13 Temmuz 2019 Cumartesi

Basamak


Ne aşağı ne yukarı.  Hareketsiz henüz. İnebilir, çıka da bilir. Sıcağı düşünüyor.  İnsem cehennem, çıksam duman. Yanmak veya boğulmak. Tek bir edime bakıyor. Külsün ya da nefessiz. Hareket, çıkış noktası basamak olan dilemma.

Hastanenin bahçesinde. Yapış yapış teni. Nem sıcaktan vurucu. Yüzü terden parlıyor. Bahçede serin bir kuytu aranırken fark ediyor. Ağaçlar var. Etrafına bakıyor. Neredeyse küçük bir ormanın içine bir hastane kondurmuşlar. Bakımsızlığı gizleyen ağaçlar, ağaçların saklayamadığı köhnemişlik.  Orman da bakımsızlıktan nasibini almış. Vazgeçilmişlere özgü kırgınlık yok bütünlüğüne bakınca. Ağaç ağaca bakmış onlarca yıl, her birini besleyen toprağa sıkı sıkıya tutunup alabildiğince büyümüşler, handiyse birbirlerini büyütmüşler. Yeşilin farklı tonlarına bürünmüş; çam ağaçları, akasyalar, kestaneler, bir iki tane çınar ağacı gölge büyütebilmenin azametiyle uzanıyorlar gökyüzüne doğru. Sıcaktan çatlamış toprak ve toprağı kaplayan sararmış otlar bir yana, başını yukarı çevirdiğinde kül veya duman çıkıveriyor insanın aklından. Anlık, iyicil bir his gelip oturuyor içine. Hastanenin bahçesini yaşam alanı olarak bellemiş kedileri ve köpekleri seçiyor gözü uzaktan. Alanı paylaşmış gibiler. Birbirlerinin varlığını umursamaksızın, sıcaktan bitkin serilmişler buldukları gölgelere. Çıkıyorsun, diye uyarıyor kendini. Sonu duman biliyorsun. Duruyor. Harekete teşne ruhuna set çekme zamanı şimdi. Heybetli bir çınarın altındaki tahta bankı kestiriyor gözüne. Hasta ameliyathanede. En az beş saat sürer demişti doktor. İnecek misin, yoksa çıkacak mısın düşünmek için bolca zaman var önünde. Banka doğru yürüyor. Basamak içinde? Çınarın gölgesi, küçük ormanın esintisini buyur edecek. Oturuyor. Diğerlerinin endişesinden kaçtı, kalabalığın gevezeliğinden sıyrılmayı başardı. İçeride devam eden ameliyatın sonuçlarına dair mesnetsiz yorumları işitmemenin yolunu buldu. İçindeki basamağın, yıllara yayılmış kirlenmişliğini temizlemeye niyetlendi. Bu günü mü buldun? Kendi kuramsal tehlikeni yok sayıp, başkasının net bir olgu olan tehlikesinin ardına mı saklayacaksın küle ve dumana meylini? İnebileceğini biliyor, külü tanıyor. Çıkabileceğinden de kuşkusu yok, soluksuz kalmanın baş döndürücü sarhoşluğunu ise tahmin edebilir ancak. Doğurdu doğuracak bir kedi yanaşıyor yanına. İnce suratı, büyük kulaklarına bakınca çirkince, sahil kentlerinde görmeye alışık olduğu cins bir kedi olduğunu ayırt ediyor. Ayaklarının dibine çöküyor kedi, üstün körü bir bakış atıyor yüzüne ardından seriliyor çöktüğü yere boylu boyunca. Karnı burnunda. Bugün yarın doğurur bu kedi diye düşünüyor karnındaki kıpırtılara bakarken.  Bugün yarın o basamakla yüzleşirim ben. Bugün yarın bir can dünyaya atılır, başka bir can bu dünyadan çeker gider. Bugün kül, yarın duman.  Küldü dumandı derken, ne vakit gelip yanına oturduğunu fark etmediği bedenin kıpırtısıyla şimdiye dönüyor. Genç bir kız. Sessizce tünemiş hemen yanına. Dönüp bakıyor kızdan yana, profilden gördüğü yüzü daha kolunu görmeden içini eziyor. Dirseğinden kesmişler kolu. Kendi eksiksiz kolunun birkaç santim ötesindeki o yarım koldan hemen kaçırıyor gözlerini. Suçluluk neden?  İniyorsun bak, diye fısıldıyor basamak. Tut kendini. Kızın kendisinden yana dönmüyor, dönüp bakmıyor oluşunun hızlandırdığı iniş arzusu midesinden yükselen bir bulantı şimdi. Neye bakıyor bu kız böyle? Neye bakamıyorum ben böyle? Dönüp baksa gülümseyecek hafifçe, belki merhaba diyecek ya da belli belirsiz selamlayacak başıyla. Ama yok. Kıpırtısız oturuyor kız yanında. Sanki görmüyormuş, aynı bankı paylaştıklarının farkında değilmiş, hatta yokmuşum gibi. Gerilim hamile kediyi rahatsız etmiş olmalı ki, yüküne aldırmadan sıçrayarak kalkıyor yattığı yerden. Kıza ve ona bakıyor sırasıyla. İnsandan yana umut olmadığını bir kez daha anlamış, anladığından hoşlanmamış bir edayla uzaklaşıyor yanlarından. Kedinin gidişine bakarken kızın gidişini kaçırıyor. Geldiği gibi aniden kalkıp gitmiş yanından. Hızla uzaklaşan sırtını görüyor ardından bakarken ve o yarım kolun yabancılaşmış salınışını.

