28 Mart 2015 Cumartesi

Soykabuk...

*

Bir kırık vardı, söylenmişti, yerkabuğunda, eskiçağdan kalma depremler doğuran tektonik bir deniz dibinde, tekneler batar kürekleri kalırdı. Duvarları delip geçebilen çocuk olmak gerekmezdi,ince çizgiler bilmek istemezdi, o yarıklar alıp yutardı beni, buz kırıklarından gövdemle bırakırdım kendimi.

*

Delip geçen, yuvalar açan, boşluklar kuran salınış. Sayrılık nöbetleri tutup savuşturur eteklerini uçlarının. Kendini bırakış, boşluğun uzvu, kendisi oluş: esrime. Çalıntı an. İç cepte sökün eden yırtık ve yuvarlanış. Sonra - ki an içinde sekme, tepeleme düzene başkaldıran - geometrisi bilinmeyen hacmiyle yanık kokusu, bulanık zaman. Kurtçukların uğramadığı, düpedüz ölümlü olduğu bilinen cesedin kımıltısız, kendisiyle kalakalışı. Niteliksiz duruş. Dip zaman.

*

Biteviye yaşadım bu karanlığı, aynılığından akan başkalıkla, yabancılaşmadan yabancısı kesilerek, içinde kaldım sonunda. Bekledim baltanın tok sesini gövdemde, köke uzak, kökten yukarda, toprağıma teğet, devrilmeye yakın - gelmedi. Direndim, bırakmadı kendini yaprağımın sözü nefesi, yükselen hışırtıları gövdemde ağrılandı.

*

İçerdeyim. Embiryo. Yaşama ayarlı, yaşamın mavi öfkesi özümde. Bilginin sıfırıncı derecesi, duyuların sonsuz açıklığıyla. Mağarayı vareden oyuk, onun maddesi kaya ve toprak, ölçüsüzlüğüyle savrulan dölüt, ve suda renksiz akıbet. Dünya, ona dair olan, içinde ve bütünleşik, içinde ve eğreti, son hız fırlatılmış sipsivri birer ok - savaşçıl eller, kurulmuş göz ve yay- değil artık aralanamaz hiç bir lir bu mora kesmiş, nasır tutmuş usta parmaklarla ki bekleyebilelim acemi mi, ince mi, majör ya da minör - bir ezgi...


Fahri Güllüoğlu



26 Mart 2015 Perşembe

Yorum ve Olgu...

Son sözü, üzülme ama, oldu.
Yok, dedim. Çok üzülmem.
Sustuk. O, karanlık; ben, karanlığa gözünü dikmiş düşünceydim öncesinde.
Yanılabilir herkes, demişti. Sen de yanıldın.
Öyle mi, diye sormuştum söylediğine şaşırdığımı sansın istediğimden.
Oysa biliyordu, bildiğimi tekrar ettiğini.
İşaretleri sevmiştim, demiştim.
Hatası yok kimsenin, diye karşılamıştı. Yanlış yorumladın.
" Olgular yoktur, yalnızca yorum vardır." diyen kimdi diye soruvermiştim.
Aydınlanır gibi olmuştu karanlığı.
Bırak şimdi bunu, demişti yumuşacık.
Bırakmıştım.
Üzülme ama, oldu son sözü.
Yok, dedim. Hiç üzülmem. Sustuk sonra.
Ben karanlık; o, karanlığı unutturmaya çalışan düşünceydi.
Gece'ydi çünkü...


Mey






25 Mart 2015 Çarşamba

Bildirim...

Sessiz sedasız büyütüyor
içinde,
kalbinden utanmışlığın yarasını taşıyan o kadını
avutan, yaramazını.
Gelip seni de öpecekmiş;
kadim bir dilin büyüsünü bulaştırıcı ağzıyla.
Düş'ünü hazırla...


Mey



23 Mart 2015 Pazartesi

D'uyumsuz...

