımıyorsun. Basit. Anladığın sende, tanıman
gereken zihninin dışında. Anlam gerçeğin karşısında güdük bir çaba nihayetinde.<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]-->Bir deneyim unutulabilir mi?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">İnsan kendi zihninden utandı mı , ya kızarır ya unutur ( p V q ): tikel
evetleme. Bende başından beri her şey tümel evetlemeydi ( p </i><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="mso-bidi-font-family: Calibri; mso-bidi-theme-font: minor-latin;">Ʌ</span> q )<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7pt "Times New Roman";">
</span></span></span><!--[endif]-->Niçin durmaksızın bağırıyordun?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Sormamak veya
durmaksızın sormak. Bir ve aynı. Lal olmak ve durmaksızın bağırmak da öyle.<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">A., memnun yaslandı arkasına. Sorucular dönmemişti.
Sorucular dönseydi, cevapları hazırdı. Kurulmamış soruların uydurulmuş
cevapları. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">beklemeyi sürdürdü A. Çünkü cevapları hazırdı. Unutmamak
için içinden tekrar tekrar geçirirken o cevapları, gözlerini kapıya dikip
bekledi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Melek Ekim Yıldız<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p> <p></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMjS8NW0u8rKw0kxU5nDqjK1QQLsBZN_Bp2nRElSs3Nvz8Kd5kZSA_DPRSm7Rlz6iW3nkrays7CV-CaoVnBNajL6xWFYdDSw7s2ncTJECx3n3F1FQFfQhWbnsZtx1G54CAFdZlbrk3M8yF/s960/11025181_1550992205157616_6782304916914225200_n.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="960" data-original-width="960" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjMjS8NW0u8rKw0kxU5nDqjK1QQLsBZN_Bp2nRElSs3Nvz8Kd5kZSA_DPRSm7Rlz6iW3nkrays7CV-CaoVnBNajL6xWFYdDSw7s2ncTJECx3n3F1FQFfQhWbnsZtx1G54CAFdZlbrk3M8yF/s320/11025181_1550992205157616_6782304916914225200_n.jpg" width="320" /></a></div><br /><p class="MsoNormal"><br /></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-64371732790069383762021-04-18T16:24:00.002-07:002021-04-18T16:31:27.043-07:00Kendim'e Attığım Şeyler<p> </p><p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">İlkin: Kendini Ara!<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal">Herkesin utanmaktan söz ettiği, diğerini gösterdiği utanma
miktarıyla değerlendirdiği ama hiç kimsenin gerçekten utanma nedir bilmediği
bir yerde büyümüştü. Dayatmaya dönüşen değerin anlamsızlaştığını, herkesin
şarkı söylediği yerde müziğin olmadığını fark ettiğinde anlayabilmişti. Kendisi
de düpedüz utanmazdı. Arsızlığını besleyenin ötekiler olduğunu iddia ederdi,
birileri halinden söz ederse. Kimsenin bir şey dediği de yoktu aslına
bakarsanız, elinin altında savunmalar hazır tutmayı adet edinmişti. Sonra o
rüyayı görmeye başladı. “ Kendine gel!” diyen yüz her defasında değişiyorsa da
ses aynıydı: “ Kendine gel!”<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Önce üzerinde durmadı rüyanın. Ne de olsa uyanılıyordu.
Uyanınca da neydi, kimdi demeye kalmadan siliniyordu bilinçten. Bir, iki, üç
derken görmezden gelmeyi başaramadığı bir huzursuzluk abanmaya başladı üstüne.
Tam kuşluk vakti. Ne demek, “ kendine gel!” ? Üstelik aynı ses başka ağızlardan
çıkmakta. Gönül eğlendirdiği için gönlünü kırdığı, kırık dökük şeylerden
hoşlanmadığı için hemen unuttuğu, kinlendilerse de “ ateş olsa cürmü kadar yer
yakar” düşüncesiyle vicdanından silkelediklerinden biri de olabiliyordu
seslenen, utanmazlığın bin bir yolunu kendilerinden öğrendiği aile eşrafından
biri de. Rüyanın ve sesin ama en çok da söylenenin verdiği sıkıntı büyümeye
başladığında düşünmek elzem oldu. Kendim dediğin nedir?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kolaycıydı ve başkasının emeğinin üstüne oturmak onun için
sorun olmadığından sağa sola sormaya başladı. Arkadaşlar, ahbaplar, mahallenin
görmüş geçirmiş ablaları. Anladı ki bu cenahtan tatmin edici bir cevap
bulamayacak. “ Kendi” ile “ ben”i özdeş bilmişler. Kısır döngünün ne uyanık
haline faydası vardı ne de rüyadaki sesin sinir bozuculuğundan kurtulmaya.
Sorgu alanını genişletmekten başka çıkar göremedi. Zorunlu olmadıkça uğramadığı
camii hocasından medet aradı. Hoca, Zümrüdü Anka Kuşu, dedi. 30 kuş dedi.
Anlatı da anlattı. Hikâyeyi işitti işitmesine de rüyasına girmiş herkesin
diline pelesenk olmuş “ kendi” ile bağlantısını kuramadı. Hoca elinden geleni
yapmıştı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Mahallelinin “ okumuş” adını taktığı tuhaf bir adam vardı.
Gördü müydü yolunu değiştirirdi. Adam da bilirdi onun bu halini. Şimdi ne
yüzle, demedi. Yüzden bol bir şey yoktu yanında yöresinde. Gitti çaldı
kapısını. Uğursuz bir bakışı vardı adamın. Uğursuz muğursuz, dur şimdi. Derdini
anlatana dek akla karayı seçti. Kekeledi, nereden başlayacağını bilemedi. O
bocalayan dilini ağzında çevirdikçe, Okumuş’un yüzündeki ifadeyi görmemek,
görüp de ağzına yumruğu indirmemek için bakışlarını halının solmuş desenine
dikti.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Okumuş ses etmeden onun bu biçare
halini izliyor, donuk bakışlarını yüzünden hiç ayırmıyordu. “ Kendim”i bilmem
ama “ ben” bu adamın ağzını burnunu kırarım diye geçiriyordu içinden. Okumuş kalkıp
yan odaya geçince, demin beri sıktığı yumruğu açtı. Ne demeye geldim, diye kızdı
kendine. Beş dakika geçti okumuş yok, sonra on oldu. Nerede bu, diyerek kalkıp
peşinden yan odaya geçti o da.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Okumuş, kitaplarla dolu bir kütüphaneden peş peşe kitap
çekip kucağında biriktiriyordu. Tiksintiyle baktı kitaplara da Okumuş’a da.
Hocanın gözünü seveyim, diye düşündü Okumuş kucak dolusu kitabı kollarına
bırakırken. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kendine gelebilmen, bir kendi olma hali ile mümkün. Ara,
demişti okumuş onu uğurlarken. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Apartmandan burnundan soluyarak indi. Okumuş’un penceresinin
önüne attı kitapları ve seslendi: Okuuuumuuuuş, Okumuuuuuş, Okuuuumuşşş!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Pencere camında görünür görünmez okumuş, çakmağı çakıp
kitapların üstüne attı.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">İkincileyin: Kendini
Bil!<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal">Çöpü atmak ilk bahanesiydi, hem bir de yeni doğum yapmış
kedinin yavrularını da bir göreyim de ikincisi. Yağmur yağıyor diye uyarıldı.
Bir şey olmaz, hemen gidip gelirim. Öyle çekinilecek kadar yağmıyordu üstelik.
Çıkmalıydı: Kendime diyeceklerim var! Çıktı. Çöpe ulaşana kadar bir şey demedi.
Kedi için ayırdığı yemeği yavrularıyla birlikte barındığı ahşap kutunun yanına
bırakana kadar girizgâh niyetine birkaç cümle kurmuştu. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ne şefkat ne anlayış göstermeyeceğini kesin bir dille
belirtmeliydi. Öyle de yaptı. Beklenmedik bir gelişme olduğunu biliyoruz, dedi.
Ama beklemeliydik! Sakın, dedi sakın bunlara gerek yok deme. Bunlara gerek var!
Bir saat olmadı tırnaklarını kırmızıya boyadın! Sus, yalan konuşma. Saklanma,
süslenme, dil oyunu yapma. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yağmur varla yok arasıydı. Yukarı aşağı yürümeye başladı.
Önce hızlı hızlı ardından yavaşladı. Göğe bakmadı. Toprak kokuyordu elbette,
içine çekmedi kokuyu. Konuştu, itirazlandı, temin etti, gücendi, halden
anlamadı, açık et bildiğini dedi. Nazlandı açık etmeye, kusarım biliyorsun diye
uyardı. Kusacaksan burada kus! <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kustu. Nasıl temizlenir demeden çıkardı zihninin karanlık
bir köşesine tıkıştırdıklarını. Beğendiremedi ama. Güvenli alandan çık! <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Güvenli olmayan alanı teşhir için metrekare başına düşen
yağmur miktarının yeterli olmadığını düşündü. Evden aradılar o sıra: Nerede
kaldın? Yürüyorum biraz dedi. Aslında yüzüyorum önce sığ ve sonra mümkün olursa
daha derinlerime inerek demedi. Üşütme uyarısına, hava güzel cevabını verip eve
götürmeyecek dar sokaklardan birine daldı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Korkmuyorum, diyerek ikna edebileceğini düşündü. Korkmuyordu
ama korkmalıydı. Fırlatılıp atılamaz, atılsa da bir köşede unutulamaz o kendi
olmayan veya kendi olduğuna kendini ikna edemediği o hali anımsamaktan da
korkmalıydı tümden unutmaktan da. Islah olmuşluğuna ikna olamamak derdinden
mustarip yürümeyi sürdürdü.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yavrular biraz daha büyümüş olaydı, dedi çare buymuş gibi.
Çok küçük ve çok sarıydılar. Kedileri düşünmek denge sağladı. Denge, acımasızı
geri getirdi. Denge, derini göze görünür kıldı. Onun da kendisine bakacağını
bilerek derine dikti gözünü. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Biliyorsun, biliyorsun, elbette biliyorsun!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Sayfalar kendiliğinden açılmaya başladı. Bir bir bir.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yüzeyde tiksinti. Kendine.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Az aşağı inince gülüş: Kendine.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Daha derinde bilgi: Kendine</p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Üçüncüleyin: Kendini
Unut!<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal">Yedek maske almayı unuttuğunu fark ettiğinde yolu
yarılamıştı. Dönse dönerdi. Daha vakit vardı. Dönmedi. Çekmecelerden birine
birkaç maske bırakmıştım, diye düşündü. Devam etti. Çekmecedeki maskenin
renginin uçuk mavi olduğunu anımsayınca durakladı yine. Dönmedi ama bugün de
değiştirmeyiveririm telkiniyle iteledi kendini gideceği yöne. Kendi kirli
soluğunu yeniden ve yeniden içine çekeceği güne hazır, hız verdi adımlarına.
Birkaç bin beyin hücresi daha geri gelmemek üzere gidecek, ilerleyen yaşında
bunama olasılığını yükseltecekti. Şimdilerde “ demans” deniyor, bunama deme,
diye uyardı kendini.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Önünde uzanan günü düşünecek gibi oldu. Ders programını
gözünde canlandırmaya kalmadan adamın sesini işitti. Sesin arsız tınısı
durdurdu onu. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Okuuuummmuuuş, Okuuumuuuuş, Okuuumuş!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Yanık kokusu, havaya savrulan küller, kitap sayfaları.
Okuuumuuuş!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Kucağında ciyaklayan bir kedi yavrusu tutmakta olan kadının
yanan sayfalara dikilmiş bakışlarından uğultuyu andıran bir ses geliyordu.
Adam, Okumuşşş diye bağırdıkça, yavru kedi ciyakladıkça, kadın inanmadıkça
kıpırdayamadı yerinden. Yakılmış tüm kitapları düşündü. Kitapları yakılmış tüm
yazarları. Protagoras’ın “ Tanrılar” adlı eserinin felsefe tarihinde yakılan
ilk kitap olduğunu. Yakılan insanlar sonra düştü aklına. Etin kokusu burnunda
öfkeyle baktı adama ve kadına. Düşündüklerini unuttu sonra. Ders zilinin çoktan
çaldığı aklına gelmedi. Öğrencilerin günün ilk dersini hevessiz ve uykulu
gözlerle beklerken, gelmeyişini bile fark etmeyeceklerini düşünmedi. Adamı
sustursa sustursa şu kadın susturur besbelli, diye geçirdi içinden. Kadının
adama baktığı yoktu. Adam kadını fark etmemişti. Kedi de susmamıştı. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Gürültüyü, savrulan külleri, adamı, kediyi ve kadını bir tek
o görüyor, yalnızca o işitiyormuş gibiydi. Rüyada mıyım acaba, düşüncesi düştü
aklına. Uyanık olduğunu biliyordu. Oradan uzaklaşması gerektiğini bildiği gibi.
