30 Eylül 2013 Pazartesi

Sihirli Ayna Sohbetleri... / Rol

Rol bu, dedim.
Kesilir,
alınır,
verilir,
yazılır,
okunur,
oynanır,
ve hatta sevilir.
Sihirli aynam da susmadı tabii. Doğasına uygun bir tonlama ve ifadeyle dedi ki: ama,  en çok yapışır. Benliğine…


Mey


                                                         
                                 

Sunak...(son)

Sahte bir esrarın tahrik ettiği ve bütün makûllerin bir kenara bırakıldığı her çağın bilançosu, müstesna ölümlerden alelade ölümlere doğru çekilen bir çizginin basitliğiyle açıklanabilir, dedi. Bizi, yani kelimeleri, aslında yalnızca kelimeleri telef eden şey, "zamanın gerçek öznelerinin" karşısına bir yığın bayağılığın ve alışkanlığın çıkartılmasıdır. Rıza gösterdiğimiz alçaklığın ve müziksizliğin ve masamızı kaplayan bir parça bezin şecereler karşısında noksan kaldığı aşikâr, dedi. Bunu bile bile, kıymet vermek için döne yakıla arananın küller ve hataya mâlik hesaplar olması garip değil mi, diye sordu.

Kimsenin bir köleyle yetinecek zamanı yok ve yok topraktan sökülmüş, manzaradan kurtarılmış ve itici bir derinlikten muaf bakış, dedim.

Kadir Yılmaz


                                             Aela Labbe

Nesnel Kurnazlık…

İmkânsız, dedi. O halde unutalım.
Tespit, imkânsız tespiti, gerçeklikle uyuşuyordu. Doğruluk karşısında boynum kıldan inceydi. Peki, dedim hadi unutalım bari.
Oradan uzaklaşırken, umarım belleğin gerçeğe bir parça saygısı vardır, diye düşünmekteydim...


Mey



Geçerken Sarf Edilmiş Birkaç Söz...

Haklıydın. Yaşamak, geçip gitmelerle sınırlı bir yolculukmuş.

Bazı bedenlerden,

bazı kalplerden,

bazı hayatlardan geçmek. Geçmek ve gitmek.

Ellerim söz’den kuşandığım entarinin eteklerinde, geçiyorum senden.

Sevdiğin ve seni seven ne varsa, her birine tek tek değerek…

Haklıydın!

Geçmek ve gitmek var yalnızca.

Ama unutmuşsun besbelli: bazı hayatlardan geçmek kutsaldır.

Haklıyım.



Üçrenk Kırmızı


                                                   Brooke Shaden 

Soramadıklarının Tümü İçin... ( süreli cevap....)

içim, içim gibi değil.
nicedir...




Sen’e Seslenen Hikâye…

Oluş’unun doğasını aşabilme savaşına karşın
fısıltı olmanın ötesine geçemiyor;
yani ki işitilmiyor. Olsun…


Mey


                                                 Omar Galliani

Yapmadığın Şeyler...

Cüretkarca söyleyemiyorsan,
aslında hiç söyleyemiyorsun demektir...

Mey


                                                 Alberto Bevacqua

29 Eylül 2013 Pazar

Var – Yok Açmazı…

Çünkü ruhumuz yokluk çekti…
                                             Novalis


‘ Var ’ sanıp açlığımıza şaşırdık.
Yok’u bilmeyenin,
var’ı mümkün kılamayacağını bilemedik…


Mey



Sunak.... ( 7 )

Düşünceye, yani bizatihi düşünce kavramının kendisine musallat olan bir insan düşün, dedi, bundan daha iğrenç bir şey olabileceğini düşünemiyorum: getirip zihnin bütün yazgısının bağlandığı ve ölmeye, yani düşüncelerini de beraberinde götürmeye mahkûm, çünkü dünya karşısında kazandığımız her zafer, mağlubiyetimizin büyüklüğünü artırmaktan başka bir işe yaramıyor. Sarfettiğimiz kelimeler kadar varız, dedi, değil mi ki sarfettiğimiz kelimeler kadar ölüyoruz. Bizden bahsedemeyiz, biz diye bir şey yok; yaşayanlar ve ölenler yalnızca kelimeler, her biri ete kemiğe bürünmüş.