Bıçak açmıyor ağzımızı. Dikkat kesildik,
dinliyoruz:
Uğultu.
Anlamıyorsun, bakışı sende
dinlemiyorsun ki, inancı bende.
Uğultu büyüyor.
Yanma hissi kulaklarımızda mı, yoksa kalbimizde mi, bilmiyoruz.
Sessizlik sessizlikle konuşuyor çünkü...


Mey




21 Mart 2015 Cumartesi

Gece ve Soru...

Rüya yok,
ses yok,
neden hiç yok. Yine de uyandı.
Susamamıştı. Su içti.
Bir şey / birisi çağırıyor duygusu ısrarcı.
Kovmak için öznesi olmayan ısrarı, bakmayacağı yere baktı.
Orada. Yüreği sıkıştı.
Sormazdı ya, kendinden önce davrandı sesi: Sen misin?
Korktu sorudan sonra. Geri aldı. İkisine de hayıflandı.
Gözlerini yumdu pişmanlığı yok saymak için. Uyumadı...


Mey








19 Mart 2015 Perşembe

Özlemeye Acemi...

Bilmiyorsun, dedi. Durdu. Bakışları sakin kalmamı salık verir gibiydi.
Neyi, diye sordum bilmediğim çokça şey olduğunu bildiğimden. Bu noktada gözlerini yüzüme dikecek, beni hazırlamaya çalışacaktı. Hazırdım oysa.
Tekrar sordum: Neyi bilmiyorum?
Ne olacaksa olsun, bakışlarını tanıdım ve sıkı durdum.
Özlemeyi, dedi.
Yeterince sıkı durmayı da bilmiyorum galiba, diye geçirdim içimden.
Özlemeyi? Yineledim onu ama soruydu aslında.
Bir şey demeyecekti artık. Yapacağını yapmıştı. Susacaktık.
Sessizlik düşünceye davettir. Düşünecektim elbette.
Adının aklımdan geçmediği bir gün olup olmadığını örneğin. Doğadaki her değişmenin bana ettiklerinin sesinle bir ilgisi olduğundan şüphelenişimi sonra. Rüyanın yinelendiği uykulardan öfkeyle uyandığım sabahları; tüm çabama karşın, öykülerime bir noktadan girişini ve sana söyleyemediğim için kendimden de gizlediğim o delilikleri...
Haklı olabilirsin, diye seslendim sonunda. Dışarıyı izlemeyi bırakıp benden yana döndü. anlayışlı bir gülümseyiş titriyordu vicdanında.
Belki de bilmiyorumdur, dedim. Özlemeyi. Sesimde gıdım öfke yoktu...

Mey




Değiş Tokuşlar...

Sabanı tarlada bıraktılar;
tarlayı eve getirdiler, -
sonsuz değiş tokuşlar biçimlendiriyordu
önemini nesnelerin.

Yerini kırlangıçla değiştirdi kadın
çatıdaki yuvaya oturdu ve cıvıldadı.
Yıldızlar, kuşlar, balıklar, çiçekler, yelkenliler
dokudu onun dokuma tezgahına geçip kırlangıç.

Ağzının nice güzel olduğunu bilseydin eğer
gözlerimden öperdin seni görmeyeyim diye...


Yannis Ritsos




16 Mart 2015 Pazartesi

Biri / “ Her Zaman Yakılacak Bir Cadı Bulunur…”

Müziğe düşkünlüğü, kendisine dair, az sayıda veriden ilk olanlarından Biri’nin. Müziğin, acıyla ve neşeyle ilişkisini keşfettiğinden bu yana içten içe evden yükselecek o tınıların bekleyişinde biraz da. Öğrendiği her yeni bilgiyle baş edebilmesinin müzikle mümkün olabildiğini anlıyor. Çocuğun beğenisinin ürünü olan şarkıları daha çok sevdiğini, o şarkıların derinde bir yerde – nedense az buçuk hatırlayabildiği – bir tür hınzırlığı belirginleştirdiğini düşünüyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde, ses yüksekliği ayarlanmış ve kadının isteğinin yansıması olan şarkılardan hoşlanmamaya ise kararlı. Kadından, – üstüne üstlük onun tarafından atılmış – bir parça olabileceği fikrinin, ister istemez, yarattığı bir ön yargının kendisini yönlendirdiğini de biliyor.