Kıpırdamadı. Kıpırdamayı düşünemedi bile. Tek düşünebildiği, adamın da kadının
da maske takmadığıydı. Maske, mesafe, hijyen. Defalarca yineledi bunu. Maske, mesafe,
hijyen. En nihayetinde başka bir cümle kurmayı başardı: “ Kedi, sarı değil,”
dedi. Kedi sarı değil, hiç değil!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Melek Ekim Yıldız<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqJV9ww5RqHukiik5Zrdi6k6Wr8lU_rgm4EeSwTbFRSBLcGhw1NEF2RE7py_2MMjLRF-Qk_Yw3TKCYSTKfTrhYZ_ShoCwcmFSZ11t9fC31ppt8PDe1n2rjSq06yNvha86mM7fWE1q0NTDD/s803/trenses.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="803" data-original-width="720" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjqJV9ww5RqHukiik5Zrdi6k6Wr8lU_rgm4EeSwTbFRSBLcGhw1NEF2RE7py_2MMjLRF-Qk_Yw3TKCYSTKfTrhYZ_ShoCwcmFSZ11t9fC31ppt8PDe1n2rjSq06yNvha86mM7fWE1q0NTDD/s320/trenses.jpg" /></a></div><br /><o:p><br /></o:p><p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-91754513211431951132021-03-21T14:04:00.002-07:002021-03-21T14:04:37.031-07:00ola ki<p> Size susmanın</p><p> kıyısına yağınca kar,</p><p> benzersizin çiçeği tomurcuklanır</p><p> belleğinizde.</p><p> Unutulmamışı açacak gibidir,</p><p> belki beyaz</p><p> belki mavi</p><p> ola ki kırmızı.</p><p><br /></p><p>Mey</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5sHmbC1qksAEn9Ul8iuPsQDIky9VROesiK3xSsNOdW9eo4YfTGTojnk9vnhU4L-7MZgOghuuRQ1xLji3tkOux70ZkDeF4bCUwSLNSZPxAUTKlD2cC_eC9lkWMCEwfV6BdyjG4K7r4CXrn/s318/11287418_10205787422737695_903918795_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="318" data-original-width="206" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEh5sHmbC1qksAEn9Ul8iuPsQDIky9VROesiK3xSsNOdW9eo4YfTGTojnk9vnhU4L-7MZgOghuuRQ1xLji3tkOux70ZkDeF4bCUwSLNSZPxAUTKlD2cC_eC9lkWMCEwfV6BdyjG4K7r4CXrn/s0/11287418_10205787422737695_903918795_n.jpg" /></a></div><br /><p><br /></p><p><br /></p><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-54269684611234525722021-02-14T11:59:00.005-08:002021-03-21T14:11:28.767-07:00Şema<p><i> Düşemedi toprağa,</i></p><p><i>genişçe bir yaprakta asılı kaldı...</i></p><p><i><br /></i></p><p><i><br /></i></p><p>Kış gelir; geliyor belki de, dedim.</p><p>Gelir ve savurur.</p><p>Toprak alır sonra beni, büyütür.</p><p>Büyürüm. Büyümesem de olur.</p><p>Gömülürüm derine</p><p> hep daha derine</p><p> inerek;</p><p>düşemeyişi unuturum mutlaka.</p><p>Mutlaka unutmak, belleğin utancı. Belleğin utancı ya,</p><p>üstüme alırım o utancı, giyerim. Sıcak tutar.</p><p> Yanaklarım kızarır: kırmızı yakışır.</p><p>Kırmızı yakışmaz herkese öyle. Düşeyim diye kendini savurup savurup </p><p>hep kendinde kalana - öyle ceza gibi - kendi kalana.</p><p>Bana,</p><p>kırmızı yakışır. Çok yakışır.</p><p><br /></p><p>Mey</p><p><br /></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgl57X3GIekgDhQbBW76phN5dgmOVICH23IY49cwEch90GC9BzJGRgqeazt-Q3neyGnM0PVl8emhEeXS1zbWFEex8ZvmlUGmV_iR4EKzVTi9NN0Db3ri2XHU1RXrlUdu63aybpsnCRvNzth/s960/10300878_817875841578407_5008729884442495457_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="641" data-original-width="960" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgl57X3GIekgDhQbBW76phN5dgmOVICH23IY49cwEch90GC9BzJGRgqeazt-Q3neyGnM0PVl8emhEeXS1zbWFEex8ZvmlUGmV_iR4EKzVTi9NN0Db3ri2XHU1RXrlUdu63aybpsnCRvNzth/s320/10300878_817875841578407_5008729884442495457_n.jpg" width="320" /></a></div><br /><p><br /></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-5980380460462614922020-12-16T13:47:00.007-08:002020-12-16T13:47:56.844-08:00D V Y<p> </p><p class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;"> </span><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Gerçekten ürkmeyiz de zihnimizin oyunları
ödümüzü koparır. Çekmecedeki düşman hem oyun hem gerçek. Ben de öyleyim.<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Başka bir şeyin arayışındayken bulunan ve epeydir akla
düşmemiş şeyle rastlaşmanın heyecana benzer bir kıpırtısı oluyor. Önemsiz,
çoktan unutulmuş – unutulması için çabalanmış olması muhtemel -, artık
olmadığın bir seni içeren – tam olmadı -. Bir daha deneyelim: Artık olmadığın
senden izler taşıyan ve epeydir olduğun sen’e çokça yabancı, bundandır ki,
tuhaf bulduğun; bir yabancının gizine meraklanıştan sorulandığın ve sorunun
yanıtına sahip olmak sıkıcı günlerine biraz değişim, birazdan biraz fazla
heyecan getirecek gibi göründüğünden sevindiğin bir bulma hali insana neler
ediyorsa, o oluyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Tanıdın aslında, tanıyacaksın tabii. Onca yarenlik, az şey
mi? Neden bu tebessüm peki?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Bunu şimdi sorma!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Varsayma’dan kurtuluşun göründüğü vakitlere rastlıyor bu
nesneyi bir kenara kaldırıp, unutuşu kutsadığın günler. Oysa ortaöğretim
seçmeli psikoloji, üçüncü ünitede altını çize çize yazar:<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Mutlak unutma yoktur!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Zaman ilerleyişini ve
işleyişini sürdürür diye belledik. Zamanı kesintiye uğratamazsın, dediler
inandık. Zaman anını bekleyenleri kollar demediler, bilemedik. Seni geriye,
dönmeyi aklının ucundan geçirmediğin bir ana fırlatıverir de demediler,
başımıza gelince şaştık kaldık.<o:p></o:p></i></p>
<p class="MsoNormal"><o:p> </o:p></p>
<p class="MsoNormal">Doğada olup bitenin yine doğada olup bitenlerle açıklanması.
Kabullenebileceğin dümdüz yargılar. Doğruluk değeri olsun yeter.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->D V Y<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Bunlar seni ikna eder. Boynunu büker, bu böyle dersin. Bitti,
gitti.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ama nedir bu gizemli haller? Çekmeceye saklanmış, sessiz
sedasız beklemiş, beklerken pusatını bilemiş, süslü cinayet planları yapmış,
dişini de sıkmış besbelli. Şimdi neremden vuracak seni?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Saman altı ettiğim kızgınlıklarımdan belki,
belki de allamayı sevdiğim düş kırıklıklarımdan.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Boşa sinmiş, planlar yapmış o vakit. Bunların acıtacağı olsa
olsa boyanın akıp gidişi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->İntikamını sevsinler!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Merak içini kemiriyor. Az çok bilir gibiyim, diye
düşünüyorsun. <o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Epeyce güçlü tahminlerim de var.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal">Ama yine de varsayımsallar. Doğrulanmaya muhtaç sezgisi
bile, içini bayram yerindeki korku tünelinin önüne götürüp bırakıyor. Kapı önünde
azabından çekinen ama içeri girmenin cazibesinden kendini kurtaramayan
çocukların bekleyişi gibisin.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Kişisel dehşetini, sosyal dehşete ikame etmedin
mi sen, diye sorma şimdi!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Yüz yüzesiniz.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Yaban bakıyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Nesne bakmaz, aklını başına al.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Domuz gibi bakıyor işte, aklımın burada, tam şu
anda işi yok! Yaban bakıyor.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Bilemedi seni. Gönül mü
koyacaksın şimdi buna? Sen onu bildin, o seni bilemedi.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Bilmezden geliyordur belki de. Olamaz mı?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Kıçı başı dağıttın iyice, bi dur!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Soluklanıyorum. Derince hava çekiyorum içime. Tutuyorum
biraz, sonra az az geri veriyorum. Ciğerimin sızısını böyle atıyorum dünyaya.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Çok anlatıp hiçbir şey
söylememeyi sana kim öğretti?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Belleğim oyunda belli ki. Gidip gelen; gerçek
mi, sanı mı bilemediğim yaşam kırıntıları atıyor önüme muhtaçlığımdan her
birine yapışıvermem. O yolları yürüdüm mü, o sözler döküldü cidden ağzımdan,
olmayanlar sahici miydi? Soruyorum ve cevap: D V Y<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Çok güzel!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Limoni kokuyor. Kokuya limoni
denir miydi?<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Denilmezse de, dedin atık.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Çürük limon değil ama <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>bildiğin taze ve mis kokulu olanlardan.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Nesne kokar. Bunda bir sorun yok.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Nesne koku yayar. Yaban baktığı
senin kuruntun. Koku ve bakış hem oyun hem gerçek.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Oyuncu bir gerçek!<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Nesne bir başka nesnenin içinde. Nesneyi
başka bir nesnede gizledin. Sözü başka bir sözde.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> - </span></span></span><!--[endif]-->Beni başka bir bende.<o:p></o:p></p>
<p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">Düşman, hem oyun hem gerçek.</p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">- Ben de öyleyim.</p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"><br /></p><p class="MsoListParagraph" style="text-indent: -18pt;"> Mey</p><p class="MsoListParagraph" style="text-indent: -18pt;">.<o:p></o:p></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><o:p> </o:p></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18pt;"><br /></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"></p><div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhep280WkUlTakDg7FbCtsrXsiHN5nM9AJ4kuWYPDG6E9QmMkzz7TBmU87cBr0HcFnc3VlMg-Ke1VfUq5hIbJBbFWaAEtYtLz00A7siJT_1ZqOEptjNl4bqa9xbn35MoFF4W4y0-UqFRYax/s500/252119_10150279747050762_664340761_7596420_1280724_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="500" data-original-width="400" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhep280WkUlTakDg7FbCtsrXsiHN5nM9AJ4kuWYPDG6E9QmMkzz7TBmU87cBr0HcFnc3VlMg-Ke1VfUq5hIbJBbFWaAEtYtLz00A7siJT_1ZqOEptjNl4bqa9xbn35MoFF4W4y0-UqFRYax/s320/252119_10150279747050762_664340761_7596420_1280724_n.jpg" /></a></div><br /><o:p></o:p><p></p>
<p class="MsoListParagraph" style="mso-list: l0 level1 lfo1; text-indent: -18.0pt;"><!--[if !supportLists]--><span style="mso-ascii-font-family: Calibri; mso-bidi-font-family: Calibri; mso-fareast-font-family: Calibri; mso-hansi-font-family: Calibri;"><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";"> -</span></span></span></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"><br /></p><p class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;"><br /></p>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-42689790882522236682020-08-24T15:31:00.001-07:002020-08-24T15:31:14.696-07:00İçkinlik planı<i>Neye içkin olabilirsin? Tümüne, ne varsa, yayılmak, kaplamak, içermek ve içerilmek. Ne tuhaf düş! Düş mü, belki de erek gizliden.</i><br />
<i><br /></i>
<i>Açılmak, açmak, o'na ve ben'e dönüşmek. Büyürken küçülmek hepten ve yeniden hiçleşmek. Ne tuhaf erek! Erek mi, belki de arzu en koyusundan.</i><br />
<i>Benden çıkmak ve çıktığını ben'e dönüştürmek. Ne tuhaf arzu! Arzu mu, belki de bir fikir tohumu, henüz toprağa düşmemişinden.</i><br />
<i><br /></i>
Dışındaki dünyaya bakmak, bakma ve görme eyleminin yorgunluğuna dönüştüğünde, ' bakma o zaman ' demiştim. Söze itaat meylim bilinen bir şeydi, bakmayı kestim. Az'ı olmayanların, dibi bulma hevesliliği bende de vardı, gözümü kırpmadım.<br />
<br />
Ama insan bakan bir varlıktı: neye bakacaktım?<br />
Dışını terk etmişlerin içe dönüşü bir seçenekti; seçeneklerin en klişesiydi hem de. Yüz vermedim.<br />
İç'in kabaran ve taşan ve yayılan bir oluş olduğunu o zaman öğrendim. Kahve falı bakanların ağzında alışkanlığın sözü: İçin kabarmış. Hayrolsun!<br />
<br />
"Kopuş, sükseli bir sözdür" dedi biri, yapışıverdim kopuşa meyletmiş yanlarıma. Kendime bağımlılıklar uydurdum.<br />
Bana sözkolik dediler!<br />
<br />
Sakinledim ardından, ' bırak bu iç -dış meselesini,' diyen tatlı dilime kandığımdan.<br />
Sükunet- gidene - ve metanet - kayba-<br />
<br />
Büyüyen küçüldü, küçülen büyüdü. Uyku öncesi düşlerimi yarım bırakıp sızıverdim geceden geceye.<br />
<br />
Düşünde kelebek olduğunu gören adamın, adam olduğunu gören bir kelebek mi, yoksa kelebek olduğunu gören bir adam mı olduğuna ilişkin kadim sorunun etrafında dolandım, eski bir şarkıyı mırıldanarak. Ne fark ederdi? Cidden!<br />
<br />
Dış'ın iç, iç'in de dış olma ihtimalini sevdiğim anda; ben benim, o ise hep oydu. Anladım ve yanaştım ihtimalin dibine. Yayan ve yayılan bir 'şimdi"de, "ortada bir varlık " olarak iç içe geçmişliğimizin ağırlığında, " kopuş"un süksesine özeniyorum, yalan yok.<br />
<br />
Biliyorsun kopmayı ve oradaymışsın gibi rol kesmeyi.<br />
Biliyorsun yapışmayı <span style="text-align: center;">ve orada değilmişsin gibi zulada devasa bir göz olmayı.</span><br />
<br />
Durmaz, durdurulamaz bir genişleme hali kalbim, ondan daha azgın bir akış zihnim. Kimse, ama hiç kimsenin önüne geçemeyeceği sessiz bir inatçılıkla usulca ilerliyor.<br />
<br />
İç dış'ı kaplarken,<br />
dış, iç'in içleminde nihayetinde.<br />
Bir de bakmışsın, öyle işte.<br />
<br />
Mey<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgd76NDt_2Dmh2LcBW8eO0fD3Kd2VwzhNMs5i3MdEwsqF5MJciI2KGSTpRG499p273-61owZ2jMjlLpFIdL2a4H-PN48FiujEjIOq78iUdGnEO79tlgOxEc7Jl7afqaG0b7Xr1hHa_5N5sJ/s1600/20200814_105325.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="591" data-original-width="500" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgd76NDt_2Dmh2LcBW8eO0fD3Kd2VwzhNMs5i3MdEwsqF5MJciI2KGSTpRG499p273-61owZ2jMjlLpFIdL2a4H-PN48FiujEjIOq78iUdGnEO79tlgOxEc7Jl7afqaG0b7Xr1hHa_5N5sJ/s320/20200814_105325.jpg" width="270" /></a></div>
<br />
<br />
<br />
<br />
<i><br /></i>
<i><br /></i>Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-66081828375666694222020-08-05T16:34:00.002-07:002021-01-12T06:09:38.132-08:00Öykü Bu<br />
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Atları salmışlar…<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
Yol uzayacak gibiydi. Yolun kendisi uzamaz. Yolu alan varışı
geciktirir olsa olsa. Yavaşlar, duraksar, oyalanır, geriye bakar, geride
kalandan medet umar kimileyin. Yolun suçu yok, yolda olan da suçlanabilir mi,
değişir.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Vakitlice çıkmalı, diye düşünmüştüm. Öyle ya, sıcağa kaldın
mı çekilmez olur yol da yolculuk da. Gün doğmadan uyanmalı ve yola düşmeli.
