3 Mart 2015 Salı

Rüyanın Devamı...

Kelebekler gitmiş, orada öylece, yüzüm boynunda kalakalmıştık. Bir şey – ama ne? – durmuş gibi. Zaman olabilir, diye düşünen hangimiziz, o belirsiz. Bellek durmuştur belki, düşüncesi şöyle bir geçip gidiyor zihnimden, o aklımda kalmış. Ömrümüz boyunca anımsayacağımız tek bir an kalmıştır belki. Yanılıyorum elbette!
Aşağıyı, az önce bizi nasıl da büyülediklerini umursamadan çekip gitmiş kelebeklerin su içtiği göletin yanını işaret eden parmağını da anımsıyorum. Az kemikli, incemsi ve uzun. Oraya gidelim, diyorsun sesinde rüyanın sona erebileceğine ilişkin hafif bir endişe tınısı var. Elin elimde, ayaklarımı kaymamak için hafif yan basarak peşin sıra aşağı iniyordum. Düşmekten korkmadığımı biliyorsun ya, yine de avuçların elimi hapsetmiş sıkıyorsun.
Kıyıdaki geniş gövdeli ağacın yanında duruyoruz. Aydınlanmaya yüz tutmuş havanın da acelesi yok gibi, rüyanın da. Ağacın türü ikimize de yabancı, varlık nedeni ise değil. Olmaya ramak kalmış sabahın serini de başka bir neden.  Sanki.
Serin, diyorum. Başını sallıyorsun. Bir bildiği olan yalnızca kelebekler olamaz.
Battaniye. Soluk kahverengi, yumuşak ve sıcak.
Sırtına geçirip, iki ucunu tutarak ağacın dibine, bacaklarını iki yana açarak oturuyorsun. Sırtın ağacın gövdesine yaslı. Kanatlarını sonuna dek açmış bir kuş gibi açılarak yer gösteriyorsun. Oturuyorum. Senin başın ağacın gövdesine, benim sırtım senin göğsüne yaslı. Açtığın kolları kapatıyorsun bu sıra. Battaniyenin sıcağı, sıcağımıza karışıyor.
Sabaha az kaldı, diyorum sırf sesin var mı, merakımdan.
Rüya bitecek, diyorsun.
İyice yaslanıyorum sana. Saçımda küçük bir öpücük.
Yanılıyorsun elbette!
Rüya sürüyor…


Mey