24 Ağustos 2020 Pazartesi

İçkinlik planı

Neye içkin olabilirsin? Tümüne, ne varsa, yayılmak, kaplamak, içermek ve içerilmek. Ne tuhaf düş! Düş mü, belki de erek gizliden.

Açılmak, açmak, o'na ve ben'e dönüşmek. Büyürken küçülmek hepten ve yeniden hiçleşmek. Ne tuhaf erek! Erek mi, belki de arzu en koyusundan.
Benden çıkmak ve çıktığını ben'e dönüştürmek. Ne tuhaf arzu! Arzu mu, belki de bir fikir tohumu, henüz toprağa düşmemişinden.

Dışındaki dünyaya bakmak, bakma ve görme eyleminin yorgunluğuna dönüştüğünde, ' bakma o zaman ' demiştim. Söze itaat meylim bilinen bir şeydi, bakmayı kestim. Az'ı olmayanların, dibi bulma hevesliliği bende de vardı, gözümü kırpmadım.

Ama insan bakan bir varlıktı: neye bakacaktım?
Dışını terk etmişlerin  içe dönüşü bir seçenekti; seçeneklerin en klişesiydi hem de. Yüz vermedim.
İç'in kabaran ve taşan ve yayılan bir oluş olduğunu o zaman öğrendim. Kahve falı bakanların ağzında alışkanlığın sözü: İçin kabarmış. Hayrolsun!

"Kopuş, sükseli bir sözdür" dedi biri, yapışıverdim kopuşa meyletmiş yanlarıma. Kendime bağımlılıklar uydurdum.
Bana sözkolik dediler!

Sakinledim ardından, ' bırak bu iç -dış meselesini,' diyen tatlı dilime kandığımdan.
Sükunet- gidene - ve metanet - kayba-

Büyüyen küçüldü, küçülen büyüdü. Uyku öncesi düşlerimi yarım bırakıp sızıverdim geceden geceye.

Düşünde kelebek olduğunu gören adamın, adam olduğunu gören bir kelebek  mi, yoksa kelebek olduğunu gören bir adam mı olduğuna ilişkin kadim sorunun etrafında dolandım, eski bir şarkıyı mırıldanarak.  Ne fark ederdi? Cidden!

Dış'ın iç, iç'in de dış olma ihtimalini sevdiğim anda; ben benim, o ise hep oydu. Anladım ve yanaştım ihtimalin dibine. Yayan ve yayılan bir 'şimdi"de,  "ortada bir varlık " olarak iç içe geçmişliğimizin ağırlığında, " kopuş"un süksesine özeniyorum, yalan yok.

Biliyorsun kopmayı ve oradaymışsın gibi rol kesmeyi.
Biliyorsun yapışmayı ve orada değilmişsin gibi zulada devasa bir göz olmayı.

Durmaz, durdurulamaz bir genişleme hali kalbim, ondan daha azgın bir akış zihnim. Kimse, ama hiç kimsenin önüne geçemeyeceği sessiz bir inatçılıkla usulca ilerliyor.

İç dış'ı kaplarken,
dış, iç'in içleminde nihayetinde.
Bir de bakmışsın, öyle işte.

Mey







5 Ağustos 2020 Çarşamba

Öykü Bu


Atları salmışlar…
Yol uzayacak gibiydi. Yolun kendisi uzamaz. Yolu alan varışı geciktirir olsa olsa. Yavaşlar, duraksar, oyalanır, geriye bakar, geride kalandan medet umar kimileyin. Yolun suçu yok, yolda olan da suçlanabilir mi, değişir.

Vakitlice çıkmalı, diye düşünmüştüm. Öyle ya, sıcağa kaldın mı çekilmez olur yol da yolculuk da. Gün doğmadan uyanmalı ve yola düşmeli. Annemin demesiyle, gece yatmayı sabah kalkmayı bilmeyenlerden oluşumu hesap edememiştim her zamanki gibi. Kalk, kalk öğle oldu! Çarçabuk hazırlanma, aceleye getirilmiş bir çıkış, acelenin evde unutturdukları. İpinden koparılmış tazılar gibi şehri terk ediş. Trafik kilitlenmeye yüz tutmuşken il sınırını geçiş. Sonra, yolun tenhasında geceyi de içine alacak uzun mu uzun bir gidiş.