Annemin demesiyle, gece yatmayı sabah kalkmayı bilmeyenlerden oluşumu hesap
edememiştim her zamanki gibi. Kalk, kalk öğle oldu! Çarçabuk hazırlanma,
aceleye getirilmiş bir çıkış, acelenin evde unutturdukları. İpinden koparılmış
tazılar gibi şehri terk ediş. Trafik kilitlenmeye yüz tutmuşken il sınırını
geçiş. Sonra, yolun tenhasında geceyi de içine alacak uzun mu uzun bir gidiş. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gidesim yoktu aslında. Çok önceden planlanmış bu yolculuğun
başlangıç zamanı yaklaştıkça isteksizlik büyümüştü içimde. Götürülecekleri
hazırlayışı ertelememden belliydi canım yol çekmiyor, evden çıkmaksızın geçen
günlerin serilişini bırakıp gidesim gelmiyordu. Vakit geldi, enikonu zorladım
kendimi ve işte yoldayım. Şehri çıkar çıkmaz isteksizliği yenip, arkama
yaslanarak müziğe ses verdim. Alabildiğine uzanana bozkırları geçeceğim önce,
ardından biraz yeşillenecek geçtiğim yollar. Kalabalıktan uzak, tenha ve çayı
bozulmamış uğraklar bakınacağım birkaç saatte bir. Neşeli şarkılar dinleyeceğim
eşlik etmeksizin ve yanıma almayı unuttuğum eşyaların listesini uzatacağım
zihnimde. Ardımda bıraktığım büyüklü küçüklü kentleri mekân tutmuş öyküler
kuracağım, uyku bastıracak derken, kenara çekip gözlerimi kapatırken atları
düşüneceğim.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Böyle böyle azaltacağım
yolu. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Atları</i>…<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Azar azar ölüyor istek. Pis çağ, ondan. İnsandan vazgeçiliyor
ilkin. Kendine uzanacak bir vazgeçiş yolu yürüyorsun günbegün. Haber tiksintisi
ile başlıyor, sosyal medya denilen şey büyütüyor iğrenmeyi, sokak insan demek,
her yabancı tehlike. En savunmasızlara yükleniyor kötülük. İzlemesi sana işkence.
Kimseye inanasın gelmiyor. Arapçadan geçme siyaset sözcüğü, seyisat’tan
geliyor. Aynı mekânda uyuyamaz atlar, haz etmezler dar alanları paylaşmaktan. Ondandır
her birini ayrı bölmeye koyarlar haralarda. At gibisin kardeşim! Seyisinin kokuşmuşluğu
her yerinde.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Atları Salmışlar</i>…<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sivrihisar’ın sivri olan ucu görünüyor uzaktan. Arka koltukta
taşıma kutusunda hapis kedi cılız bir itiraz nidası veriyor. Yatıştırıcı olduğunu
umduğum bir sesle avutmaya çalışıyorum kediyi, taşıma kutusunun imgesi sesimde
yalan bir tınıya dönüşüyor. Kendi yalanını yakalamışların utanmaz olmayı
öğrenmeleri işten değildir, utanmıyorum. Şoförler Odası’nın bir tesisi olacak
şuralarda bir yerlerde, çayı iyiydi. Kaçırmamak için dikkat kesiliyorum. Azı gitti
çoğu kaldı yolun. Yol yürümek öğretir, diyen biri vardı sanki. Omuz silkiyorum,
kimdi hatırlayamayınca. Yürüyen mi kaldı? Allah vere de adamlar çayı bozmamış
olalar’dan başka bir şey düşünecek halde değilim. Hal mi kaldı? Kedi sesleniyor,
sesine sesleniyorum, ne varsa sesimde topu yalan dolan.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Çay kötü. Kaynamış, kaynamış kendi olmaktan çıkmış.
Maskeleri çene altında insanlar safları sıklaştırıyorlar. Kaptığım gibi sepeti kaçar
adım yoluma düşüyorum. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Atları…<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><br /></i></div>
<div class="MsoNormal">
Ne vakit birileri anlamsızlıktan dem vursa, hâkim olamıyorum
kendime, hermeneutik sözcüğünü binlerce kez yineliyorum zihnimde. Sevgili
Hermes, az öte git. Kültüre dayalı (kadınları, çocukları hayvanları ); tarihe
dayalı ( diri yakılanları, bombaları, ölmeye yatırılanları); deneyime dayalı (
yalancıları, korkakları, kibirden önünü göremeyenleri) hermeneutik bir
bataklığa gömme alışkanlığındandır anlamın metan zehirlenmesi. Eğer çarpıcı bir
dizeye denk gelirsek biraz daha derin bir düzeyde anlayışa ihtiyacımız olur. Dizeleri
yorumlarken bir bütün olarak şiir anlayışımız değişmeye ve bundan dolayı
kavrayışımız derinleşmeye başlayabilir. Bu duruma “hermeneutik döngü” adı
verilir. Rica ederim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;">Atları salmışlar…<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;"><br /></i></div>
<div class="MsoNormal">
Herkes Afyon’da mola verir. Yolun yarısı. Teğet geçelim,
dedim kediye. Gün çekilirken denize gireriz. Gözümde büyüyor yol. Yolun kendisi
uzamaz. Yolu alan varışı geciktirir olsa olsa. Yavaşlar, duraksar, oyalanır,
geriye bakar, geride kalandan medet umar kimileyin.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Geride gözüm yok oysa.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Atları salmışlar, çölü büyütmüşler. Hermeneutik bir tiksinti
bırakmışlar.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Geride kalan ben, varan ben’e lüzumsuz bir göz kırpış oldum
olası. Neyse ki <i style="mso-bidi-font-style: normal;">atları</i>… <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mey<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsO9unLwg-RUyy9TeJzcIQblb-sI2v4xS0QxPtCm5lkHn0D5uD1cX4pv77MZM5T3w1twmQJjRlkvC2XmAjHDdIoREnEh2HQsutx5c_cqkTeud-1tMX2ISO6fXqXz9nEKM519Dje9GosZVV/s1600/images.jpg" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="194" data-original-width="259" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhsO9unLwg-RUyy9TeJzcIQblb-sI2v4xS0QxPtCm5lkHn0D5uD1cX4pv77MZM5T3w1twmQJjRlkvC2XmAjHDdIoREnEh2HQsutx5c_cqkTeud-1tMX2ISO6fXqXz9nEKM519Dje9GosZVV/s1600/images.jpg" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-65924374726235454562020-05-12T09:34:00.003-07:002020-05-12T10:14:49.715-07:00KabukKabuğunun ardına sinmiş yara,<br />
sokak, gerçeğin kiri.<br />
Kaldırma sakın kabuğu, bırak gitsin altındaki irin inebildiği kadar derine.<br />
Sonra yarıştır zihnindeki irini uzvundakiyle<br />
Bak çağ kazandı.<br />
Tiksinene<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
kadar yinele bunu: çağ kazandı, gün kazandı, sokak kazandı.<br />
Sonra yut safrayı, koş " avm " ye.<br />
Koş ve önüne çıkan ilk gerçek artığına haykır bunu: Düşün kadar konuş!<br />
<br />
Mey / Melek Ekim Yıldız<br />
<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQnAEt_DVywY-zn-ofc5ai8zoklG2p1fa8uKgCsYF_HQ_J2lHIWJ7zy3BT4UEMSbDNVuyL_SmsKlgSTFe0HBRkwCiw_KQxkCRiB4gWjHICi-7Rv0cNK7gvNwxxZvrMSDBnzLWd3La0fynF/s1600/Felsefi-Sorular-218x150.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="150" data-original-width="218" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjQnAEt_DVywY-zn-ofc5ai8zoklG2p1fa8uKgCsYF_HQ_J2lHIWJ7zy3BT4UEMSbDNVuyL_SmsKlgSTFe0HBRkwCiw_KQxkCRiB4gWjHICi-7Rv0cNK7gvNwxxZvrMSDBnzLWd3La0fynF/s1600/Felsefi-Sorular-218x150.jpg" /></a></div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-13313356721703631882020-05-03T15:23:00.000-07:002020-05-03T15:23:34.491-07:00Chopin Sabahı<br />
<div class="MsoNormal">
Nicedir bir öykü yakmadın, dedim kendime. Sabahtı. Sabahın erkeni.
Balkona çıkmıştım, bahçe yeşermiş, ağaçlar baharmıştı epeydir. Sabahtı diye
sessizdi hem. Çok oldu öyküyü yakmadım, diye düşündüm yine. Öykü okudum ama. Düşündüm
de. Kurup bozduğum da oldu. Köstebek misali çukurlar açtım sağa sola. Nasılsa bir
gün içini doldururum diyerekten yüreklendirdim kendimi. Bahçe çok yeşil, gözümü
alıyor rengi, karşıya sıralanmış benimkinin eşi evler ıssız görünüyor gözüme. Balkon
onların giriş kapısına bakıyor, neyse ki ağaç çok. Görünmüyorlar. Issızlıkları işitiliyor
ama. Ben çıkınca kediye cesaret geliyor. Enikonu alçak olan balkondan
atlayıveriyor otun böcüğün içine. Bir başka erkek kedinin yolu düşmese bari
bizim buraya, diye geçiriyorum içimden. Yüz yüze durup, kabardıkça kabaracak,
kendi dillerinde diklenecekler birbirlerine, ben bir telaş balkondan atlayıp
bizimki zarar görmeden yetiverme derdine düşeceğim. Sokakta yaşayanlar kavgaya alışıklar,
benimki de tam dayaklık. Ama erken. Kediler de çıkmamışlar piyasaya. Tadını çıkarsın
saksağanların peşinden koşturmanın diye bırakıyorum gitsin.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Chopin sabahı. Öyle. Ağır, ince ve hafif serin. Zihnimde bir
el basıyor notalara. Hafif bir üşüme geliyor o anda. Kaç zamandır öykü
yakmadın, diye geçiriyorum içimden yine. Uyudun, rüyaladın birbirinden
karmaşık. Yedin, içtin, korktun, güldün, üzüldün, okudun, izledin, çalıştın,
uyandın, düşmedin hiçbir rüyanın peşine, tiksindin sokakta yaşanan günden, ne
olacak böyle diye sordun, boş verdin, sustun, hamur mayaladın, süt kaynattın,
yoğurt tuttun, anneni ve kardeşini merak ettin, kızının boynundan öptün. Ama kaçtın
öyküden. Zamanı değilmiş bahaneleri, neyin öyküsü bu korku hayatının içinde
sızlanmaları, tiksintisi eksik değil seni çevreleyen yaşamın. Öğürme ve yutma.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Kedi oradan oraya zıplıyor uçuşan bir şeylerin peşinde. Uçuşan
şeyleri kovalamanın keyifli olduğu geçmiş günler geliyor aklıma. Sırıtıyorum.
Şimdi, sabahın dibinde nereden çıktı bu? Kalk bir çay koy, diyor güne başlamaya
meyilli yanım. Az dur. İyi böyle. Birazdan güneş yükselecek; yakındaki,
karşıdaki, iki yandaki evler uyanacak. Kıpırtılar, içerisi havalansın diye
pencere açmalar, belki balkonlara, bahçelere çıkmalar başlayacak. Sokak kedileri
benimkinin peşine düşecek, Chopin sabahı bitecek. Sonra gün, hip hop.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Öykü yakmadın, çünkü düşmanlaştın diyorum bu kez acımasızca
kendime. Çok düşmanlık biriktirdin içinde. Bak yine sırıtıyorsun. Bunu reddedemem.
Ne zaman fark ettim, bu ne hınç diye sordum, çoktan ölmüş gitmiş adamlara bu
kin nereden çıktı? İlk kime diş biledim? Uyar’dı galiba. Okuyordum, okuduğumu
ilk kez anlamış gibi sarsılmıştım, sonra bir şirretlik çöktü üstüme. Söylendim,
söylendim, attım gitti kitabı elimden. Arkası geldi sonra. Biraz Süreya’dan
tiksindim, biraz Anday’a delirdim, Cansever’e de epeyce ilendim galiba. Evlerden
uzak, dedim ve şiiri yıktım içime. Moloz yığını söz, azıcık hava yükselse göz
gözü görmüyor ve ben diş biliyorum körleşmeme.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Chopin sabahı ve az kaldı, tek notaya daha basmayacak o el.
İçeri girip çay suyu koyacağım ocağın üstüne ve zihnimin uzak köşelerinde yeni
çukurlar açacağım, ağzımda ıslık: Nocturne. Düşmanlığım baki.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mey<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiqDTCXnqMiRjGPrGGU5KO5Z5KdVE_Dz92yVeHtTPbKbK7PGjIzhJ3Z7NjPtDgzT52nNV3ILf39eRAKBaQJehHJYXoFpbPMtBoQl1uOSvScciNezMWV7wtNBp8aPd39RJxW5Fu5zw5pp1l/s1600/indir.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="177" data-original-width="284" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgiqDTCXnqMiRjGPrGGU5KO5Z5KdVE_Dz92yVeHtTPbKbK7PGjIzhJ3Z7NjPtDgzT52nNV3ILf39eRAKBaQJehHJYXoFpbPMtBoQl1uOSvScciNezMWV7wtNBp8aPd39RJxW5Fu5zw5pp1l/s1600/indir.jpg" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-91298039758178012722020-03-23T16:47:00.001-07:002020-03-24T04:44:02.706-07:00Hastanede<br />
<div class="MsoNormal">
Hastane sözcüğü ile soru işaretinin zihninde yan yana
geldiği sırada Kurtuluş Parkının kuytusunda bulduğu bir banka uzanmış, inecek
karanlığın beraberinde getireceği, teninde yangına dönüşecek soğuğu bekliyordu.