“ Neyim “ ve “ kiminim” sorularına ek soruları, bekletebileceği kadar bekletme derdinde. Tüm bunların yerine, “ başka neyi yapabilirim” sorusunu koydu. Bedensiz ve belirsiz bir varlığın yapabileceklerinin sınırlı olduğunu söylüyor kendine ya, barındırdığı o itiraza ve şüpheye meyilli yanın, bedenin eyleyebildiklerini önemsiz kılabilecek olabilirliklere sahip olabileceği yönündeki uyarılarını görmezden gelemiyor. Her şey sırayla sınırlaması ile susturmaya çalışıyor onu ve yapabilirlikleri arasında susmayı bilmek olmadığını yeni yeni fark ediyor.

Müziği kendine eklemişlerin; kadının, çocuğun, - eh atlamayalım- ve kedinin gündelik hayatlarına eklenebilmek gibi delice bir arzu duyduğunun farkında. Oysa evin kendisine ait olmayan bölümlerine ancak onlar olmadığı zamanda geçebilecek kadar cesareti varken, böyle bir arzunun komik olduğunu da biliyor. O kapıdan süzülebildiği eksiklik içeren mutlu anlarda, her bir odanın kokusunu içine çekip, nesneleri tek tek ve büyük bir dikkatle ve elbette kedinin şüpheci denetimi altında incelerken iyi hissediyor. Öfkeye benzer bir duygu kadının kitapları, defterleri ve yazı masasının bulunduğu odada olduğu zaman beliriyor. Odanın orta yerinde durmuş bir beden olarak düşlüyor kendini. Şu masayı devirdiğini, o kitapları paraladığını ve bu defterleri alıp yok ettiğini düşlüyor bir an için. Şiddet arzusu tahammül edilemez hale geldiğinde kendini dışarı atıveriyor. Kendine ait tek yer olduğunu kabullenmesi gereken o karanlığa dönüyor hızla ve kadın ve çocuk eve dönüp de, müzik denilen o sağaltıcı serbest bırakana kadar da rahatlayamıyor.

Çocuğun sevdiği ve çok sık dinlediği şarkılardan birinin içindeki karanlığa neşe ve umut yüklediği o akşam gelene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Şarkı bir başka başlamış, yükselmiş ve sahip olduğunu bilmediği bir cesaretin peyda olmasını sağlamıştı. Acaba, diye düşünmeye bile fırsat tanımadan kendine; Biri’nin içerisini yine Biri’nin dışarısından ayıran o kapıdan süzülüp, bir bedene sahip olmamanın işe yarar bir yanı olup olmadığını görmeye karar verdi. Çocuğu uyurken izlemek istiyordu örneğin, kedinin peşine takılmasını ve gittiği her odada kendisine eşlik etmesinin eğlenceli olacağını düşünüyordu. Kendine itiraf etmese de, kadını yazarken görmek istiyordu. O masada oturmuş, önünde defter ve elinde kalemle durup düşünüyor muydu mesela, bir cümlenin ardına diğerini eklemeden az önce. Bir sözcüğü kullanıp kullanmamaya karar verirken ellerini sıkıntıyla saçlarının arasında dolaştırıyor muydu ve her şeyden önemlisi, Biri’nin aklındaki soruların cevaplar o kalemin ucunda gizlenmiş olabilir miydi?

Çocuk uyumuş olmalıydı çoktan. Odasının kapısı açıktı. Girdi. Uzunca baktı masumiyetin yüzüne. Soluklarını dinledi, çocuk döndükçe tedirgin bekledi. Yüzünü kapatmış saçlarını geriye itememenin koca bir hüzün olduğunu fark etti şaşırarak. Kedinin korumacı ve huzursuz kıpırdanışlarıyla artık o odadan çıkması gerektiğini anladı. Sesi iyice kısılmış bir şarkının tınısını işitti ilkin koridora çıktığında. Durdu, kulak kesildi. Şarkı tanıdıktı, içinde çalkanmaya başlayan öfke gibi. Kararsız kaldı. Dönüp yerine gidebilir, yeltendiği şeyi aklından çıkarmanın bir yolunu arayabilirdi. Nedenmiş, diye itiraz etti kendine. Yine. Şimdi havayı şöyle derince içine çekmek işe yarardı diye düşündü, bunu nereden bildiğini bilmeden ve ilerleyişe izin verdi.