Dillendirelemeyeni dillendirebilmek için kurban ettiğimiz dillendirebildiklerimize bir baksana, dedi. Bunun adı teşhir zorbalığı, başka bir şey değil; önce durdurmak ve sonrasında yok etmek için çırpındığımız bir düşüşü daha da derinleştiren bir pişmanlıklar silsilesi. Cenneti bulandıran şey, sessizlik değil diyalogtu; insan kendini dinlemek yerine ses vermeyi tercih ederek yolunu baştan çizdi. Öyle ki, aktarılamayan ile dillendirilemeyenin neredeyse aynı şeyler olduğuna ikna edilerek gelmişti dünyaya. Burada her şeyin yalnızca yarısı olduğunu, yani her şeyin aslında yarım olduğunu farz ediyoruz, çünkü her şeyin diğer yarısını, yani hiçbir şeyin aslında tamamını göremeye cesaretimiz yok ve yoksunuz bu cesareti ele geçirebilecek kudretten, dedi.

Kadir Yılmaz



Sihirli Ayna Sohbetleri… / Adlandırma

Düşkünlüğünden ürken birini anlatan bir hikâye kuruyorum, ne dersin diye sordum sihirli aynama. Hikâyenin adını da platonik logos koymak niyetindeyim
.
Ayna her zamanki sinir bozuculuğu ile sırıttı. Bunun ardından geleceğin hoşuma gitmeyeceğini biliyor ama diyeceğini merak etmekten alamıyordum kendimi.

İşlevi çoktan kaymış ayna dedi ki nihayetinde: Platonik korkak daha iyi bir isim olur bence.

Sesimi çıkarmadan yanından uzaklaştım. Sihirli bir aynaya sahip olmanın berbat yanı onu kıramamanız, diye düşündüm. İkisini de yazabilirdim ayrıca. Platonik bir korkak, platonik bir logos’un kurbanı olabilirdi pekala…


Mey


                                                   Paola Melone

Hikayedeki Sır...

Bazı hikayelerin rotası uzaklardır.
var olmayan bir yere dönerler yüzlerini. Yenilgi, ilk harfin konuluşuyla başlamıştır. Rahat  olalım,
sırrımız baki kalacak!

Mey 


                                          Brooke Shaden

Yapmadığın Şeyler. ..

" Ezelde ve ebediyette konuşma yoktur."
Söylemedin ki hangisindeyiz...

Mey

Görsel: Horst Fisher



28 Eylül 2013 Cumartesi

Soramadıklarının Tümü İçin... ( süreli cevap 13)

korkmadıklarımın tümü 
geldi 
başıma 
bir bir...




Sunak... (6)

