20 Haziran 2018 Çarşamba

UYKU CİNİ**


Kuşlar gelecek, dedilerdi. Bekledim. Sonrasında olan biten her şeyin nedeniydi kuşların gelmeyişi ve gelmeyeni bekleyişim. Kuşlar gelmedi, ben uykumu kaybettim. Ardından hayatıma, nereden çıkıp geldiği belirsiz o cin giriverdi. Uyku cini.

( Uyumuyor. Uykunun vaat ettiklerine karşın direniyor gözlerini kapamaya ve durumu açıklamasını istediğim her seferinde aynı yanıtı veriyor fısıldamayı andıran bir sesle. Bu, diyor kalbe aklın verdiği hiza. Anlamakta zorlanıyorum. Kalbe aklın verdiği hiza?  Elbette zorlanırım, ben bir uyku ciniyim. İnsan denen bu derdi bitmez varlığı uykuya hazırlayan; o, uykuyu ‘ölümün kız kardeşi’ olarak tanımlarken, yattığı her uykuda ölümü prova ettiğini görmezden gelerek, rüyalar diyarının kapısını ona açan benim. Ama türün bu üyesi uyumuyor.
Elini tutsam? Saçlarını okşasam ya da? Kulağına eğilip kalbine dokunması muhtemel, yüzyıllar öncesinde bir bebeğe söylenmiş, o ninniyi söylesem uyur mu? Belki. Yüreğinde cevaptan çok soru taşıyan uyuyamaz, derdi eskiler. Uyku cinlerinin var olma nedenlerinden biridir insanoğlunun cevapsız soruları zihninde taşıyıp durması.  Ve şimdilerde anlıyorum ki, esas neden onun bir kalbinin olmasıymış. )

Yatağa girer girmez gözlerini yumup uyuyabilen o şanslı insanlardan değildim. Öteden beri, uyumadan önce ertesi gün olacakların, olabileceklerin en çok da olsa iyi olacakların kurgusuna dalmadan uyuyabildiğim olmamıştı. Kuşların gelmeyişinin uzattığı geceler,  ‘yarın merakı’  adını verdiğim uğraşı uzun saatlere yaymaya başladığında geldi. O işte, uyku cini. Vaat ettiği rüyalar ülkesinin güzellikleriyle aklımı çelme çabası işe yaramayınca, çareyi ‘yarın merakı’na ortak olmakta buldu. Kurgunun asıl sahibi oluşu ise, bir gece içine kıvrıldığım yatakta yanıma sokulup, ardından da yastığın üzerine bıraktığım başımı yarım bir ay gibi bedeniyle çevreleyerek sağ kulağıma fısıldamaya başlamasıyla gerçekleşti. Başımı sarmalayan bedeniyle başlangıçta verdiği tedirginlik, günden güne kimileyin sinir bozan kimileyin yatıştıran sesinin yarattığı vazgeçilmez bir alışkanlığa dönüştü. Benim için olan bir yarının, benim yarınımın hikâyesini anlattığı geceler boyu uyumadım ama dinledim, onu dikkatle dinledim.

( Hayat kendi rotasını dayatan bir deveran. İnsanoğlunun kabullenmeye direnç gösterdiği yegâne bilgi bu olmalı. Öncekinden farklı bir yarın umudu ise, bıkkınlık verici aynılıkla savaşının pusatı. Kuşların gelmediği, gelmeyeceği bir yarını katlanılabilir kılacak büyülü sözleri bulabilme telaşımın arasında anlıyorum bunu. Başına dolanmış bir haleyim ve uyuması için, düşler ülkesinin kapısını aralamak yerine inanması için bir yarın yaratmanın peşindeyim. Ve hala bir uyku ciniyim.)

Yüreğine binlerce kuş konacak yarın, diye fısıldadı bir gece. Karanlıkta gülümsedim. Gün aydınlanırken göğünde duraklayıp sessizce süzülecekler. Çok sessiz olacaklar ama yine de bileceksin geldiklerini. Ardından içlerinden birinin şöyle dediğini işiteceksin: “ Biliyor musun, bazı kuşlar gök incinmesin diye kanat çırpmaz, havada sessizce süzülürler.” *
Başımı kaldırıp ona bakmak istedim. Davranmama kalmadan eliyle engelledi. Onlarca sorum vardı sormak istediğim, eli bu kez söze açılmış ağzımın üzerindeydi. Göz kapaklarımı ağırlaştıran mırıltısını işitiyor, nicedir kuşlar yerine uyku cinimi beklemekte olduğumu söylemek istiyordum. Ninniyi andıran o mırıltıya, saçlarımın arasında dolaşan eline yenik düşmekte olduğumu biliyor ve tebessümü engelleyemiyordum. Uykuya kapılan zihnim benden kopup gitmeden az önce, “ Bak işte bu da kalbin akla verdiği hiza.” dediğini işittim. “Şimdi uyu!”


* Gökhan Arslan

** Bu öykü daha önce, https://borgesdefteri.blogspot.com/ da yayımlanmıştır.

Melek ekim Yıldız / mey


                                                     Masanori Sugisaki