Bankta üçüncü gecesi olacaktı. Çöp konteynerinin yanında bulduğu mukavva kutuyu
açmış ve tahta bankın üzerine sermişti. Sırtına aldığı eski battaniye de başka
bir konteynerin dibinde bulup sevinçten havalara uçmasına neden olan hazine
avından gelen ganimetti. Yine de üşüyordu. Hava soğuktu ve dışarıda geçirdiği
bu gecelerin birini buz tutmuş olarak tamama erdirmesi işten bile değildi. Zihni
çözüm aranırken, günlerdir gözünün önünde duran, gecenin karanlığını tüm
odalarında yanan ışıklarıyla delen hastane binasına bakmayı sürdürmüştü. Oranın
büyük bir kampüs olduğunu ertesi gün görecek, duyu deneyimi bilgiye
dönüşecekti. Önce soru işareti belirdi, hastanelerin günün her saati sıcak ve
aydınlık olduğu varsayımı sonradan geldi. Daha büyük bir soru işareti sırasını
beklemeye sabrı yoklar gibi kendini belli etmeye başlamıştı. Girebilir miyim? Uzunca
tarttı kafasında. Kurdu, bozdu, yaptı, beğenmedi. Bir daha. Yaptı, kurdu,
bozdu, güvenmedi. Yeniden.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gece vakti tenhalaşır sokaklar gibi hastaneler de. Muayeneye,
tahlile, sonuç göstermeye, reçete yazdırmaya, hasta ziyaretine gelmişler
çekilir akşamın oluşuyla. Üst katlarda çok kişilik, şanslıysa tek kişilik
odaların ıssızlığına çekilir şifa umanlar. Refakatçiler koridorlarda volta atıp
uykuyu çağırırlar, nöbetçi hastabakıcılar, postalar, hemşireler, asistan
doktorlar rutin döngülerinin arasında gözlerini yumarlar üç beş dakikalığına. Girişte
bir iki güvenlikçi gireni çıkanı gözler. Giren çıkanın azlığı girmemesi gerekeni
görünür kılar. Gece girilmez oralara. Yarın gider kolaçan ederim diye düşündü. Yarına
çıkarsam elbet, dedi ardından. Erteledi sandı aklına gelenin olabilirliğini
kontrolü ya, edemedi. İçi kıpır kıpır, umut yalıyor soğuğun yaktığı yerlerini
şimdi. Umudun soluğunun sağaltıcı olduğunu unutmuş çoktandır, yok yere ısındım
sanıyor budalaca. Şuncacık yol, git bir bak diyor içinde çok üşümüş bir ses. Git
kolaçan et. Ne var ne yok?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Caddenin iki başını tutmuşlar. Biri İbn Sina, diğeri
Hacettepe. İkincisi daha büyük görünüyor ve daha ışıltılı akşamın karanlığının
altını çizercesine. Hacettepe’den yana dönüyor. Şehrin içinde küçük bir şehir
gibi sıralanmış binalar, adlarını okuyor tabelalarına bakıp bakıp. Çocuk
hastanesi, Erişkin hastanesi, Dişçilik fakültesi, Eczacılık Fakültesi. Tüm bunların
arasına serpiştirilmiş kafeler, büfeler, oturma alanları. Çocuk hastanesini
kafadan siliyor ilkin. Dişçilik ve Eczacılık fakülteleri de işini görmez.
Erişkin hastanesinin iki büyük binadan oluştuğunu görünce umudu ısıyı hararete
dönüştürüyor. Giriş kapılarının önünden bir iki geçiyor. Güvenlikçilerden biriyle
göz göze gelmeyi istemediğinden çok oyalanmıyor. Yedi numaralı kapıdan
girebilir girebilirse. Daha yeni gibi duran binanın girişi çok güven vermiyor. Kampüsü
dolaşıyor usulca. Büyükmüş, diyor. Büyük gerçekten de. Üstelik belli
noktalardan durup kente baktın mı; nasıl güzel, nasıl masum, nasıl büyüleyici
görünüyor. Aldanmaz bunlara oysa. Kentin kalleşliğini çoktan belledi. Yine de
nasıl güzel, nasıl masum, nasıl büyüleyici. Kampüs hem ağaçlıklı hem de bol bol
bankı var. Hepsi göz ününde gibi dursa da ola ki bir kuytusu vardır, diye
bakınıyor. Geceyi burada geçirip sabah erkenden yedi numaralı kapıdan girmenin
yoluna bakmalı. İçeri girse, bir tuvalet bulup eline yüzüne bakılır hale
getirebilse kendini, sonra keşfe çıksa koridorları, servisleri, her bir katı. Arayıp
bulsa gece çöktü mü ıssızlaşan bekleme sandalyelerinin en kuytuda olanlarını. Yedi
numaralı kapıdan geçiyor inine giden yol, bundan emin artık. Ağaçların arasında
kalmış göz önünde olmayan bir banka yerleşmeye hazırlanırken, umutsuz bir aşkın
adını çağırır gibi içinden zikrediyor: Yedi numaralı kapı. Yedi numaralı kapı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gün doğmadan açıyor gözlerini. Güçlükle. Buza kesmiş
bedeninde her bir nokta. Alacalanmış göğe bakıyor, sonra uzaktan yedi numaralı
kapının bulunduğu binanın siluetine. Tek tek hareket var kampüsün içinde. Henüz
girmeye davranmak için çok erken. Beklemeli daha. Açlığın sızısı önce midesinde
ardından zihninde. En son ne zaman doymuş hissettiğini bilmediğini anımsamanın
da yeri değil şimdi. Kalkıyor ve donayazmış yerlerini sıvazlıyor donayazmış
elleriyle. İleri geri yürüyor. Az dayan diyor, yedi numaralı kapının ardı
üşümemek bundan sonra. Az daha dayan. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İki saat geçti geçmedi ana baba günü oldu kampüs. Tüm kent
burada sanki, diye düşünüyor. Yedi numaralı kapının önünde ileri geri hareket
ederken fark ediyor ki, davransa kimse onu durdurmayacak, nereye diye soran
olmayacak. Kapıdan giren çıkan öyle çok insan var ki rahatlıkla aralarına
karışıp girebilir içeri. Sonrası Allah kerim. Yine de o giriş anı sonsuzluğun
içinden geçmek gibi geliyor ona. Bir el omzuna dokunacak, hop hemşerim nereye
diyen bir ses duyacak, önüne set çeken bir üniformalıya toslayacak korkusuyla
kalbi ağzında atıyor. Hiçbir şey olmuyor önce. İçeride. Asansörlerin yanında
duran güvenlik görevlisinin dikkatini çekmesine, adamın kendisine doğru hamle
yapmasına ramak kaldığını fark edince, en yakınındaki olduğu için sağdaki
koridora atıyor kendisini. Mutluluk içinde kanat çırpan bir kuş. Ve kuş aniden
maruz kaldığı ısının vücudunu pelteleştirdiğini haber vermek istercesine
çırpıyor kanatlarını. İşte orada bir tuvalet. Dar atıyor kendini içeri tuvalet
kapısından. Kabinlerin önünde içeridekinin çıkmasını bekleyen iki adam var. Musluklara
yöneliyor ona bakıp yüzlerini buruşturduklarını fark edince. Aksini tanıyamıyor
ilkin aynada. Müsvedde'm, diyor aynadaki aksine usulca. Anlatmaya kalksa
anlatamaz insanlıktan çıkmış görüntüsünü. Düzeltebilirsen düzelt bunu şimdi. Saç,
sakal birbirine karışmış. Pis enikonu. Üstü başı dökülüyor. Nasıl etsem, diye
soruyor musluğa sarılırken. Su sıcak akıyor. Musluktan akan suyun tenindeki
etkisi büyük bir şaşkınlık onun için şimdi. Öylece tutuyor ellerini akan suyun
altında. Sonra gözü sabun kutusuna takılıyor. Durma şimdi. Ellerini, yüzünü,
saçlarını. Temizleyebildiği her yeri temizlemesi dakikalar sürüyor. İçerideyim diyor.
Su sıcak, bina sıcak. Şimdi keşif zamanı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dördüncü kattaki özel odalardan birinde kalan hastanın MR
çekimi için götürülmesini fırsat bilip, odanın banyosunda yıkandığında
hastanedeki dördüncü günüydü. Şampuanı kullandı ama adamın lifine dokunmadı.
Kullanılmamış bir diş fırçası bulabildiğinde bir hafta geçmişti. Bir iki üst
baş çaldığını saklamanın anlamı yok. Servislerde dolanıp, alınmadan hemen önce
yemeğin yenilmeden bırakıldığı tepsileri kolladığı çok oldu. Geceleri C katının
ıssızlığında uzandı kuytu koridorlardaki banklara. Hastaneyi devasa bir eve
dönüştürmesi bir ayı buldu. 6. kattaki kalp damar cerrahi servisinin bekleme
salonundaki sandalyelere oturup pencereden dışarıyı izlemeyi sevdi. Kentin ışıklarını,
uzaktan görünen Atakule’nin heybetini, kafasını az sağa çevirince Anıtkabir’in
göğe uzanan ışıltısını. Bir akşam yine o koltukta oturup dışarıyı izlerken
gençten bir adam yanaştı yanına. Oradan buradan derken utana sıkıla derdini
açtı adam. Babası yatıyormuş 621’de. Biliyorsun özel odalar dışında refakatçiye
yatacak yer yok. Bir kuru sandalye. Her gece de kalamıyorum. Sen hep buradasın.
Görüyorum. Kalır mısın babamla dedi. Para dedi. Yüz elli lira.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Böylece refakatçilik işi başlamış oldu. Hastasının yanında
kalamayan ama onu yalnız bırakmaya gönlü razı gelemeyenlerin imdadı oldu kısa
sürede. Kulaktan kulağa yayılır böyle işler. Akşam 19.00 – sabah 08.00 arası
hiç tanımadığı hastaların başucunda oturdu. Tuvalete gitmelerine yardım etti
kiminde, kiminde sürgüyü sürdü altlarına. Susadılar mı su verdi, uyudular mı
pencereden dışarıyı, ışıkları, gelip geçen otomobilleri, damlarda gezinen
kedileri, kedilerden kaçan kuşları izledi. Gecesi yüz elli lira. Güvenlikçilerle
ahbap oldu, gündüz dolaşmalarından dönerken bir paket sigara alıp bıraktı
masalarına, demledikleri çaya ortak oldu, başka refakatçilerin dertlerini
dinledi. Servis postalarının çarşaf değiştirme, hastayı o tahlilden bu filme
götürmelerine, odalardaki çöpleri boşaltmalarına yardım etti yerinde. Hemşirelerle,
hastabakıcılarla şaka yollu cilveleşmeleri işe yaradı. Hastasının yanında
kalacak birini arayanları ona yönlendirmelerinin altında kalmayıp çiçeklere,
çikolatalara boğdu her birini. İçlerinden birine gönlü kayar gibi olsa, dur
oğlum napıyorsun dedi kendine. Eskiden okuduğu bir şiiri mırıldandı usulca,
susturdu arzunun arsız sesini. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kurtuluş parkını gören pencerelerin önünde durup, bir zaman
üzerinde uyuduğu bankı aradı göz kararı. Özlenir mi o rezillik dese de gün
içinde gidip oturduğu oluyor o banka. Ya kalkmak istemezsem korkusu dipdiriyken
içinde saatlerce oturup uzaktan hastaneye bakıyor. Sonra soruyor kendine: bir
ömür geçer mi o hastanede?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Mey / Melek Ekim Yıldız<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlK4p9fgSTc0A75wA-_pK_DHnHhDdt9IWs0GfgqG0zMVAl90catmw0hTYSL8NWziEEO0bi8d2eeH-WgY9DN4ejfRx36ny_xpApLqX3WT8TWTxotWR_QHU7KWHzMIdqRjza3JiJcizFZ8pg/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="224" data-original-width="224" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjlK4p9fgSTc0A75wA-_pK_DHnHhDdt9IWs0GfgqG0zMVAl90catmw0hTYSL8NWziEEO0bi8d2eeH-WgY9DN4ejfRx36ny_xpApLqX3WT8TWTxotWR_QHU7KWHzMIdqRjza3JiJcizFZ8pg/s1600/images.jpg" /></a></div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-80298176386820180052020-03-04T12:57:00.000-08:002020-03-04T12:57:06.348-08:00Yüzbinbeşyüzbir’in Şarkısı<br />
<div class="MsoNormal">
Gün gibi ortadaydı. Delilik. Diğerinde fark ettiğimiz ama
kendimize konduramadığımız delilik evimize kadar sokulmuştu. Her birimizin aklı
başka bir yana kaymıştı o günlerde. Delirmeye meylimiz bilinen bir şeydi. Artık
kanıksamıştık da bu durumu, korkmuyorduk.<span style="mso-spacerun: yes;">
</span>Balatayı sıyıranın ilk kim olacağı konusunda şakalar yapıyor, her
birimiz bahsi diğerinin üzerine oynayıp, kazanacak olana ilişkin öngörülerimizi
iddiaya dönüştürüyorduk. Ailece oturulan sofraların gizli ve açık gündemini
diğerleri üzerinden yaptığımız psikolojik gözlemler oluşturuyordu. Annem,
ağabeyimin ilk delirecek kişi olduğundan oldukça emindi. En küçüğümüz, benden
yana umutlu olduğundan dem vuruyordu. Ağabeyim, en küçüğümüzün üstüne yatırıyordu
neyi var neyi yoksa. Pek ses etmesem de gönlümden annemin adı geçiyordu. Belki
de hepimiz çoktan delirmiştik de psikiyatrik teşhis yokluğundan diğerlerine
fark ettirmemeyi başarıyorduk.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Ağabeyim, Eren, eşi onu terk ettiği gün başlamıştı kadın cinayetlerinin
çetelesini tutmaya. İstatistiksel bir hobi olarak tanımladığı bu çalışması, bir
süre sonra işlenen her cinayetin peşine düşüp, ayrıntılı hikâyeler biriktirmeye
başladığında zıvanadan çıkmasını sağlamıştı bana soran olsa. Öldürülen
kadınların fotoğraflarıyla doldurduğu odasının duvarlarına bakarak geçirdiği
saatlerin ardından yükselen kahkahalarını duyduğumuzda, annemin engelleme
çabalarına kulak asmadan onunla gülmeye koşan en küçüğümüzdü. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ağlakkahkaha peşine düşüşünün yollarını
döşeyen en önemli etken, ağabeyimin kahkahalarına ortak olma hevesi olmuştu.