Korku ve hayret uyandırmak adına tecrübenin birdenbireliğinden ve dolaysızlığından yararlanan bir adam düşün, dedi. Bütün tanışıklarına karşı aslında onları korku ve hayrete düşmekten koruyacak kelimelerini büyük bir titizlikle seçen bir adam. Gerçekleşmesi mukadder bütün felaketleri öngördüğü halde, kendi yalıtılmışlığının kendisini nasıl bir felakete sürükleyeceğini görememiş olmasına hayret ettiğim bir adam, dedi. Çünkü kendi felaketini göremeyen bir kişinin nasıl olup da başka felaketleri ve başkalarının felaketlerini mutlak bir kesinlikle görebiliyor oluşu, gerçekten de korkulacak bir yanlışa işaret etmiyor mu, diye sordu.
Dünyada adlandırılan, resmedilen ya da seslendirilen ne var, insanı heba etmeyen, dedim. Hiçbir şeyden arınamıyoruz, ne tanımlardan ne kendi adımıza kurban ettiğimiz başkalarından ne de sonsuz bir rahatlık ve eminlik içinde tükettiğimiz zamandan, bu yüzden böyle bir adam umurumda değil, dedim.
Kendin için icat ve inşa ettiğin yalnızlıkları bir başkası için cehenneme dönüştürmede ne zaman bu kadar ustalaştığımı sordu. Çünkü fazlasıyla mantıklı gelen ölümün hiçbir işe yaramayacağı çok açık, dedi. Çünkü sana tabiî olan hiçbir şey, seni başka bir anlam aralığına sürükleyemez, diye kendi sorusunu cevapladı. Aşırıya vardırdığımız her şeyi sonuna kadar yaşamaya dayanabilirsek nihayetinde kendi aşırılığımızda gedikler açar ve kendi aşırılığımızın yıkılmaz ve aşılmaz görünen surlarının teker teker çözüldüğünü görebiliriz, dedi.
Oysa içimde yankılanan tek bir an yok ki, bir sayıklamadan diğerine savrulmasın, dedim. Kimsenin örnek almayacağı bir yalnızlık yaşıyorum ve bu yaşantıyı başka birilerine dayatmıyorum, hatta önerdiğim bile söylenemez, çünkü böyle rahatım, iyiyim demiyorum rahatım; en azından bütün benliğimi doldurmaya ve zihnimin her salınışını ve her savruluşunu meşgul etmeye yetecek bir acım var, dedim.

Bunu çoğaltman ya da katranlaştırman elinde, ama daha fazla azaltman ya da ortadan kaldırman mümkün değil, dedi.

Kadir Yılmaz




Çokluğun Dili...

Demek istediğini yalnız senin anladığını kim n’apsın, dedi.
Basit sözcükler kullan diyorsun öyle mi, diye sordum.
Hayır, dedi. Züppeliğin âlemi yok diyorum.
Anlamadım, dedim. Anlamamıştım.
Anlayana, dedi.
Daha da konuşmadık….


Mey



                                             Anastasii Mikhailov

Kendisinin Celladı…

İçinde tutamadığı,
derinlerde saklanmaya ikna edemediği söz,
makas olup, ruhunda kızaran umuda saplıyor keskinliğini.
Hiçbir sağanaktan ürkmediğini anımsamak iş görür umuduyla,
diklenmekten vazgeçmiyor.
makasa, çeliğin keskinine, o arsız söz’e…


Mey



Sanıyorlar...

aynı şehirde olduğumuzu zannediyorlar
ayrı şehirlerde yaşadığımızı sananlar var

buluştuğumuzu, sana siirler okuduğumu
senin mutluluktan mutluluk süzdüğünü
sözcük sözcük, dize dize seni sevdiğimi
sözcük sözcük, dize dize ellerin ellerimde
gözlerim gözlerinde açılıp kapandığını
her akşam bir yerlerde, dudaklarımızda
bir gülümseme, menekşe gibi, çakıl gibi
bir nehir kenarında öylece, suya taş atarak
oturduğumuzu sanıyorlar bu devirde
bazen sıkıntıdan, oturduğum yerde
sen yanımdayken, başım önümde
yere bir şeyler çizdiğimi görüyorlarmış
ikimiz adına acayip üzülüyorlarmış...

kim hangi şehirdeyse orada, o sabah
onlarla uyandığımızı sananalar da var
yaralandığı gün çok yakın geçmişiz
gözün göze değmesiyle ağrısını almışız
böyle hatırlayanlar da var ikimizi
mahkumlara mektup taşırmışız
postacıymışız, iki sevgili olarak
işe başlarmışız şehirlerarasında
başkasının mutluluğu için
kendimizden vazgeçmişiz
sananlar da var...

abartıyorlar:
pencereden dışarı bakarken öyle
suyun saat, saatin su olup aktığı
birimizin diğerimiz için, hatta benim seni
uyandırmadan kahvaltı hazırladığımı
sonra, sofraya seni çağırdığımı
üstünde yep yeni bir sabahla
bir gülümseme, bir incelikle
sofraya oturduğunu
o yerin onlara çok yakın
olduğunu söyleyenler bile var...