Beklediği gibiydi her şey. Masa lambasının yalnızca yakınında olanı aydınlatabildiği odanın loşluğu, radyoda çalan şarkı, masanın dağınıklığı, tablada yanık unutulmuş sigaranın yükselen dumanı ve kadının saçları arasındaki eli. El, gizlenmesi gereksiz bir heyecanla titriyor gibiydi. Merak Biri’nin kıpırdayabilmesini mümkün kıldı. Varlığının kendisi dışındaki her şey için yoklukla özdeş olduğunun bilincinde, bu kez hiç korkmadan kadına doğru yöneldi. Hemen arkasında durdu. Ensesine dikti bakışlarını. Çünkü her şey sırayla, dedi kendine. Öne eğilmiş başın ensede oluşturduğu kavis, bakışları daha bir süre burada tutabilirdi. Zamanı geldiğinde, diye hatırlattı kendine. Zamanı geldiğinde, iyice sokulup, kadının sol yanından eğilecekti masaya doğru. Yanağına çok yakın tutacaktı kendini ve kokusunu duyacaktı. Ardından masaya yöneltecekti bakışlarını ve kadının zihnindeki bir gizin kâğıdın beyazlığına aksinin tanığı olacaktı.

Kadının soluna yanaştı, hafifçe öne eğildiğini düşledi. Kokuyu aldı ve yazılmış son cümleyi gördü: “ Her zaman yakılacak bir cadı bulunur.” Durdu. Sakinim, dedi kendine. Döndü, acelesiz bir ilerlemeyle kendine ait mekânın kapısına ulaştı. Köşesine çekildi. Cümleyi düşündü. Kadının mırıldandığı şarkı, zihninde hazla devam ederken, o an için mantıklı görünen açıklamayı düzgün bir cümle ile ifade etmeye çalıştı kendine:

Belki de, dedi. Kadının yakmaya kıyamadığı için buraya tıkıştırdığı cadısıyımdır. Fikri zihninde ölçüp biçerken enikonu belirginleşmeye başlayan düş kırıklığını bastırmaya gerek görmedi. Bu esnada çalan şarkının değiştiğini fark etmedi...


Mey





14 Mart 2015 Cumartesi

Olacağı Varmış'a Dair...

Şarkının karanlığıyla kaplamıştım üstünü;
derken az yağmur, biraz güneş. Çiçeklendi.
Sana
ve
bana rağmen...


Mey







11 Mart 2015 Çarşamba

Bölünmüş Arzu...

" Yok " kılmakla,
" çok " yapabilmenin imkanının gel - git'ini
sürüyen kalbi büyütüyor zaman.
Şaşkınlıkla bakıyorum onca kocamanlaşmaya.
Hala yumruğum kadar oysa...


Mey




10 Mart 2015 Salı

Keşkeler Listesi...

Ardına dek
açınca
o
şehvetli ağzını,
bizi yutar sandık, aşk.
seni koca bir korku aldı oysa,
beni arsız söz zaptetti.
Ağız, açık kaldı...