Esinti kesiliyor. Sıcak abandı üstüne. Dudak üstünde biriken teri siliyor elinin tersiyle. Basamağın genişlediğini, genişlerken çıkardığı sesi duyar gibi oluyor. Hareketi davet eden ses içini kıyıyor. Burada olmak istememişti. Burada olmayı kim ister ki? Burada olmak zorundaydı. Kaçınmanın mümkün olmadığı, kabullenmekten başka seçenek bırakmayan ve hesapta olmayan bir hayat oyunuydu. Basamağın bu durumla bir ilgisi olmadığını biliyor. Durum basamağın dayatmasına karşı güçsüz olmayı sağladı sadece. Hoş, bu durum olmasaydı daha güçlü ve dayanıklı olacağını da söyleyemez.  Hayatın olağan açmazlarının kişisel açmazlarını görünür kılmasında da şaşılacak bir yan yok. Bu bilginin bir halta yaradığı yok, diyor. Saat kaç? Kente iner inmez teninden olmayan her şeyden soyundu. Saatini, yüzüklerini, bileğinde sallananları. Şimdi saat kaç? Çantasından telefonunu çıkarıyor. Saate bakamadan cevapsız çağrıları fark ediyor. Defalarca aramışlar. Neredesin?

Doktor çıkmış, ameliyatın iyi geçtiğini söylemiş. Hepsi ameliyathanenin önünde bekliyorlarmış. Gelsene. Geleyim. Gönülsüzce kalkıyor yerinden.  Baygın çıkaracaklar, yüzü bembeyaz olacak. Bildiğimiz ifade olmayacak yüzünde. Operasyonun iyi geçtiği haberinin sevinci uçup gidecek onu öyle görünce. Çocuklarında büyükçe, geri kalanlarında hatırı sayılır yazıklanma peyda olacak. Yoğun bakıma kadar peşinden gidilecek onu taşıyan sedyenin.  Hayır, göremezsiniz şimdi, diyecek bıkkın bir hastane personeli. Oralı olmayacak hasta yakınları, sedye yoğun bakıma sokulurken boyunlarını uzatıp görmeye çalışacaklar rengi çekilmiş o yüzü. Doktorun ameliyathane kapısında yaptığı kısa açıklama işitenlerden zaten işitmiş olanlara yinelenecek ve birkaç sözcüğün altından söylenmemiş bulunup çıkarılmaya çalışılacak. Ben birinin elini tutup diğerinin sırtını sıvazlayacağım. Ne biri ne öbürü ayırdında olacak ikiye bölünmüşlüğümün. Basamağı unutmuşluğum yanıma kar kalacak. İnsan, geriye bakan bir hayvandır. Ben geride kalana özlemle bakan bir hayvanım. O kısacık bellek kaybını özlemle anacağım gelecek saatlerde.

Banktan kalkıyor, gölgesine sığındığı çınara bakıyor bir süre. Yarım kollu kızın görmezden geldiği bedenini zorlayarak hastane binasına doğru yola düşürüyor. İnmelisin veya çıkmalısın. Ya aşağı ya yukarı. İkircikli kalmak yersiz. Yukarı çıkan yolla aşağı ineni bir aynı nihayetinde. Karşıtların birliği diye yapıştırıyor içindeki ukala. Hamile kedinin boşalttığı banka bir gayretle çıkışını göz ucuyla görüyor aynı anda. İnerim de çıkarım da. Ama önce günlük olana gitmelisin, senlik olan az beklesin. Bugün yarın doğurur bu kedi, diyor gülümseyerek.  Bugün yarın o basamakla yüzleşirim ben.  Bugün yarın bir can dünyaya atılır, başka bir can bu dünyadan çeker gider. Bugün kül, yarın duman.  

Mey /Melek Ekim Yıldız