bırak sana çay dolduruşumu
ömrümü ekmek gibi sana uzatışımı
senin beni çok çok sevdiğimi sanıyorlar
bir kere de olsa önüme geç sevmekte
karışma bırak böyle bilsinler...

el emeği, göz nuru kendi sevmeleri gibi
radyonun üstünde şarkı dinlemiş dantel gibi
onlardan birini sever gibi seni sevdiğimi
iddia ediyorlar, olsun...
Olsun, ses çıkarma
ürkütme kuşları,
dağın göğsünü yumruklama
suyu alıkoyma yolundan, bırak...

bir fotoğtafa,
bir anıya bakar gibi yalnız duy...

ilk sefer benimle konuştuğunu
ilk öpücüğü bana verdiğini
ilk kez bana mektup yazdığını
ve olmayan bir pencereye oturup
ilk kez benim eve gelişimi beklediğini sanıyorlar
haklılar, yoksa gün nasıl tamalanır
yazısını kim, hangi kalemle yazar
onların tertemiz alınlarına...

bırak bunların hepsini
benim mi sen, yoksa senin mi beni
daha çok sevdiğine mahalle şüpheli
ikiye bolunmuş bu nedenle mahalleli
ülke, hatta dünya ikiye bölünmüş
kutuplardan soğuk haberler geliyormuş...

bırak, böyle desinler...
her insan bir evdir
bir kapı açılır içine
biri karşılar onu
her içeri girdiğinde
Sus
onlarda
beni öldürme
hoş geldin kendine...
.........................................................
(içimden geçti, döktüm buraya...)
.........................................................

Fadıl Öztürk


                                               Avramescu Florin

Yapmadığın Şeyler..

 Verme kimseye,
 sende kalsın, demedin...

Mey



27 Eylül 2013 Cuma

Soramadıklarının Tümü İçin ... (süreli cevap 12)

kimileyin hırçınlaşan bir su gibi...



                                                 Ufuk Emiroğlu

Sihirli Ayna Sohbetleri / Sepet…

O sepetle ne yapıyorsun, diye sordu sihirli aynam. Elimi ağzına kadar dolu sepete daldırmış çabalamaktaydım.

Beni meşgul etme, dedim. Sıkıntılıydım.

Cidden, ne yapıyorsun? Israrcı bir aynaydı ve bu zaman zaman can sıkıcı olabiliyordu.

İçinde çürükler var, diğerlerini de bozmasın diye çürük olanları bulmaya çalışıyorum, dedim. Git başımdan, der gibiydim aslında. Kıkırdadığını duyunca dönüp baktım: Ne var?

Hiç mi Descartes okumadın, dedi ukalaca. Boş boş baktım yüzüne. Uzunca bakıştık. Nihayet aydım. Haklıydı. Sepeti ters çevirip zihnimde fikir adına ne varsa önümüze döktüm. Artık çürükleri ayıklamak daha kolay olacak sevincindeydim bir yandan da.

Önümüze serilenin karmaşasını fark etmek zaman aldı. Aynı yazıklanma dökülüverdi ağızlarımızdan: Eyvahlar olsun!


Mey


                                                   Patrick Gonzales

Mart’ın Diyalektiği…

Doğa bahara durmuş; silkindi silkinecek,
öyle bir zamandı.
Mart ortası. Saat 18:17.
Ömrü kıt bir çiçek tomurcuk verdi.
Ben, biraz doğdum biraz da öldüm o gün…


Mey



                                               Paola Melone

Sunak... (5)

Kimsenin tarafını tutmadığı bir fikri bulmak ve kimsenin tarafını tutmayacağı bir fikir üretmek hiçbir müstafinin harcı olmasa gerek, dedim. Bütün kanaatlerde, bütün bağlanmalarda, bütün manzara seyirlerinde işi gülünç bir sorumsuzluğa vardırabilecek hiçbir müstafinin bulunmadığını, buna mukabil dehşetin ve abartının saplantısız bir kabullenişle iç edildiği bünyelerde neredeyse haylazlaşan bir sesin hangi köşeden geldiği belli olmayacak şekilde ortaya dökülebileceğini anlattım. Böylece örtülmesi ve korunması gereken bir gerçeğe ihtiyacımız kalmayacak, öyle mi, dedi.

