16 Mart 2015 Pazartesi

Biri / “ Her Zaman Yakılacak Bir Cadı Bulunur…”

Müziğe düşkünlüğü, kendisine dair, az sayıda veriden ilk olanlarından Biri’nin. Müziğin, acıyla ve neşeyle ilişkisini keşfettiğinden bu yana içten içe evden yükselecek o tınıların bekleyişinde biraz da. Öğrendiği her yeni bilgiyle baş edebilmesinin müzikle mümkün olabildiğini anlıyor. Çocuğun beğenisinin ürünü olan şarkıları daha çok sevdiğini, o şarkıların derinde bir yerde – nedense az buçuk hatırlayabildiği – bir tür hınzırlığı belirginleştirdiğini düşünüyor. Gecenin ilerleyen saatlerinde, ses yüksekliği ayarlanmış ve kadının isteğinin yansıması olan şarkılardan hoşlanmamaya ise kararlı. Kadından, – üstüne üstlük onun tarafından atılmış – bir parça olabileceği fikrinin, ister istemez, yarattığı bir ön yargının kendisini yönlendirdiğini de biliyor.

“ Neyim “ ve “ kiminim” sorularına ek soruları, bekletebileceği kadar bekletme derdinde. Tüm bunların yerine, “ başka neyi yapabilirim” sorusunu koydu. Bedensiz ve belirsiz bir varlığın yapabileceklerinin sınırlı olduğunu söylüyor kendine ya, barındırdığı o itiraza ve şüpheye meyilli yanın, bedenin eyleyebildiklerini önemsiz kılabilecek olabilirliklere sahip olabileceği yönündeki uyarılarını görmezden gelemiyor. Her şey sırayla sınırlaması ile susturmaya çalışıyor onu ve yapabilirlikleri arasında susmayı bilmek olmadığını yeni yeni fark ediyor.

Müziği kendine eklemişlerin; kadının, çocuğun, - eh atlamayalım- ve kedinin gündelik hayatlarına eklenebilmek gibi delice bir arzu duyduğunun farkında. Oysa evin kendisine ait olmayan bölümlerine ancak onlar olmadığı zamanda geçebilecek kadar cesareti varken, böyle bir arzunun komik olduğunu da biliyor. O kapıdan süzülebildiği eksiklik içeren mutlu anlarda, her bir odanın kokusunu içine çekip, nesneleri tek tek ve büyük bir dikkatle ve elbette kedinin şüpheci denetimi altında incelerken iyi hissediyor. Öfkeye benzer bir duygu kadının kitapları, defterleri ve yazı masasının bulunduğu odada olduğu zaman beliriyor. Odanın orta yerinde durmuş bir beden olarak düşlüyor kendini. Şu masayı devirdiğini, o kitapları paraladığını ve bu defterleri alıp yok ettiğini düşlüyor bir an için. Şiddet arzusu tahammül edilemez hale geldiğinde kendini dışarı atıveriyor. Kendine ait tek yer olduğunu kabullenmesi gereken o karanlığa dönüyor hızla ve kadın ve çocuk eve dönüp de, müzik denilen o sağaltıcı serbest bırakana kadar da rahatlayamıyor.

Çocuğun sevdiği ve çok sık dinlediği şarkılardan birinin içindeki karanlığa neşe ve umut yüklediği o akşam gelene kadar bu böyle sürüp gidiyor. Şarkı bir başka başlamış, yükselmiş ve sahip olduğunu bilmediği bir cesaretin peyda olmasını sağlamıştı. Acaba, diye düşünmeye bile fırsat tanımadan kendine; Biri’nin içerisini yine Biri’nin dışarısından ayıran o kapıdan süzülüp, bir bedene sahip olmamanın işe yarar bir yanı olup olmadığını görmeye karar verdi. Çocuğu uyurken izlemek istiyordu örneğin, kedinin peşine takılmasını ve gittiği her odada kendisine eşlik etmesinin eğlenceli olacağını düşünüyordu. Kendine itiraf etmese de, kadını yazarken görmek istiyordu. O masada oturmuş, önünde defter ve elinde kalemle durup düşünüyor muydu mesela, bir cümlenin ardına diğerini eklemeden az önce. Bir sözcüğü kullanıp kullanmamaya karar verirken ellerini sıkıntıyla saçlarının arasında dolaştırıyor muydu ve her şeyden önemlisi, Biri’nin aklındaki soruların cevaplar o kalemin ucunda gizlenmiş olabilir miydi?

Çocuk uyumuş olmalıydı çoktan. Odasının kapısı açıktı. Girdi. Uzunca baktı masumiyetin yüzüne. Soluklarını dinledi, çocuk döndükçe tedirgin bekledi. Yüzünü kapatmış saçlarını geriye itememenin koca bir hüzün olduğunu fark etti şaşırarak. Kedinin korumacı ve huzursuz kıpırdanışlarıyla artık o odadan çıkması gerektiğini anladı. Sesi iyice kısılmış bir şarkının tınısını işitti ilkin koridora çıktığında. Durdu, kulak kesildi. Şarkı tanıdıktı, içinde çalkanmaya başlayan öfke gibi. Kararsız kaldı. Dönüp yerine gidebilir, yeltendiği şeyi aklından çıkarmanın bir yolunu arayabilirdi. Nedenmiş, diye itiraz etti kendine. Yine. Şimdi havayı şöyle derince içine çekmek işe yarardı diye düşündü, bunu nereden bildiğini bilmeden ve ilerleyişe izin verdi.

Beklediği gibiydi her şey. Masa lambasının yalnızca yakınında olanı aydınlatabildiği odanın loşluğu, radyoda çalan şarkı, masanın dağınıklığı, tablada yanık unutulmuş sigaranın yükselen dumanı ve kadının saçları arasındaki eli. El, gizlenmesi gereksiz bir heyecanla titriyor gibiydi. Merak Biri’nin kıpırdayabilmesini mümkün kıldı. Varlığının kendisi dışındaki her şey için yoklukla özdeş olduğunun bilincinde, bu kez hiç korkmadan kadına doğru yöneldi. Hemen arkasında durdu. Ensesine dikti bakışlarını. Çünkü her şey sırayla, dedi kendine. Öne eğilmiş başın ensede oluşturduğu kavis, bakışları daha bir süre burada tutabilirdi. Zamanı geldiğinde, diye hatırlattı kendine. Zamanı geldiğinde, iyice sokulup, kadının sol yanından eğilecekti masaya doğru. Yanağına çok yakın tutacaktı kendini ve kokusunu duyacaktı. Ardından masaya yöneltecekti bakışlarını ve kadının zihnindeki bir gizin kâğıdın beyazlığına aksinin tanığı olacaktı.

Kadının soluna yanaştı, hafifçe öne eğildiğini düşledi. Kokuyu aldı ve yazılmış son cümleyi gördü: “ Her zaman yakılacak bir cadı bulunur.” Durdu. Sakinim, dedi kendine. Döndü, acelesiz bir ilerlemeyle kendine ait mekânın kapısına ulaştı. Köşesine çekildi. Cümleyi düşündü. Kadının mırıldandığı şarkı, zihninde hazla devam ederken, o an için mantıklı görünen açıklamayı düzgün bir cümle ile ifade etmeye çalıştı kendine:

Belki de, dedi. Kadının yakmaya kıyamadığı için buraya tıkıştırdığı cadısıyımdır. Fikri zihninde ölçüp biçerken enikonu belirginleşmeye başlayan düş kırıklığını bastırmaya gerek görmedi. Bu esnada çalan şarkının değiştiğini fark etmedi...


Mey