Ama bu sonraki hikâye. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Eren’in kadın cinayetlerinin izini sürmeye başlamasıyla,
annemin ilahiyat okuma kararını açıklaması aynı zamana denk düşüyor. Eren’in
durumu anlaşılır geliyordu o günlerde bana, karısı onu terk edeli çok olmamıştı
ve muhtemelen zihnine dolan kötücül fikirlerden bu yolla uzak tutuyordu
kendisini. Çekinerek sormuştum: “Yeliz’i öldürme isteğini mi dizginliyorsun bu
şekilde?” cevap vermeye tenezzül etmediğinden tespitimin doğru olduğu soncuna
ulaşmakta zaman kaybetmemiştim. Öldürülen kadınların hikâyelerinin izini
sürmek, onu katil olmaktan alıkoyacaksa bırak koşsun bu hikâyelerin peşinden,
dedim anneme. Kaltak, diye hırsla fısıldamıştı annem. Bana değildi tabii. Oldum
olası haz etmediği eski gelininin, oğlunun elinden olmadıkça, bir cinayete
kurban gitmesinde sorun görmediği ortadaydı. Annemin kötülükle mücadelede
radikal bir tutum sergilemesi yeni değildi. Bir süredir, kötülükle top yekûn
mücadele etmenin yolunun, hiç düşünmeksizin kötüyü ortadan kaldırmak olduğuna
ikna olmuştu. İflah ve ıslah olmazlar, daha fazla yer kaplamalarına izin
verilmeksizin yok edilmeliydi ona göre. Eline fırsat ve güç geçse, dünya
nüfusunu üçte birine indirecek gibi konuşuyor ve itirazlarımıza kulak
asmıyordu. Bir listesi vardıysa, eminim, Eren’in – eski – karısı ilk sırada
süzülmekteydi. Oğlunun günden güne delirişini izlemenin onu da delirteceğini
görebiliyordum ama elimden her ikisi için de bir şey gelmiyordu. Annemin
üniversite sınavlarına girmek, üstelik de ilahiyat okumak istediğini açıkladığı
akşam en küçüğümüz Ceren aynı anda hem gülüp hem de ağlamaya başladığında, bizi
dik pozisyonda tutan iplerin gevşediği, hatta kopmaya yüz tuttuğu yalnızca bana
görünür oldu sanıyorum. Bulaşıkları makineye yerleştirirken bundan söz
ettiğimde Ceren, seni de bu delirtecek bak görürsün, demişti. Kimsenin
görmediğini gördüğüne inancın. Hadi oradan tekne kazıntısı diye çıkışmıştım
gülerek. Konuyu erteledik. Ama haklıydı. İnanç veya değil görüyordum.
Başkalarının, gözlerinin önünde dahi olsa, görmeyi başaramadıkları gönülsüzce
izlediğim bir film gibiydi zihnimin içinde. Yakın çevremden başlayarak –
Eren’in içinde devinen zehri, Ceren’in trajik ve komik olana eş zamanlı tepki
verme meylini, annemin Tanrı’yla hesaplaşabilmek için onun dilini öğrenme
arzusunu – suya atılan bir taşın yayılan halkaları gibi genişleyen bir insan
kütlesine dek olan biteni görüyordum. Göz görmezse gönül katlanır, derler ya
gözüm keskin, gönlüm biçareydi. Başını çevirsen ne çare! Zihnin devasa bir göz,
biliyorsun. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Ertesi sabah, mutfak masasının üzerine bırakılmış iki not
gördüm. İlkinde Eren’in el yazısı vardı, acil bir iş için Mersin’e gittiğini
birkaç güne döneceğini, onu merak etmememizi bildiriyordu. İkinci not Ceren’in
el yazısıyla bırakılmıştı. Eren’i taa Mersin’lere yalnız gönderemeyeceğini,
onunla yola çıktığını, ikisini de merak etmemizi yazmıştı Ceren. Gülünecek ve
ağlanacak ne çok şey var şu memlekette, diye eklemişti notun altına. Hemen
twitter’ı açıp Mersin’de ne olup bittiğini kontrol ettim. Boşandığı eşi
tarafından bıçaklanarak öldürülmüş bir kadının haberi hemen düştü sayfaya.
Kapattım. Annemin ayaklarını sürüyerek mutfağa girdiği fark edince, külliyen
delirmiş büyük ve en küçük çocuğunun birlikte çıktıkları yolculuğun haberini
verdim. Kadın oralı değildi. Bir kucak dolusu test kitabı attı önüme. Bunlara
çalışmamız lazım, dedi. Yüzündeki hırsla harmanlanmış motivasyon izi beni
korkutmaya başlamıştı. Biz diye bir şey yok anne, dedim. Ben okuyacağımı çoktan
okudum. Beni dinlediği yoktu. Sınavlara hazırlanacaktı ve ben de ona yardımcı
olacaktım. Anne kaç yaşına geldin, ne üniversitesi şimdi bu, demeye kalmadan
lafı ağzıma tıkadı. Ona gününü gösterecekmiş. Yetmiş dört yaşına bakmadan
Tanrı’ya gününü göstermek için uzun vadeli bir öğretimi göze almış annem
delirmemişse, ben delirmiş olmalıyım diye geçirdim aklımdan. Dershaneye
yazdıralım seni istersen, dedim pişkince sırıtarak. Kinayeyi gözü görecek halde
olmayan annem, dershane yerine TYT matematiği için özel hoca tutmaktan söz etmeye
başladı. Evlerden gelen kiralardan birini bu işe ayırabilirmiş. Zaten matematik
de ilk sınav için lazımmış; ikincisi, yani AYT sözelmiş. Onları da okuyup sörü
çözerek halledebilirmişiz. Hala çoğul konuşuyor, zihnindeki çoğulun içine beni
de dâhil ediyordu. Şimdi Mersin’de olmak vardı, diye düşündüm tabii. Eren ve
Ceren kendilerini neyden kurtardıklarının farkında bile değillerdi. Ne hesabın
var onunla diye sorduysam da ses etmedi. Kaldırıp atmamdan korkuyormuş gibi,
ellerini kitapların üzerine koymuştu. Uzunca bakıştık. Pes ettim sonunda. Ben
biraz daha uyuyacağım diyerek kaçıverdim odama. Yorganın altına girip gözlerimi
yumdum. Görmek beni öldürüyordu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Eren ve Ceren, Mersin’den perişan döndüler. Ceren hiç
durmadan gülüyor, gözlerinden akan yaşları kolunun tersiyle siliyordu. Eren’in
ise ağzı kilitliydi. Annemin test kitaplarından kaldırmadığı başına öylece
bakıp iç geçiriyordu. Ceren’i köşeye çekip nereye gittiklerini, gittikleri
yerde neler yaptıklarını öğrenmeye çalıştıysam da pek bir şey öğrenemedim. Hastane,
morg, kadın örgütleri, mezarlık, ninesinin eteklerine yapışmış kocaman gözleri
olmasına rağmen olan biteni görememekten şaşkın iki çocuk, dua okuyan imama
saldıran kadınlar gibi bir dizi laf etti. Sonra sıkıca tuttuğum kolunu kurtarıp
anneme öncüllü sorulardan nefret ettiğini söyleyip Eren’in odasına gülmeye veya
ağlamaya, daha doğrusu ağlakkahkaha maratonuna devam etmeye gitti. İzohipslerle
başı dertte olan annem ellerinden birini yumruk yapmış çukur- tümsek hesabı
yapmaktaydı. Bu evden ve bu delilerden en azından gün içinde kurtulmamı
sağlayabileceği için bir iş mi bulsam acaba diye düşünmeye başladım, annemin
çözmediği test sorularını ona açıklamaktan da kurtulmuş olurdum bu sayede. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Lafını bile ettirmediler elbette. Hiç birimizin para için
çalışmaya ihtiyacı yoktu ve bir arada kalmak, sokağın pisliğinden, insan
kirinden uzak kalmak en iyisiydi. Çok da üstelemedim ben de. Sabah gidilip
akşam perperişan dönülecek bir mesaiye katlanamayacağımı baştan beri
biliyordum. Dizimi kırıp oturdum annemle test kitaplarının başında. Matematik
soruları ikimizi de kahrediyor, tarih müfredatı içimizi bayıyor ve hala
izohipslerle uğraşıp duruyorduk. Sınav tarihi yaklaştıkça iyice hırçınlaşmaya
başlayan annemle ettiğimiz kavgalar da olmasa sessiz sakin yaşayıp gidiyor gibiydik.
Eren ve Ceren ‘in mesaileri bizimki kadar yoğundu. Sürekli başka kentlere, bize
açıklama yapmadan gidiyor, birkaç gün sonra yüzlerindeki ifade daha da kararmış
olarak dönüyorlardı. Eren’in feminist dergilere yazı yazmaya başladığını,
Ceren’in kadın cinayetleri kadar çocuk istismarlarını da takip etme ısrarını
geri çeviremediği için bir de onlar için koşturması gerektiğinden günden güne
büyüyen yorgunluğunun sırtında hafif bir kambur oluşturduğunu görüyorduk.
Dışarısı akıllı dolu abla, demişti Ceren onu sıkıştırdığım akşamlardan birinde.
Akıllıların cehenneminde ağlayıp gülüyoruz işte. Eren’in peşine takıldığı andan
bu yana hızla yaşlandığını, yüzünde erken çizgilerin oluştuğunu o an fark
etmiştim. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Delirmek bir sevdayı kuşanıp
yollara düşmek olmalı, diye düşünmemin şarkının kendine ölüme yatırmasıyla da
bir ilgisi vardı, yorumun çokluğunun ve kaypaklığının yolları karşısında
afallamasının da. Annemin, Ceren’in ve Eren’in kuşandıkları sevdanın acımtırak
tadı benim ağzıma yayılıyordu günbegün. Bakmak ve gördüğünden bir övgü çıkarmak
benim harcım değildi. Yine de yüzbinbeşyüzkezokudumdeliliğeövgüyü. Ben yüzbinbeşyüzkezokurkendeliliğeövgüyü,
annem ilahiyat fakültesini kazandı, deliliğini Tanrı’ya bulaştırmaya ant içmiş
zihnini taşıdığı amfiden amfiye. Ceren’in gözleri bir dolu istismar edilmiş
çocuğun incitilmiş gülüşüyle parladıkça parladı. Eren kambur şimdi. Yükünün
altında bir gün ezileceğinden emin, fotoğraf ve hikâye biriktirmeyi sürdürüyor.
Ben? Yüzbinbeşyüzbir’in on sekizinci sayfasına bakıp zihnimin gözlerini oyma
düşlerini kurarken şarkıyı mırıldanıyorum: Bu kente yalnızlık çöktüğü zaman…<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mey / Melek Ekim Yıldız<o:p></o:p><br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhq_9MTviCSIgsPuWBk8WATvsyXMv7qmjoQ2bNWCiCX5TTpHvUzWwlUcH_RJHwrL5O6k3GqyZQvTbxz6Wta9j1KKuJNsd5x_TbUynErz2fitQQH9nvIymHno271sBCbZg0sKk14hnn8KQje/s1600/IMG_20191002_090938.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="505" data-original-width="758" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhq_9MTviCSIgsPuWBk8WATvsyXMv7qmjoQ2bNWCiCX5TTpHvUzWwlUcH_RJHwrL5O6k3GqyZQvTbxz6Wta9j1KKuJNsd5x_TbUynErz2fitQQH9nvIymHno271sBCbZg0sKk14hnn8KQje/s320/IMG_20191002_090938.jpg" width="320" /></a></div>
<br /></div>
<br />
<br />
<br />
<br />
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-71163661057730210722019-12-29T13:15:00.001-08:002019-12-29T13:15:53.603-08:00Kök- ögeDünya yazılıyor bir kalemin ucundan.<br />
üstüne biraz su,<br />
az ateş, çokça bilinç çiziyor. Ses etme! Öge çeşitleniyor.<br />
Bilinç öz'e varsa; bir ucu hiç, diğer kıyı söz.<br />
Söz ve hiç kökleniyor ağzımın sessiz kıyısından.<br />
Ne ateşi unuttum ne de suyu.Yazılmış öz'ün üstünü çizdim.<br />
Yazılmamış söz'e ant içtim. Gün gelecek konuşmayacağım.<br />
<br />
Mey<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGIGrT0NzlCLwmzCy-rJOcIVxpzZxt4UXYv7Jmc_CU-qfqI7f8gr7Asy9bDLZbW3ROnZm_qMVx-D94FTMTnNo9SdBcN2rGdmDvOVkK41s42RRtl1aSR3yFM9w16nuiYTbBuQiAZZYCqxFO/s1600/images.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="263" data-original-width="192" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiGIGrT0NzlCLwmzCy-rJOcIVxpzZxt4UXYv7Jmc_CU-qfqI7f8gr7Asy9bDLZbW3ROnZm_qMVx-D94FTMTnNo9SdBcN2rGdmDvOVkK41s42RRtl1aSR3yFM9w16nuiYTbBuQiAZZYCqxFO/s1600/images.jpg" /></a></div>
MagritteUnknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-52815202288629152422019-09-19T14:20:00.000-07:002019-09-19T14:34:25.179-07:00Zaman, Akış ve Yazmamaya Dair Birkaç Söz<br />
<br />
<div class="MsoNormal">
Söz vermiştim. Her gün, demiştim. Yazarım. Yazmalıyım. Bir sigara
içimi kadar da olsa zaman ayırırım, zaman yaratırım. Unutmuşum: Zaman bizi
yaratır oysa. Zamanın oyun hamurlarıyız; bizi yoğurur, şekillendirir, bozar,
sonra canı çeker yeniden yapar demek istemiyorum, kimse böyle anlamasın. Bunu demek
istemiş olsaydım, klişeden yakasını kurtaramayan o söz cambazlarından farkım
kalmazdı. Hoş, bir başka açıdan onlardan farkım olmayabilir. Bu konuda iddialı
değilim. Olmalıyım belki. Onlara benzemediğimi düşünmek, onları ya da kendimi
yeterince tanımamakla da ilgili olabilir. Ama bu başka bir mesele. Zaman bizi
yaratır demiştim ya. Ne demek istemiştim bunu söylerken?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İz bırakır, izini acımasızca vurur benliklerimize, mi
diyorum acaba? Yok, bu da değil sanki. Sanki, zamanın itmesiyle yol alan
yelkenliyiz de değil demek istediğim. Ne, peki?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Peki ne? Zaman bize sembol, biz ona işlik miyiz? Zaman canı
sıkılan bir çocuk mu, bir büyüğümün dediği gibi, yoksa biz onun düş kırıklığı
mıyız? Zaman, kendi bildiği bir noktada bir biz var kılıyor ve büyütüyor mu
yaşama dediğimiz şeyin içinde yuvarlaya yuvarlaya, var kıldığını. Önce var’ı,
sonra giderek büyüyen yaraları mıyız onun? Zaman bu dünyanın beşiği mi yoksa,
bir o ana bir diğer yana savurarak avutuyor mu bizi? Soru çok. Henüz bir
yanıtım yok ama. Olacak mı günün birinde, ondan da emin değilim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Velhasılıkelam, her gün yazamadım verdiğim söze rağmen. Yazabilirdim
de yazmadım değil ama. Yazabilemedim işin doğrusu. İzleme zorundalığının suçu
tümü. O zorundalık hissi nerden gelip oturdu üzerime, onu da bilmiyorum. Bildiğim
tek şey geldi, beni buldu, yerleşti ve gitmedi. Çok şey oluyordu, bir şeyler
durmaksızın olmaktaydı ve birinin olan biteni izlemesi gerek diye düşündüm
başlangıçta. Sonra yakamı kurtaramadım, zaman bizi nasıl yaratır sorusuna yanıt
bulamadığım gibi o da yapamadıklarım yığınının tepesi yerleşti.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Sahte veya gerçek. Ayırt edilmesi güçtü; bu, biraz
bulandırmıştı içimi. Gerçeğe dair sorunuz varsa, yüzünüzü ona dönmek
zorundasınız dedim zihnimde kıpraşıp duran sözcüklere. Gerçek orada işte, akışın
içinde. Demez olaydım. Kaç gözü varsa zihnimin akışa yapıştı tutkuyla.