Kadir Yılmaz


                                                  Helene Binet

İdsö Deneyi Seyir Defteri / sayfa 9

susmadı.
ama 
söylemedi de...

Mey



                                               Robert Hutinski

26 Eylül 2013 Perşembe

Neşeli Tutku...

Zihnimin orta yerinde, o şen kahkaha'sın.
küçürek bir hikâyenin kahramanı olmuşsun da,
kalem beni aşıp gitmiş, gidebildiğince…

Mey


                                           Francesca  Woodman

Kapımda Söz*...

Elimde anahtarlar bekliyorum, kapıya uzanıyor parmaklarım...
düş ertesi unutulmuş bir cümleyim.
Anahtar elimden düşüyor
Geç kalmış sözler kapımı açmıyor.


*Mel'un Renk



ÜçRenk Mavi



                                  P. M.

Öyleyse Sen...

' yok ' olmadan,
olamıyorsa
' var '.


Mey



Sihirli Ayna Sohbetleri / Mekan…

Neden öyle, diyorsun diyorum sihirli aynama. Bak Kant’a.  O da, dıştan bakıca Königsberg kentinin sınırlarına hapsolmuş, bir mahpusun yaşamı gibi bir yaşam sürdürmüş.
Alakayı kuramadım, diyor ayna. Alaya yakın bir tını seziyorum sesinde. Aldırmamaya karar verip sürdürüyorum anlatmayı.
Elbette Kant kendisini bir mahpus gibi hissetmiyordu, diyorum. Çünkü düşünmek, dünyayla eksiksiz bir alışveriş içinde düşünmek başlı başına bir mutluluktu.
Ayna sabırsızlıkla iç geçiriyor. Senin kendini içine hapsettiğin şey bir kent değil, diyor. İnsan bir mekân değildir.
Canımı sıkıyorsun, diyorum.
Aynı şiddetle karşılık veriyor: Sen de benim…


Mey




Sunak... ( 4 )

Kalkıp gitmeliyim, diyorum, yoksa daha kaç kez ölebilirim, bunu kestirmemin artık imkanı yok. Bu sese bir merdiven dayayıp tırmandığım günleri hatırlıyorum mütemadiyen ve akşamın olmasını beklemeden denize döktüğün saçlarını. Kalkıp gitmeliyim, diyorum, yoksa yeniden başlayacak müzik ve ahenksizliğimiz iyice meydana çıkacak. Sonra ne sen ne ben kendi kurtuluşumuz için hiçbir yol kalmadığına ikna olamayacağız. Sen bu sessizliklerin insanı değilsin, diyeceksin diye çok korkuyorum; biliyorum ve bildiğim şeylerin beni konuşmaya mecbur edeceğini de, yoksa ha bir kayadan yuvarlanmışım ha bir kuyuya düşmüşüm, fark etmez. Sonuçta anlatmak isteyip de bile isteye durduğumu sen de biliyorsun ve bildiklerinin seni mecbur etmeyişi en büyük talihin.

Kadir Yılmaz


                                               David Plata

Ücra...

Bir an,
bir söz,
bir gülüş,
Bi’de saklanış…


Mey


                                                         Vadim Stein

25 Eylül 2013 Çarşamba

Soramadıklarının Tümü İçin... ( süreli cevap 11)

cevaplar biriktiriyorum...