 Mey



8 Mart 2015 Pazar

Biri / “ Kendi Istırabından Uzakta “

‘ Neyim ‘ sorusunun cevabını bulduğu günün ertesi pazardı. Pazar olmalı diye düşündü Biri. Kadın, çocuk ve kediye ait alandan gelmeye başlayan sesler, çoktan ıssızlaşması gereken evin bir Pazar sabahına uyanmış olduğunu gösteriyordu. Biri’nin içerisini, yine onun dışarısından ayıran kapıya yaklaşarak, dışarıda neler olup bittiğine ilişkin merakıyla dikkat kesilmeyeli saatler olmuştu. İçerisinin en karanlık köşesine sığınmış, saatler boyunca öylece kalmıştı. Bir ara aklından, ne olduğum belli de, kime ait olduğum yeni sorun diye geçirmişti. Kendine dair edindiği bilgi ya da farkındalık onu rahatlatmak yerine, dondurmuştu. Anlamanın peşinden gelen, er – geç, kabullenmekti ama Biri, kabullenmekle ilgili bir şey bildiğini sanmıyordu. Donduğunu, donup kaldığını biliyordu yalnızca. Kedinin arada bir gelip kapısını yokladığını belli belirsiz fark etmiş ama aldırmamıştı. Ona ne söyleyebilirdi ki? Bir zamanlar, kim olduğuna dair hiçbir fikri olmadığı bir varlığa ait olduğu; onun bir – Biri’ne sorsanız önemlice bir parçası – parçasıyken bilinmeyen bir nedenle ait olduğu bütünlükten koparılıp buraya atıldığını söylese, kedi anlar mıydı? Ben bile henüz kavrayamamışken, diye düşündü.

‘ Neyim’ sorusu yerini, ‘ kimindim ‘e bırakırken, henüz bunu soracak gücü olmadığını biliyor. Eksik olduğunu, doğrusu, eksik bırakıldığını bildiği gibi. Keskin, soğuk ve onulmaz gibi gelen bir acı peyda oluyor hissedebilişinde. Bir bedeni olsaydı, bu acının onu orta yerinden bükeceğini düşünüyor. Bununla avun bakalım, diye eğleniyor kendisiyle.

Kadının eve gelen konuklardan birinin, Biri’nin bulunduğu yere ilişkin sorusuna, evde daha önce oturanların attıkları ıvır zıvırın bulunduğu bir yer olduğu cevabını hatırlıyor bir anda. Bu evde yaşamış başka bir varlığın – insan? Mümkün elbette – kendinden koparıp attığı bir parça olması aklına yatar gibi oluyor. Derken, kadının bunu nasıl bilebileceği sorusuyla bir parça kurtuluyor donmuşluğundan. Kadının olmalıyım, diye düşünüyor. Akla en yakın cevap bu. Aksi halde, okuduğu yazıda kendisini tarif etmiş olamazdı. Acele karar verme, diye uyarıyor onu içindeki temkinlice bir şey. Belki de onun da geldiği yerde bıraktığı benim gibi bir Biri vardır ve okuduğum metinde bahsettiği bu Biri değil, o Biri’dir. Kafasındaki karmaşanın ağırlığı, az önceki donmuş halini aramasına neden oluyor. Ellerim olsaydı, diye düşünüyor. Onlarla başımı sıkıca çevreler, hafifçe bastırır ve düşüncenin sarsıntısını bir parça durdurabilirdim.  Düşünmeye kalmadan müzik yükseliyor Biri’nin dışarısından ve içerisine doluyor.

Dikkat kesilmişliğinin müziğin tanıdık oluşuyla bir ilgisi yok. Sesin mucizevi uyumunun, hissettiği acı üzerinde yarattığı etkiyle bir ilgisi olabilir ama. “Müzik bizim en içsel özümüzün tüm kımıldanışlarını yeniden verir, ama hiçbir gerçeklik olmaksızın ve kendi ıstırabından uzakta." * cümlesiyle kesinlikle ilgili. Bu cümleyi nereden bildiğini düşünecek hali yok. Düşünmeyi ve kendini bırakıyor. Kendi ıstırabından uzağa gitmenin mümkün olduğu bir evrenin oluşuna duyduğu minnetle gevşiyor. Bedeni olmayanın dansının imkânını öğrenirken gülümsüyor. ‘ Kimindim peki ‘ diye düşünüp durmak, şimdilik, şurada dursun. Biri gülümseyişi ve dansı hissediyor. Müziğin sesi az daha yükselirken; kedinin olacak halim yok ya, diye geçiriyor ritme kendini kaptırmış zihninden…

Mey

*Schopenhauer





6 Mart 2015 Cuma

Ay'da.../ Haiku

Parıltısını,
şu bulutun arkasına gizlemiş
ay'ın
ardına gizledim.
Hiç göremezsin!