Gidesim yoktu aslında. Çok önceden planlanmış bu yolculuğun başlangıç zamanı yaklaştıkça isteksizlik büyümüştü içimde. Götürülecekleri hazırlayışı ertelememden belliydi canım yol çekmiyor, evden çıkmaksızın geçen günlerin serilişini bırakıp gidesim gelmiyordu. Vakit geldi, enikonu zorladım kendimi ve işte yoldayım. Şehri çıkar çıkmaz isteksizliği yenip, arkama yaslanarak müziğe ses verdim. Alabildiğine uzanana bozkırları geçeceğim önce, ardından biraz yeşillenecek geçtiğim yollar. Kalabalıktan uzak, tenha ve çayı bozulmamış uğraklar bakınacağım birkaç saatte bir. Neşeli şarkılar dinleyeceğim eşlik etmeksizin ve yanıma almayı unuttuğum eşyaların listesini uzatacağım zihnimde. Ardımda bıraktığım büyüklü küçüklü kentleri mekân tutmuş öyküler kuracağım, uyku bastıracak derken, kenara çekip gözlerimi kapatırken atları düşüneceğim.  Böyle böyle azaltacağım yolu.

Atları

Azar azar ölüyor istek. Pis çağ, ondan. İnsandan vazgeçiliyor ilkin. Kendine uzanacak bir vazgeçiş yolu yürüyorsun günbegün. Haber tiksintisi ile başlıyor, sosyal medya denilen şey büyütüyor iğrenmeyi, sokak insan demek, her yabancı tehlike. En savunmasızlara yükleniyor kötülük. İzlemesi sana işkence. Kimseye inanasın gelmiyor. Arapçadan geçme siyaset sözcüğü, seyisat’tan geliyor. Aynı mekânda uyuyamaz atlar, haz etmezler dar alanları paylaşmaktan. Ondandır her birini ayrı bölmeye koyarlar haralarda. At gibisin kardeşim! Seyisinin kokuşmuşluğu her yerinde.

Atları Salmışlar

Sivrihisar’ın sivri olan ucu görünüyor uzaktan. Arka koltukta taşıma kutusunda hapis kedi cılız bir itiraz nidası veriyor. Yatıştırıcı olduğunu umduğum bir sesle avutmaya çalışıyorum kediyi, taşıma kutusunun imgesi sesimde yalan bir tınıya dönüşüyor. Kendi yalanını yakalamışların utanmaz olmayı öğrenmeleri işten değildir, utanmıyorum. Şoförler Odası’nın bir tesisi olacak şuralarda bir yerlerde, çayı iyiydi. Kaçırmamak için dikkat kesiliyorum. Azı gitti çoğu kaldı yolun. Yol yürümek öğretir, diyen biri vardı sanki. Omuz silkiyorum, kimdi hatırlayamayınca. Yürüyen mi kaldı? Allah vere de adamlar çayı bozmamış olalar’dan başka bir şey düşünecek halde değilim. Hal mi kaldı? Kedi sesleniyor, sesine sesleniyorum, ne varsa sesimde topu yalan dolan.
Çay kötü. Kaynamış, kaynamış kendi olmaktan çıkmış. Maskeleri çene altında insanlar safları sıklaştırıyorlar. Kaptığım gibi sepeti kaçar adım yoluma düşüyorum.

Atları…

Ne vakit birileri anlamsızlıktan dem vursa, hâkim olamıyorum kendime, hermeneutik sözcüğünü binlerce kez yineliyorum zihnimde. Sevgili Hermes, az öte git. Kültüre dayalı (kadınları, çocukları hayvanları ); tarihe dayalı ( diri yakılanları, bombaları, ölmeye yatırılanları); deneyime dayalı ( yalancıları, korkakları, kibirden önünü göremeyenleri) hermeneutik bir bataklığa gömme alışkanlığındandır anlamın metan zehirlenmesi. Eğer çarpıcı bir dizeye denk gelirsek biraz daha derin bir düzeyde anlayışa ihtiyacımız olur. Dizeleri yorumlarken bir bütün olarak şiir anlayışımız değişmeye ve bundan dolayı kavrayışımız derinleşmeye başlayabilir. Bu duruma “hermeneutik döngü” adı verilir. Rica ederim.

Atları salmışlar…

Herkes Afyon’da mola verir. Yolun yarısı. Teğet geçelim, dedim kediye. Gün çekilirken denize gireriz. Gözümde büyüyor yol. Yolun kendisi uzamaz. Yolu alan varışı geciktirir olsa olsa. Yavaşlar, duraksar, oyalanır, geriye bakar, geride kalandan medet umar kimileyin.
Geride gözüm yok oysa.
Atları salmışlar, çölü büyütmüşler. Hermeneutik bir tiksinti bırakmışlar.
Geride kalan ben, varan ben’e lüzumsuz bir göz kırpış oldum olası. Neyse ki atları 

Mey