                                                  Anka Zhuravleva

Sunak...(3)

Evet, diyor, buna devam etmelisin, buna yalnızca sen devam edebilirsin, çünkü bunun yalnızca sen devam edince bir anlamı olacağını yalnızca sen biliyorsun ve bileceksin. Küçük bir çocuğun aklından çıkmayan bir görüntü gibi değil, diyor, daha çok bir yetişkinin artık unutmak istemeyeceği bir görüntü gibi. Zaten her şey için geç olmuş olacak ve kelebeklerin ve kralların geçtiği bir dize kadar saçma olacak kendisi için çok geç olmuş her şey. Bu yüzden devam etmelisin, diyor, iki elini birden terleyen alnına kapatarak. Anlamsız bir hareket değil bu; biliyorsun, diyor, her şeyin ucunu bilmeye bağladığının farkında olarak. Üzülüyorum kendisine, kendisini bilmeye bu kadar kaptırmış olmasına, diyorum kendi kendime.

Kadir Yılmaz


                                                     Fan Ho

Melal...

her şey gri, diye yazdı.
ardından ekledi: gelmediğinden beri...

Mey


                                                             Paola Melone

Virgüller Aynı Yerde...

sonra bir gün, bahçedeki karıncaların yuvalarına kırıntı taşımayı bıraktıkları bir gece vakti, bana yazdığın üç-beş satırı okurken, birden, virgülleri bile aynı yerde kullandığımızı fark ettim. evet, eğer ben yazsaydım senin yazdıklarını, ben de aynı yerde kullanırdım virgülleri. o andan itibaren, nefes aralıklarımızın bile aynı olduğunu anladım. kalp atışlarımız, sokakları arşınlayan adımlarımız, göğe bakışımız, yüzümüzü yıkamamız, arkamızdan gelen rüzgar... bütün hepsi aynıydı. birdenbire kafamda yüzlerce virgül belirdi, yüzlerce noktalama işareti. üç noktalar, iki nokta üst üsteler, ünlemler, soru işaretleri, noktalı virgüller, tırnaklar, parantezler ve daha adını bile bilmediğim, ilk defa karşılaştığım işaretler. işaretlerin arasında dolaştıkça yolumu yitirdim. ben bütün bunlar beni sana çıkaracak diye beklerken, ansızın bir kesme işareti kesti önümü. devamı yoktu cümlenin. her şey o kesme işaretinde, yarım bir halde kalmıştı. ben de orada kaldım. o işarette, o yarım kalmışlıkta, olmamışlıkta. kesme işareti, ömrümü kesti. –

Gökhan Arslan



                                                      Gilbert Garcin

Carpe Noctem…

Gün söndü,
çekildi varlığın maddeye dönük yüzü.
Bekliyorum.
azat et ruhunu,
o gelip dokunacağını bilir…


Mey

                                                    Fazlı Karakıya

Yaşarken Biz...

Bergson  ‘devinim’  diyor,
Heidegger ‘ olagelme’,
Aruoba ‘yürüme’.
Sen ikimizi de iyi kılacak hesaplara dalmışken,
ben, ‘ katıksız kılma’ diyorum. Bizi.
Akıp gidiyoruz öylece…


Mey


                                                 Ghada Amer

Sunak... (2)

Kelimelerin cehennemine döndüğüne kim sevinebilir ki? ama bu cehenneme dönmekten ya da düşmekten başka çareniz yoksa, ateşin alazından rahatsızlık duymamayı öğreniyorsunuz, çünkü bir tek onlar elinizde şekilleniyor ve size kırk satırlı bahaneler uydurmuyorlar. Sonra aranızda, eşitler arasında birinci, ve dahî kesintisiz bir ilişki başlıyor; siz onları sese döktükçe onlar da sizi bin kapıdan ağdırılan bir yola çeviriyor: üstünüzden herkesin geçtiği. Gafil bir gezintinin ötesine geçiyor her kelime ve her kelime gafil bir gezintinin ötesine geçiriyor sizi, öyle ki kendi gölgenizle hasbihal edecek kadar kayboluyorsunuz bütün kalıpların içinde. Sonra kurtulduğunuzu anlıyorsunuz şekillerin anlamından ve anlamsızlığın şekillerinden ve adına anlam denilen bütün yalvarışların, dedi.


Kadir Yılmaz


                                                 Fazlı Karakıya

24 Eylül 2013 Salı

Sunak...