Mey



                                                        Iwan Puken

3 Mart 2015 Salı

Rüyanın Devamı...

Kelebekler gitmiş, orada öylece, yüzüm boynunda kalakalmıştık. Bir şey – ama ne? – durmuş gibi. Zaman olabilir, diye düşünen hangimiziz, o belirsiz. Bellek durmuştur belki, düşüncesi şöyle bir geçip gidiyor zihnimden, o aklımda kalmış. Ömrümüz boyunca anımsayacağımız tek bir an kalmıştır belki. Yanılıyorum elbette!
Aşağıyı, az önce bizi nasıl da büyülediklerini umursamadan çekip gitmiş kelebeklerin su içtiği göletin yanını işaret eden parmağını da anımsıyorum. Az kemikli, incemsi ve uzun. Oraya gidelim, diyorsun sesinde rüyanın sona erebileceğine ilişkin hafif bir endişe tınısı var. Elin elimde, ayaklarımı kaymamak için hafif yan basarak peşin sıra aşağı iniyordum. Düşmekten korkmadığımı biliyorsun ya, yine de avuçların elimi hapsetmiş sıkıyorsun.
Kıyıdaki geniş gövdeli ağacın yanında duruyoruz. Aydınlanmaya yüz tutmuş havanın da acelesi yok gibi, rüyanın da. Ağacın türü ikimize de yabancı, varlık nedeni ise değil. Olmaya ramak kalmış sabahın serini de başka bir neden.  Sanki.
Serin, diyorum. Başını sallıyorsun. Bir bildiği olan yalnızca kelebekler olamaz.
Battaniye. Soluk kahverengi, yumuşak ve sıcak.
Sırtına geçirip, iki ucunu tutarak ağacın dibine, bacaklarını iki yana açarak oturuyorsun. Sırtın ağacın gövdesine yaslı. Kanatlarını sonuna dek açmış bir kuş gibi açılarak yer gösteriyorsun. Oturuyorum. Senin başın ağacın gövdesine, benim sırtım senin göğsüne yaslı. Açtığın kolları kapatıyorsun bu sıra. Battaniyenin sıcağı, sıcağımıza karışıyor.
Sabaha az kaldı, diyorum sırf sesin var mı, merakımdan.
Rüya bitecek, diyorsun.
İyice yaslanıyorum sana. Saçımda küçük bir öpücük.
Yanılıyorsun elbette!
Rüya sürüyor…


Mey













2 Mart 2015 Pazartesi

Engellenmiş Tutku...

Baktı.
Baktım.
Bir şey anlamadığı belliydi. Eğlenceli bir yanı vardı anlamazlığının.
Gülmedim ama.
Ne bu, dedi. sorudan çok kızgınlığının ilanıydı fısıldayışı.
Anlayamamanın verdiği kızgınlığı bilirdim. Anlayışlı olacaktım.
" Tutkunun engellemelerinden çıkan tutku.." dedim.
Delirdiğimi düşündü. Söylemedi ama düşündü.
Düşünmesi yeterdi. Bu kez de gülümsemedim.
Umarsızsın, dedi. Kızgınlığı sürüyordu.
Hayır, diye itiraz ettim. Umarsız değilim.
Nesin peki, diye sordu. İlk kez gülümsüyordu. Biraz alaylıydı gülümseyişi. Dur bakayım, belki de birazdan çok.
Ben daha çok gülümsedim.
Aldırışsızım, dedim sakince.
Gülüşü büyüdü.
Öyle mi, dedi. Neye?
Kimse bir gülümseyişte beni geçemezdi: Engellemelerine, diye yapıştırdım!
Üsteledi: Aldırışısız!
Kalınca altını çizdim: Aldırışsız!
Bakmadı bu kez. Al sana bir engel daha, der gibiydi.
Aldırmadım...


Mey