İzlendiğini bilen gerçek akışı haberdar etti. Akış temaşayı buyur etti hazla ve
hızla. Hızlanmıştı, izleyenine gövde gösterisi olsun diye. Ben de izledim
ve izleyiciliğimin ilk anından itibaren bir ırmağın, içinden kötülük akan bir
ırmağın kıyısına oturup, akışın arasından olur da iyice bir şey yakalasa, iç
rahatlığıyla izlemeyi bırakacak bir görevli gibiydim. Ve hiç şansım yoktu.
Baktığım her yerde ve her şeyde kötüyü görmekten başka çıkarı olmayandım.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Zaman bir ceset biriktiricisidir belki de.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kadınlar, çocuklar, hayvanlar ve ağaçlar. Yılgın erkek
yüzleri.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<o:p> </o:p> </div>
<div class="MsoNormal">
Aç, doymayı öğrenmemiş bakışlar. Korkunç ve utanç verici.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Kızları bir binaya kapayıp yaktılar. Çığlıklarını dinledim. Söz
o gün azaldı. Vatansızlar – kadınlar, erkekler ve bebeler – kıyıya vurdu;
kelimelerimi sis bürüdü. Eskimeye tahammülü yok adamların bıçak tutan elleri
kızıla boyadı baktığım suyu da hikâye kendini gereksiz ilan etti. Göçük altından
çıkamadı da ekmeğini taştan çıkaran bedenler, kalemim taş kesti. Çocukları aç
anne, yan odaya geçip kendini saç kurutma makinesinin kablosuyla astı da,
kifayetsiz neymiş bildim.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yoksa yazardım, niye yazmayayım?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mey / Melek Ekim Yıldız<o:p></o:p></div>
<br />
<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEii81tm-9u4HJejWSjH_HyG0nDj9ZELOtRuRkJZVk0gpnNHZHwlT9beeiFzDo9IwFw2YuRf76XVkYT7vDAfzNBDblGXrE4al1hn4IEdGN6bqyHXfmBoDz3UcLV5zOYcLW5aMg45gs0CtibY/s1600/B9YvtqyCAAA_6Yc.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="592" data-original-width="600" height="315" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEii81tm-9u4HJejWSjH_HyG0nDj9ZELOtRuRkJZVk0gpnNHZHwlT9beeiFzDo9IwFw2YuRf76XVkYT7vDAfzNBDblGXrE4al1hn4IEdGN6bqyHXfmBoDz3UcLV5zOYcLW5aMg45gs0CtibY/s320/B9YvtqyCAAA_6Yc.jpg" width="320" /></a></div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-37580761348028340542019-07-13T16:18:00.000-07:002019-07-13T16:18:17.116-07:00Basamak<br />
<div class="MsoNormal">
Ne aşağı ne yukarı. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Hareketsiz henüz. İnebilir, çıka da bilir.
Sıcağı düşünüyor. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İnsem cehennem, çıksam
duman. Yanmak veya boğulmak. Tek bir edime bakıyor. Külsün ya da nefessiz. Hareket,
çıkış noktası basamak olan dilemma.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Hastanenin bahçesinde. Yapış yapış teni. Nem sıcaktan
vurucu. Yüzü terden parlıyor. Bahçede serin bir kuytu aranırken fark ediyor. Ağaçlar
var. Etrafına bakıyor. Neredeyse küçük bir ormanın içine bir hastane
kondurmuşlar. Bakımsızlığı gizleyen ağaçlar, ağaçların saklayamadığı
köhnemişlik.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Orman da bakımsızlıktan
nasibini almış. Vazgeçilmişlere özgü kırgınlık yok bütünlüğüne bakınca. Ağaç ağaca
bakmış onlarca yıl, her birini besleyen toprağa sıkı sıkıya tutunup
alabildiğince büyümüşler, handiyse birbirlerini büyütmüşler. Yeşilin farklı
tonlarına bürünmüş; çam ağaçları, akasyalar, kestaneler, bir iki tane çınar
ağacı gölge büyütebilmenin azametiyle uzanıyorlar gökyüzüne doğru. Sıcaktan çatlamış
toprak ve toprağı kaplayan sararmış otlar bir yana, başını yukarı çevirdiğinde
kül veya duman çıkıveriyor insanın aklından. Anlık, iyicil bir his gelip
oturuyor içine. Hastanenin bahçesini yaşam alanı olarak bellemiş kedileri ve
köpekleri seçiyor gözü uzaktan. Alanı paylaşmış gibiler. Birbirlerinin
varlığını umursamaksızın, sıcaktan bitkin serilmişler buldukları gölgelere. Çıkıyorsun,
diye uyarıyor kendini. Sonu duman biliyorsun. Duruyor. Harekete teşne ruhuna
set çekme zamanı şimdi. Heybetli bir çınarın altındaki tahta bankı kestiriyor
gözüne. Hasta ameliyathanede. En az beş saat sürer demişti doktor. İnecek misin,
yoksa çıkacak mısın düşünmek için bolca zaman var önünde. Banka doğru yürüyor. Basamak
içinde? Çınarın gölgesi, küçük ormanın esintisini buyur edecek. Oturuyor. Diğerlerinin
endişesinden kaçtı, kalabalığın gevezeliğinden sıyrılmayı başardı. İçeride devam
eden ameliyatın sonuçlarına dair mesnetsiz yorumları işitmemenin yolunu buldu. İçindeki
basamağın, yıllara yayılmış kirlenmişliğini temizlemeye niyetlendi. Bu günü mü
buldun? Kendi kuramsal tehlikeni yok sayıp, başkasının net bir olgu olan tehlikesinin
ardına mı saklayacaksın küle ve dumana meylini? İnebileceğini biliyor, külü
tanıyor. Çıkabileceğinden de kuşkusu yok, soluksuz kalmanın baş döndürücü
sarhoşluğunu ise tahmin edebilir ancak. Doğurdu doğuracak bir kedi yanaşıyor
yanına. İnce suratı, büyük kulaklarına bakınca çirkince, sahil kentlerinde
görmeye alışık olduğu cins bir kedi olduğunu ayırt ediyor. Ayaklarının dibine
çöküyor kedi, üstün körü bir bakış atıyor yüzüne ardından seriliyor çöktüğü
yere boylu boyunca. Karnı burnunda. Bugün yarın doğurur bu kedi diye düşünüyor
karnındaki kıpırtılara bakarken.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bugün yarın
o basamakla yüzleşirim ben. Bugün yarın bir can dünyaya atılır, başka bir can
bu dünyadan çeker gider. Bugün kül, yarın duman. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Küldü dumandı derken, ne vakit gelip yanına
oturduğunu fark etmediği bedenin kıpırtısıyla şimdiye dönüyor. Genç bir kız. Sessizce
tünemiş hemen yanına. Dönüp bakıyor kızdan yana, profilden gördüğü yüzü daha
kolunu görmeden içini eziyor. Dirseğinden kesmişler kolu. Kendi eksiksiz
kolunun birkaç santim ötesindeki o yarım koldan hemen kaçırıyor gözlerini. Suçluluk
neden? <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>İniyorsun bak, diye fısıldıyor
basamak. Tut kendini. Kızın kendisinden yana dönmüyor, dönüp bakmıyor oluşunun
hızlandırdığı iniş arzusu midesinden yükselen bir bulantı şimdi. Neye bakıyor bu
kız böyle? Neye bakamıyorum ben böyle? Dönüp baksa gülümseyecek hafifçe, belki
merhaba diyecek ya da belli belirsiz selamlayacak başıyla. Ama yok. Kıpırtısız oturuyor
kız yanında. Sanki görmüyormuş, aynı bankı paylaştıklarının farkında değilmiş,
hatta yokmuşum gibi. Gerilim hamile kediyi rahatsız etmiş olmalı ki, yüküne
aldırmadan sıçrayarak kalkıyor yattığı yerden. Kıza ve ona bakıyor sırasıyla. İnsandan
yana umut olmadığını bir kez daha anlamış, anladığından hoşlanmamış bir edayla
uzaklaşıyor yanlarından. Kedinin gidişine bakarken kızın gidişini kaçırıyor. Geldiği
gibi aniden kalkıp gitmiş yanından. Hızla uzaklaşan sırtını görüyor ardından
bakarken ve o yarım kolun yabancılaşmış salınışını. <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Esinti kesiliyor. Sıcak abandı üstüne. Dudak üstünde biriken
teri siliyor elinin tersiyle. Basamağın genişlediğini, genişlerken çıkardığı
sesi duyar gibi oluyor. Hareketi davet eden ses içini kıyıyor. Burada olmak
istememişti. Burada olmayı kim ister ki? Burada olmak zorundaydı. Kaçınmanın mümkün
olmadığı, kabullenmekten başka seçenek bırakmayan ve hesapta olmayan bir hayat
oyunuydu. Basamağın bu durumla bir ilgisi olmadığını biliyor. Durum basamağın
dayatmasına karşı güçsüz olmayı sağladı sadece. Hoş, bu durum olmasaydı daha
güçlü ve dayanıklı olacağını da söyleyemez. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Hayatın olağan açmazlarının kişisel
açmazlarını görünür kılmasında da şaşılacak bir yan yok. Bu bilginin bir halta
yaradığı yok, diyor. Saat kaç? Kente iner inmez teninden olmayan her şeyden
soyundu. Saatini, yüzüklerini, bileğinde sallananları. Şimdi saat kaç? Çantasından
telefonunu çıkarıyor. Saate bakamadan cevapsız çağrıları fark ediyor. Defalarca
aramışlar. Neredesin?<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Doktor çıkmış, ameliyatın iyi geçtiğini söylemiş. Hepsi
ameliyathanenin önünde bekliyorlarmış. Gelsene. Geleyim. Gönülsüzce kalkıyor
yerinden.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Baygın çıkaracaklar, yüzü
bembeyaz olacak. Bildiğimiz ifade olmayacak yüzünde. Operasyonun iyi geçtiği
haberinin sevinci uçup gidecek onu öyle görünce. Çocuklarında büyükçe, geri kalanlarında
hatırı sayılır yazıklanma peyda olacak. Yoğun bakıma kadar peşinden gidilecek
onu taşıyan sedyenin. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Hayır, göremezsiniz
şimdi, diyecek bıkkın bir hastane personeli. Oralı olmayacak hasta yakınları,
sedye yoğun bakıma sokulurken boyunlarını uzatıp görmeye çalışacaklar rengi
çekilmiş o yüzü. Doktorun ameliyathane kapısında yaptığı kısa açıklama
işitenlerden zaten işitmiş olanlara yinelenecek ve birkaç sözcüğün altından
söylenmemiş bulunup çıkarılmaya çalışılacak. Ben birinin elini tutup diğerinin
sırtını sıvazlayacağım. Ne biri ne öbürü ayırdında olacak ikiye
bölünmüşlüğümün. Basamağı unutmuşluğum yanıma kar kalacak. İnsan, geriye bakan
bir hayvandır. Ben geride kalana özlemle bakan bir hayvanım. O kısacık bellek
kaybını özlemle anacağım gelecek saatlerde.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Banktan kalkıyor, gölgesine sığındığı çınara bakıyor bir
süre. Yarım kollu kızın görmezden geldiği bedenini zorlayarak hastane binasına
doğru yola düşürüyor. İnmelisin veya çıkmalısın. Ya aşağı ya yukarı. İkircikli
kalmak yersiz. Yukarı çıkan yolla aşağı ineni bir aynı nihayetinde. Karşıtların
birliği diye yapıştırıyor içindeki ukala. Hamile kedinin boşalttığı banka bir
gayretle çıkışını göz ucuyla görüyor aynı anda. İnerim de çıkarım da. Ama önce
günlük olana gitmelisin, senlik olan az beklesin. Bugün yarın doğurur bu kedi,
diyor gülümseyerek. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bugün yarın o
basamakla yüzleşirim ben. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Bugün yarın
bir can dünyaya atılır, başka bir can bu dünyadan çeker gider. Bugün kül, yarın
duman. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span><o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mey /Melek Ekim Yıldız<o:p></o:p><br />
<br />
<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTzWWi7fJ2Jkd7HUD_C7m9UN7Cv-s0GeGZyMnDO-DU-VYrrlKEKN4w-4IszbygakujMzec8Te5zmNCrFfPhenia_xzH5-Gn1hDPPyifIY9-U4asQimaCIaHH5IsDo_fJHOt5Q1Ww_JGo3g/s1600/IMG_20170210_173216.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="368" data-original-width="552" height="213" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgTzWWi7fJ2Jkd7HUD_C7m9UN7Cv-s0GeGZyMnDO-DU-VYrrlKEKN4w-4IszbygakujMzec8Te5zmNCrFfPhenia_xzH5-Gn1hDPPyifIY9-U4asQimaCIaHH5IsDo_fJHOt5Q1Ww_JGo3g/s320/IMG_20170210_173216.jpg" width="320" /></a></div>
<br /></div>
<br />
<br />
<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-15894372475109622242019-04-29T15:21:00.001-07:002019-04-29T15:21:45.475-07:00KalanKabullenilmiş itaatimizin yılgın ve dibe çökmüş sorusuydu. Sorduk aralıksız:<br />
Hayır ve evet'in yeri değişseydi<br />
yüzey mümkün olabilir miydi?<br />
Cevapsızlık,<br />
umutsuzluk'tur diye bilmişliğimizden<br />
razı gelmedik hayır'a.<br />
Evet ise bir cevap olmadı hiçbir zaman.<br />
Işte bazen dalga.<br />
Hiç değilse dalga vardı; gelen, yalayan ama götürmeyen.<br />
Kaldık öylece.<br />
Bizle kaldı, ne varsa, dip'in zulasında.<br />
<br />
Mey<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUMAAgWH1O41LQXDsvWdreloSKvOFoecCD1hZUvKhCYpqyS9pW8BCp4RsV3CbwPFjjs7dw_pk7nx90z5y1iEC9fFv0ewfgWo_8A7jZr-z8CB98wKEodaG2i2dygijVnRc-pCxcSbrDZB4c/s1600/IMG_20190412_124231.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="960" data-original-width="667" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjUMAAgWH1O41LQXDsvWdreloSKvOFoecCD1hZUvKhCYpqyS9pW8BCp4RsV3CbwPFjjs7dw_pk7nx90z5y1iEC9fFv0ewfgWo_8A7jZr-z8CB98wKEodaG2i2dygijVnRc-pCxcSbrDZB4c/s320/IMG_20190412_124231.jpg" width="222" /></a></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-17834476665853968542019-04-16T14:24:00.001-07:002019-09-11T14:49:39.471-07:00Sürüklenmiş Zaman<br />
<div class="MsoNormal">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">“Bir evet, bir hayır ve bir belki; üstelik bu süre zarfında her şey
olup bitmeye, yaşanmaya devam etmiş yahut yaşanıp gitmiştir.”</i></b> J. Marias<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />
Bana bakma,<br />
<br />
<br />
beni görme,<br />
<br />
<br />
benden yana söyleme!<br />
<br />
<br />
<br />
Bunları gerçekten işitti mi, yoksa kurdu mu işitmiş olduğunu, emin olamıyor. Üstünden zaman geçti, üstünden düşünmemeler, inanmamalar, sözü kurmalar, sözden kaçmalar geçti. Yine de emir tekrarı yaptığını sanıyor:<br />
<br />
<br />
<br />
Sana bakmayacağım,<br />
<br />
<br />
seni görmeyeceğim,<br />
<br />
<br />
senden yana söylemeyeceğim!<br />
<br />
<br />
<br />
Akış bunları yapabilmeyi mümkün kılmış olmalı. Bakmadı, görmedi, söylemedi. Zaman sürüklendi, ya da belki sadece sürüklemiştir. Düşünmeden kendini içine atıverdiği hareket yonttu, inceltti, görünmez kıldı belli ki.<br />
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<b>S<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>Gürültüye açtı gözlerini. Alt kattan gelen bağırış giderek
çığlığa dönüşecek gibiydi ve aynı anda rüyasındaki o son kareyle birleşmişti
ister istemez. Soğuk ter saçlarının arasından fışkırdı. Beklenen oldu çığlık
geldi, hali hazırda zihninde donup kalmış o resmin arka planına cuk oturan bir
çığlıktı. Sabahın erkeninde, henüz gün bile ağarmamışken ne oldu yine,
sorusundan daha acil olan zihnindeki görüntünün altında yatan nedendi. Yataktan
doğrulmakla yorganı başına çekip iyice gömülmek arasında ikircikli, su
ihtiyacının yersizliğine içerleyecek gibi oldu. Hızlıca soluklaşıp,
hatırlanmayı olanaksız kılacak denli geri plana çekilmesi gereken rüyanın o kahrolası karesi durduğu
yerde duruyor, alt kattan gelen hıçkırık seslerini her zamankinden çok daha
rahatsız edici kılıyordu. Kontrolü dışı her şeye yönelmiş güçlü bir bulantı
yükseldi midesinden. Safra. Sarımsı, yapışkan ve küçük düşürücü. Bir bağırtı
koptu o sıra. İşitmesiyle kendini banyoya atması aynı ana denk geldi. Zihninin reddettiğini
buyur eden işitme duyusuna serzeniş etse ne ki? Saat kaç, diye sordu. Vaktin
neresindeyim?<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>Z<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>Unutmak işten değil. Hatırlamak çokça çaba artık. Hayat, hay
huy, gerekir’ler, malı’lar, zorunlu’lar arasında ne keşke’ye yer var ne özleme.