Bildiğim şeyin bana huzur vermeyişine artık alıştım. Yıllardır bildiğim ve bilmek için çaba harcadığım ne varsa rahatımı kaçırmaktan başka bir işe yaramadı. Ağırlıktan bahsediyorum bazen, bazen boşluktan, fakat ne ağırlığın ağırlığını ne de boşluğun boşluğunu tam anlamıyla kavradığım söylenemez, hep bir şeyler eksik kalıyor, tıpkı hayatımızda bir şeylerin sürekli eksik kalması gibi, çünkü ulaşabileceğimiz bir mükemmellik yok ya da biz o mükemmellik denilen şeye ulaşabilecek mükemmellikte değiliz. Her gün farklı bir meşgale ile sarılıyoruz güne, her gün farklı bir meşgale ile güne sarılmamızdan bıkıp her gün keşke aynı şeyle, yalnızca aynı şeyle uğraşabilsek diye iç geçiriyoruz ya da tam tersi; içimizden geçirdiğimiz ve fakat asla kelimelere dökemediğimiz bu iç geçirişimiz yüzünden ölmüyoruz. Alışıyoruz iç geçirmeye ve içimizden bir şeyler geçirmeye, merak ediyoruz ne olacağını, aslında ne olacağından çok nasıl olacağını ve görmek istiyoruz hızlı bir şekilde tüm bu olacakları, oysa dileyişimizdeki hızı yaşantımıza yansıtamıyoruz, çünkü elimiz ve ayağımız ve bütün gövdemiz sürekli olarak bir başka organa ya da bedene imreniyor ve bu imrenişin bizi adım atmaktan ya da bir şeyi kullanmaktan veya bütün bedenimizi ortadan kaldırıp bir suya bırakmaktan alıkoyduğunu göremiyoruz. Ne münzevilik ne de kalabalıklara karışmanın bir işe yaramayacağından artık eminiz, çünkü ne münzevilikte ne de kalabalıklarda kendimizin hiçbir işe yaramayacağını biliyoruz ve yeniden bildiğimiz şeyin ağırlığı ve boşluğu ile karşı karşıya kalıyoruz, dedi.

Kadir Yılmaz



Aşık Geist...

Önce, biraz sen oldu,
ardından biraz ben.
Sana ayrı sevdalandı bana ayrı,
biz’e düşkünlüğünden,
ikimizi de kendine ayırdı…


Mey


                                                Rima Salamoun

Söz’e Aksilenme…

insan kaldığı yerden devam edemiyormuş, bırakılan her an yarım kalıyormuş… biraz önce eline aldığı kitabın rastgele bir sayfasını açtığında gözüne takıldı bu kötü haber. o sırada bir martı çığlık atmaya başlayınca sinirlendi doğal olarak. huysuzlanıp  söylendi: bırakılan her an yarım kalıyormuş, sabah sabah olacak şey mi?..


Mey




                                                  Barbara Leagee

Soramadıklarının Tümü İçin... ( süreli cevap 10)

yokuz zaten,
platon'dan bu yana...



                                                                      P. M

23 Eylül 2013 Pazartesi

Labirent...

sen onun içinde,
o seninkinde,
tuhaf bir iç içelikle.
çözen de belli değil,
çözülen de…


Mey



Yaşayamadıklarımız...

Yetinemediklerimizdi...

Mey


                                                  Dancing in the Rain
                                                     Marilyn Minter

Aşkın Tanımı...

nedir, dedim.

aşkın tanımı aşk öznesinin kendindedir, dedi. çünkü her aşk, öznesi tarafından efsaneye dönüştürülen bir hikayedir ya da her aşk öznesinin tarihindeki mitos'u…

felsefe mitos’u yıkar, dedim bilmiş bilmiş.
hayır, dedi. mitos’u yıkan gerçektir.
sıkıcısın, dedim.
sen de mitos gibisin, dedi.
bu bahsi kapayalım, dedim.
peki, dedi…


Mey


                                               Hans- Peter Feldmann