Açıkça söylemeyi, içtenlikle bildirmeyi, bunları erdem kabul etmeyi
unuttururlar sana işte böyle. Aldın mı boyunun ölçüsünü? Ölçüyü kalbin kabul
ettiğin günleri düşünüp, safdillikmiş diyorsun şimdi. O gülüş ne öyle? Aşka
dair slogan atmayı söz söylemek bellemişlere tiksintiyle bakışının ardında her
ne varsa, topla tasını tarağını uzaklaş buradan. <o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>S<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>Uzun caddeleri geçmede sorun yok. Yorgunluk bu değil veya
yorgunluk bundan değil. Cadde boyunca gördüğün insanların yüzüne bakmamayı öğreneli
çok oluyor. Başarıyla yürüyebilir cadde boyu kimseyi görmeden, temasa mahal
bırakmadan. Bu sabah her zamankinden yavaş attığı adımlar. Rüya, rüya olmaktan
çıkmış hatıraya dönüşmüş. Uyanma anına asılı kaldı rüya, hem de o çığlık. Tespit
içi rahatlatmalı, yapmıyor. Huzursuzluk gözlerinin önünde büyüyen bir diken. Kime,
ne denli batacağı sonraki mesele. Rüya ve çığlık, diye düşünüyor karşıdan
karşıya geçmek için bir tenhalık kollarken, çığlık ve rüya. Örtüyorlar birbirlerini
ve hala bir yanım açıkta. Giymediğim ne kaldı üzerime?<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>Z<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>“Her şey kırışır, lekelenir, hor kullanılır.” <o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>Zaman meselesi yalnızca. Zamanın bir yerinde yeni, ilginç,
heyecan verici ve hatta önemli olan eskir, alışılır ona ve ilgi çekiciliğini
yitirir, öncesinde nefesini kesen rutine dönüşür. Faydası azalan ekonomik bir
mal gibi daha az başvurulur kimi düşüncelere. Geçmişin bir parçasına dönüşür
her şey. Düşünceler, hissedilmişler, özlenmişler, yana yakıla aranmışlar. İnsan,
zihninin en çok da belleğinin ihanetine uğramaya mahkûm hayvandır. Kendi haline
bıraksan böyle. Ama ben hoşlanmam emredilmişe itaatten. Meşruiyeti yok
buyurganlığınızın. Bu böyle biline!<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>S<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>Sakin bir akşam umarak girmişti kapıdan içeri. Evin
sessizliğini sevecekti, kararlıydı buna. Tüm gün üzerine abanmış rüya ve
çığlığı yanında getirmişti elbette. Aksi düşünülemezdi. Gün ehlileştirmişti bir
parça onları aslında, bundandı az biraz keyfe teşneliği. İki kap yemek, kırıp
dökmeyecek bir iki şarkı, pencereye vuran yağmur, kedinin oyun daveti,
susturulmuş telefonun titreyişlerini görmezden geliş, dizlerine örteceği el
örmesi battaniyenin yumuşaklığı ve senden yana söylememenin uğraştırıcı
yorgunluğu. Ama işte söz pompalayan bir kalpti ağzı. Hep. Sürüklese de zamanı. En
çok da kendini. Sürüklemek zamanı kendini bir yalana inandırmaktır. Biliyor bunu.
Yine de günü bitirme duasını eksik bırakmıyor ışıkları söndürüp rüyanın ve
çığlığın rahmi yatağına girmeden hemen önce:<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b><br /></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 6.35pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">Sana bakmayacağım,<o:p></o:p></i></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 6.35pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">seni görmeyeceğim,<o:p></o:p></i></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 6.35pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;">senden yana söylemeyeceğim!<o:p></o:p></i></b></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 6.35pt;">
<b style="mso-bidi-font-weight: normal;"><i style="mso-bidi-font-style: normal;"><br /></i></b></div>
<div class="MsoNormal">
<b>Mey<o:p></o:p></b></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzupa9y2z1dL-St7BDqSGAKnTFUW46Mwk2MBmp7PHgdmk9dB-55SKCX3N5KMfb7oUi7ZjQU9jO7VLIIZmBhqAStSrOxpUmoTiCKgewbHajIMSMyXPBcjcRJW9rv5KJ6k4ZIuSVwXl52WDF/s1600/Dariusz+Klimczak3.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="800" data-original-width="800" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhzupa9y2z1dL-St7BDqSGAKnTFUW46Mwk2MBmp7PHgdmk9dB-55SKCX3N5KMfb7oUi7ZjQU9jO7VLIIZmBhqAStSrOxpUmoTiCKgewbHajIMSMyXPBcjcRJW9rv5KJ6k4ZIuSVwXl52WDF/s320/Dariusz+Klimczak3.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-10885855184420988282019-03-22T13:33:00.000-07:002019-03-22T13:33:09.164-07:00ısırgan düşünce<br />
<div class="MsoNormal">
Uyandı. Yapılacaklar listesi elinin altındaydı, yataktan
kalkmadan uzanıp aldı. İlk maddede “ uyanılacak” yazıyordu. Kalemi aranıp
buldu, ilk maddenin yanına not düştü: uyanıldı. Belleğini yokladı. Rüya yoktu.
Yine yoktu. Avuntu cümlesini kurdu: “ bir rüya kurucusunun rüya görmeye hakkı
yoktur.” Avundu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span><!--[endif]--><i style="mso-bidi-font-style: normal;">uyanır uyanmaz
ilk düşüncenin niteliğine bakılacak, zararlılar kovulacak.<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İlk ne düşündüğünü düşündü. Bir türlü anımsayamadı. Gerçi
hafif bir batma hissediyordu ama, uyanır uyanmaz ilk düşüncesinin düşünmemek
olduğuna kanaat getirmeyi tercih etti. Hemen notunu düştü: ( düşünülmedi)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Yataktan kalktı, banyoya gitti, yüzünü yıkadı, bedeninin
sıvı çöplüğünü boşalttı. Aynaya bakarken, çokça sevdiği arkadaşının elinden
çıkma bir gece önce okuduğu metni anımsadı. Yazının tamamı büyük harflere
bürünmüş gibiydi zihninde; elinde değildi, tutamadı kendini ve kustu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Koşup defterini açtı. Yazdı:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
“ sıradanlaşan dünyanın hemen her konuda önüme geçişinden
sıktım sıyrıldı sıyrılalı; yazarken, konuşurken en çok da düşünürken büyük harf
kullanımını sona erdiriyorum benliğimde. Hiçbir cümle o kadar özgün, hiçbir ad
o kadar özel değil artık. Gözümüze sokulan kişisel, tinsel, dinsel, duygusal, acıları
büyük harflerle bağırdınız bağıralı ruhuma, ruhlarımıza saldığınız “katil
bilme” yüzünden bitap düşmüşken sizi dinlemek istemiyorum artık. Siz de beni
dinlemeyin!”<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Rahatladı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gidip çayı ocağa koydu. Açtı. Hızla kahvaltı malzemelerini
çıkarırken bir sonraki madde gözünde canlandı. Çaresiz okudu:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span><!--[endif]--><i style="mso-bidi-font-style: normal;">malum yaranın malum
faili akla gelirse, kovulacak!<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Bu sözcükler değildi zihnini dalayan. Öfke duydu ve
acımasızca “ önce kendi büyük harflerinden kurtul” dedi. Notunu düşmeyi
unutmadı: (başarısız olundu.)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Hızla yedi. Günün ilk sigarası için sabırsızlanmasındandı
hızı. Görev duygusuyla bir sonraki maddeye baktı:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span><!--[endif]--><i style="mso-bidi-font-style: normal;">içine kapanma
arzusu kontrol edilecek; rastlanılan insanlara gülümsenecek, selam verilecek,
sosyal bir varlık oluş hatırda tutulacak, nemrutluk edilmeyecek!<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Günün ilk sırıtışı geldi. Şark kurnazlığı ile isyan etme
arasında kararsız kaldı önce. Kurnazlığı seçti ve peşim peşin cevabı
yapıştırdı: ( dışarı çıkılmadı, kimseye rastlanmadı. Artık başka sefere)
kurnazlığa bir parça isyan süsü katabilmek için, bir kez daha büyük harf
kullandı: “ en önemli ustalık kaybolmaktır.” Kalemin zorlamasına dayanamadı.
Sürdürdü.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
“ sözcükler canımı dişliyor bu ara ve düşünce zihnimi
daladıkça dalamakta. Boyun eğmek isterdim. İsterdim ki, kendimi bu denli
önemsemeyeyim ve sözcüklerin alnıma seri halde düşen su damlalarına dönüşmesine
izin vereyim. Bana bakılmasından hoşnut olduğum günlere dönebileyim. Artık
bakılmaktan haz etmiyorum. Her bakış, yer altı kemirgeni olma özlemi doğuruyor
içimde. Özlem mi dedim? Yer altı kemirgeni olmadım hiç, özleyemem bilmediğim
bir oluş’u. Okumuşluğum var ama.”<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Durdu. Durabilmekten memnundu. Gidip çayını tazeledi ve
pencereyi açtı. Görüş alanında bir üst geçit bulunmayışına minicik harflerle
sevindi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span><!--[endif]--><i style="mso-bidi-font-style: normal;">yol üstünde denk
gelinen üst geçitler görmezden gelinecek!<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
( yola çıkılmadı, bellekte rastlanılanına ise bir şey
yapılamadı)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Dönüp kahvaltı masasının üzerindekileri toplamaya başladı.
Tüm liste içinde, yerine hevesle getireceği maddeye gelmişti sıra ve
sonuçlarına katlanmaya hazırdı.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span><!--[endif]--><i style="mso-bidi-font-style: normal;">bir Bachmann
öyküsü okunacak!<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Öyküden vazgeçti. Bachmann’ın Paul Celan’la
mektuplaşmalarının ifşa edildiği o ayıp kitabı aldı. Bachmann’ın aşk dersi
verdiği bölümü açtı. Yine. Utancından utanmadan okudu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Soru: “ ne kadar yakınımda ya da uzağımdasın İngeborg? Bana
söyle ki seni şimdi öperken gözlerini kapayıp kapamadığını bileyim.”<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
El cevap: “…bütün bunlardan sonra sana çok uzak olduğumu
sanacaksın. Sana tek bir şey söyleyebilirim, bana çok olanaksız gelse de sana
çok yakınım. Seninle birlikte yaşadığım aşk çok güzel, salt çok şey söylemekten
korktuğum için bu aşkın en güzel aşk olduğunu söyleyemiyorum…ama artık senin
için mümkün değilse ya da çoktan başka bir denize dalmışsan, beni, başkaları
için boş bıraktığın elinle tut!”<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
( her şeye rağmen okundu, aynı ırmakta yine ve yine
yıkanıldı. Arınma umudu zaten yoktu.)<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Saate baktı. Öğle olmak üzereydi. Tüm ödevler, neredeyse,
yerine getirilmiş, henüz “ büyük öğle”nin yanına bile varılamamıştı. Gün
tamamlanmıştı. Son bir ödevi vardı yerine getirilmesi gereken. Ertesi günün
yapılacaklar listesini kurmak. Boş bir kâğıt çekti önüne, yazdı:<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 18.0pt;">
<i style="mso-bidi-font-style: normal;">-<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>uyanılacak<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span><!--[endif]--><i style="mso-bidi-font-style: normal;">ısırgan düşünceye
“günaydın” denilecek<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal" style="margin-left: 36.0pt; mso-list: l0 level1 lfo1; tab-stops: list 36.0pt; text-indent: -18.0pt;">
<!--[if !supportLists]--><span style="mso-list: Ignore;">-<span style="font: 7.0pt "Times New Roman";">
</span></span><!--[endif]--><i style="mso-bidi-font-style: normal;">keder,
diyalektiğin ellerine teslim edilecek.<o:p></o:p></i></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Gidip yatağa uzandı. Gözlerini kapattı. Küçük harflerle
uyudu.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mey / Melek Ekim Yıldız<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLejJKB2TTI1Nnjfl55FJ8iZMelYmpzLTt1PoZ1F0DRLoJDMxdwkxGPkVOd-ZW8UsG6rJ9otaJSesev3Xbt_d9XeYcYBfVmnFFXe4GbrwPPmLfM1IbPGYr4zF6wdb7obXnXcYq10y8jr3Y/s1600/554826_730472937087535_4613342886464540934_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="892" data-original-width="550" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLejJKB2TTI1Nnjfl55FJ8iZMelYmpzLTt1PoZ1F0DRLoJDMxdwkxGPkVOd-ZW8UsG6rJ9otaJSesev3Xbt_d9XeYcYBfVmnFFXe4GbrwPPmLfM1IbPGYr4zF6wdb7obXnXcYq10y8jr3Y/s320/554826_730472937087535_4613342886464540934_n.jpg" width="197" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-84089345235153970492019-01-04T14:15:00.000-08:002019-01-04T14:15:17.293-08:00Kedi BelleğiErkenci rüyalar inmiş kirpiklerine<br />
( kediyi oyuna davet eder gibi hınzır bir titreyişle).<br />
Çabalıyor. Yine de neresinden tutsa,<br />
eli orada kalıyor belleğin<br />
( kedi hatırlar oysa. Sorsanız söylemez, o ayrı)<br />
Rengi soluk bir mevsimin hırçın üfleyişi geziniyor yüzünde<br />
( kedi, oralı değil bir bilge şimdi).<br />
Rüyasına küsmüşleri kovalıyor sindirilmiş o anı<br />
( uyanılacak vakit değil, diye fısıldıyor kedi. Açma gözlerini).<br />
Geceden bir soluk çekiyor içine - bilinçsiz -<br />
işte o nefes, arsız biraz, dolanıyor çoktandır kapalı tuttuğu yerlerini<br />
( kedi pür dikkat ).<br />
Rüya, nefes ve anı. Durup uzunca bakıyorlar<br />
( olacağı çoktan görmüş kedi, kendini hazırlıyor).<br />
Uykun belli belirsiz bir gülüş aniden.<br />
Selamlıyor:<br />
anıyı - reverans<br />
nefesi - reverans<br />
rüyayı - en çok sana reverans<br />
( şimdi çekilebilirsiniz, diyor kedi. Sokratik bilmiş gülüşü bıyıklarından dökülüyor )<br />
Çokanlamlılıktan hiçanlamlılığa evriliyor zihninde kaşınıp duran o yer<br />
( kedi, her şey bir bir aklımda diyor. bir bir aklımda. hep, diyor).<br />
Gece usulca varacağına ilerliyor. Üşümüşsün gibi yorgana sıkıca sarılıyorsun.<br />
<br />
Mey<br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXT1soGKBvCabBHMBgVFpBuBQJmFJHuWveuI4jvH8GJ5nl1x9SYcIqzMGurMRmDTRNRmzjb6eKjrhmlX0SNAkKSu_sydDCcPrSG_VrAUK4ywbKYCA_KtXuyUwXJ7WrQlMWuAakLANrpkG1/s1600/13244796_10156981815830298_8578750315166649574_n.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="395" data-original-width="386" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjXT1soGKBvCabBHMBgVFpBuBQJmFJHuWveuI4jvH8GJ5nl1x9SYcIqzMGurMRmDTRNRmzjb6eKjrhmlX0SNAkKSu_sydDCcPrSG_VrAUK4ywbKYCA_KtXuyUwXJ7WrQlMWuAakLANrpkG1/s320/13244796_10156981815830298_8578750315166649574_n.jpg" width="312" /></a></div>
<br />
<br />Unknownnoreply@blogger.comtag:blogger.com,1999:blog-2073254334216674287.post-61774535017177056702018-11-23T22:29:00.002-08:002018-11-23T22:29:28.823-08:00Ağız ve Kulak<br />
<div class="MsoNormal">
Metnin başına “ yapayalnızlığında yapayalnızdı” yazmıştım.
Görür görmez buna itiraz etti. İtiraz edeceğini bilecek kadar onu tanıyordum
ama bu, metnin başına canımın istediğini yazmama engel değildi, metin benim
metnimdi, ne istersem yazabilirdim. İtiraz ettiği ve edeceği iki sözcüğe uzun
uzun baktı. Derhal çürütülebilir, az düşünmemi gerektirebilir veya beni epeyce
zorlayabilir birkaç argüman üzerinde etüt etmekte olan zihninin çıkardığı
sesleri işitebiliyordum. Benim zihnim de az değildi, baş edemeyeceğim herhangi
bir sav öne süremezdi. Birbirine hazırlıklı insanlardık ve bu deneyim uzun
yıllar içinde edinilmişti.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
İlişkimizin rotası daima, nasıl tanıştığımız konusunda
yaptığımız tartışmalarca çizilirdi. Tanışma hikâyemizin her seferinde farklı
kurguları olurdu. Her seferinde iki farklı kurgu yani. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Onunki ve benimki. Onun değişik kurgularının
ortak noktası, tanışma anımızın hemen öncesinde onun kitap okumakta oluşu
olurdu: Ben bir kafede Suç ve Ceza’nın en etkileyici sahnesini okuyordum… Ben
Metroda oturmuş, ineceğim durağa varmadan soluğumu kesecek olan Karamazov’ların
İvan’ın, Tanrı argümanını okuyordum… Ben markette alışveriş arabasını sürerken
bir elimde açık tuttuğum, Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği’ni okuyor ve şapka
sahnesine tebessüm ediyordum… <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Ben
tiyatroda oyunun başlamasını beklerken Can’daki açlığın tarif edildiği bölümü
okuyordum… Ben güneşli bir öğle sonu parkın kuytu bir köşesinde, Bir Delinin
Hatıra Defteri’ni okuyordum… Ben Hikmet Çetinkaya’nın resim sergisinde iki
gelincik resminin arasında boş duvara sırtımı yaslamış Malina’yı okuyordum… Ben
Bir cuma günü, namaz öncesi kalabalığı toplanmadan, Kocatepe Camii’nin
avlusunun sessizliğinde Saramago’nun İsa’ya Göre İncil’ini okuyordum… Ben o
bahar akşamüstünde Kızılay alışveriş merkezinin önündeki banklardan birine oturmuş,
Memleketimden İnsan Manzaraları’nı okuyordum. … Ben sonradan senin de seveceğin
Olgunlar’daki birahanede oturmuş Göçmüş Kediler Bahçesi’ni okuyordum… <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Mekânlar ve kitaplar değişiyor, onun okuyor oluşu
değişmiyordu. Değişmeyen bir şey de benim onun okuyuşunu fark etmem üzerine
kendisiyle konuşma ihtiyacı duyarak, sokulgan davranmam oluyordu. Bu olanaksız,
diye itiraz ediyordum elbette. Çünkü ben olağanüstü miyoptum. Yarım metre
ötesini görmekten aciz, gözlük takmama konusunda inatçı bir yarı kördüm. Kör,
demeyelim de görüşü bulanık biriydim. Tüm dünya bana flu ve olduğundan daha
kaotik görünürken, o halimle uzaktan ki uzak olduğu noktadan yarım metre ötede
durduğum her mesafeydi, onu ve kitap okuduğunu fark edecek böylelikle de ona –
tanışmak isteyecek denli ilgi duyacak ve bir de üstüne gidip yanına
sokulacaktım öyle mi? Çok tutarsız. Hiç de benvariolmayan bir iddia topluluğu. Bütün
bunlar kavga sebebiydi işte.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Olayın aslı ise benim tutkulu bir hikâye anlatıcısı olmamdı.
Herkese değilse bile hikâyeyi hak ettiğini düşündüğüm birine rastladığımda
harekete geçen bir güdünün kölesiydim. Mağaralarının ılık güvenliğinde, ateşin
başında toplanmışlara ilk hikâyeyi anlatan, saçları kafasının karışıklığının
görüngüsü olacak şekilde karman çorman o kadın benim büyük- büyük – büyük
–büyük- büyük – büyük annemdi. Arada bir nesil atlasa da, anlatmaya veya
söylemeye vurgun bir soyun yarı kör son neferiydim ben.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Hikâyeyi anlatmak istediğim için tanışmıştık. Gündeliğin
ortasında – ki, gündelik olan herkes için olduğu kadar boğucuydu benim içinde,
birden hikâye gelmiş olmalı onu ilk gördüğümde. Bu yüzden, ben o sonbahar günü,
zemini sararmış yaprağa kesmiş dar bir sokakta, ağacına dargın kırmızı bir
yaprağın savruluşunu izlerken yanımda geçen ilk kişinin koluna kapışmıştım. O
sendin ve elinde Ecinliler filan yoktu… Ben maaş günü bankamatiğin önünde
sıraya girmiş, kendi zamanını beklerken hesap kitaptan beyni bulanmışların
hemen arkasında sıranın sonunda beklerken sen önüme geçmeye çalışmıştın.
Sırtında gördüğüm bir şey dürtmüş olmalı içimdeki köleyi. Ondandı mutlaka bana
dönmeni sağlayıp hikâyeye girizgâh yapışım. Ve yine Niteliksiz Adam’ı okuyor
değildin elbette… Ben sevdiği bir şeyi yitirmiş olmanın üzüncünü neresine
gizleyeceğini bilemeyen o insanların tuhaf telaşıyla, sağımı solumu görmeden
yürüdüğüm büyük bir caddede ilerlerken, yitirmeyi bilmenin erdem olduğunu
göstere göstere yürüyen seni fark edebilmiş, fark ettiğimi feci şekilde
kıskanmış, kıskançlığın harekete geçirdiği köleye söz geçirememiş olduğum için
önünü kestiğimde girmiştim hayatına. Aramızda tek okuyan ben, okunan da senin
yüzündü… Ben insanlara katlanamamanın esas sebebinin, onları çok fazla
önemsemekten kaynaklanıyor olabileceğini bir sınıf dolusu çocuğa ilk kez itiraf
ettiğim dersin sonunda kendimi kendime şaşkınlığımla sokağa attığım sırada
yanımdan geçen ilk kişi olduğun ve belli belirsiz bir vanilya kokusu yaydığın
için koluna yapışmıştım, elinde bir alışveriş torbası olduğunu iyice
hatırlıyorum… Ben yoksunluğun yoksulluktan daha büyük bir kekemelik nedeni
olduğunu söylemeyi bir türlü beceremeyen bir arkadaşımı uzaklara yolcu ettikten
hemen sonra, hava limanının kalabalığındaki sosyal kekemeliği işitmemek için
hızla uzaklaşma arzumu kontrol altına almaya çabaladığım için şehir servisinde
yanımda oturan sen’e dönüp hikâyeye sonundan başlamıştım… Ben yıllarca başını
okşadığım, kendisini ve beni uykuya mırıltılarıyla uğurlayan, dünyanın en
hırçın kedisini veteriner iğnesiyle acıdan uzak tutmaya götürdüğüm o öğleden
sonra, gözyaşlarımı, orada elimi ilk tutan olduğun için, senin kulaklarına
akıtmıştım. Gözyaşının insanın ilk hikâyesi olduğunu bilmesen de
reddetmemiştin. Elinde kitap değil, ölüm ilacı kokusu vardı… <o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal">
Metnin başına “ yapayalnızlığında yapayalnızdı” yazmıştım
ya. Okumuş ve hemen itiraz etmişti. Başladı mı, susmak bilmezdi. Başladı mı,
sabırla dinler sesimi çıkarmazdım. Bu kez susmadım. Sen ne anlarsın,
dedim.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Tam yeriydi. Başladı. Tanıştığımız
günü hatırlıyorum da… Ben cıva gibi bir delikanlıydım ve Yüksel caddesinde bir
yandan yürüyor bir yandan da elimde bırakamadığım, Yüz Yıllık Yalnızlık’ı
okuyordum. Hadi oradan, diye kestim sözünü. Cıva gibi delikanlılar kitap
okumaz, hele yürürken hiç okumazlar. Asıl ben… Bu böyle sürdü gitti. Birbirine
hazırlıklı insanlardık ve bu deneyim uzun yıllar içinde edinilmişti.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
Yaşadıkça okumayı sürdürür müydü, bilmiyorum. Ama ben
yaşadıkça hikâye anlatacaktım, o da dinleyecekti. Birbirimiz için seçilmiştik. Ağız
ve kulak. Ses ve söz. <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Zihin ve zihin. Başka
bir şey gerekmezdi, gerekmedi.<o:p></o:p></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAQxIfcHpJqYiZ_Jj9uw4td17nvsr6A-wh66-bEUyZaxyj7ACNIkrG7cf7Q3gPZ3xXyzQdUX8OL2L9cxQJUNtJApKLuqdn1gZkeCxB4POCC8QclD69uHprGVt9mrQG9JTlx6YnzazZM7zs/s1600/CrEzMgVWAAAUgeh.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="480" data-original-width="480" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAQxIfcHpJqYiZ_Jj9uw4td17nvsr6A-wh66-bEUyZaxyj7ACNIkrG7cf7Q3gPZ3xXyzQdUX8OL2L9cxQJUNtJApKLuqdn1gZkeCxB4POCC8QclD69uHprGVt9mrQG9JTlx6YnzazZM7zs/s320/CrEzMgVWAAAUgeh.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<br /><br />
<br />
MeyUnknownnoreply@blogger.com