17 Nisan 2015 Cuma

...

" sen " le yoğrulmamış
bir
cümle
kurabilmeye
muktedir oluncaya dek...


Mey







16 Nisan 2015 Perşembe

Son'a Dair...

Elinizi, uzun zaman uzatıp beklediğinizde ve o el öylece kaldığında... hep havada ve öyle boşluğu tutabilse tutacakmış gibi...fiziğin ve / veya doğanın kanunu...istemeseniz de...yanınıza düşüyor bir gün...uzatılmış bir el neyi ifade ediyorsa...tümü...tam yanınıza...bir gün... ve bir daha kıpırdatamayacağınızı biliyorsunuz...gövdenize...o el işte... gövdenize yapışmış, yorgun bir kol ve küskün bir eli sürüklüyorsunuz...giderken,
dedi.
gitti.
dönmeyecek!..


Mey



14 Nisan 2015 Salı

Açlık...

aç bırakılmış
bir hayvan - bizim biraz, değil biraz yok saydığımızdan - o
diretiyor yine de olmaya.
kendini besliyor,
kendinden...

Mey



                                                          Z. Beksinski

13 Nisan 2015 Pazartesi

Saçma ve Düşkünlük...

Deli bir tanrı'nın, evrene bıraktığı saçma
bir işaretim ben, dedim.
Hepimiz öyleyiz belki, dedin.
Peş peşeyiz ama, dedim. Niye?
Kuyruğundan yakalamak için, dedin. Güldün.
Saçmayı, dedim. Güldüm.
Kaygan bir şey, dedim boş elime bakarak.
Sürdürebilmek için, dedin. Kendi elindeki boşluğu görmezden gelerek.
Nefeslendik.
Ardından uzandık birbirimize.
Deli tanrı'nın adı dilimizin ucundaydı, kendimize sakladık...


Mey




11 Nisan 2015 Cumartesi

Uzunca Bir Öykü İçin Düşünülmüş Giriş Cümleleri...

Bilmemenin ve yine de bilmediğine tutunmanın mevsimiydi.
Güvenilmez bahar!

Açacak mı yoksa indirecek mi, belli olmazdı. İkisine de hazırlıklı değildin ve beklerdin büyük bir özlemle, hangisi olsa razı gelecektin.

İnadından çok çekmişlerin yorgunluğu gizlenirdi bakışlarının herkes için açık olmayan kuytusunda.
Kendini gün gün açık eden bozulmayı izlerken duyduğun acı - sen olsan korku derdin buna -  her zamanki sorularla artık başının hoş olmamasının nedeniydi.
Yeni soruların gelişi, eski cevaplara bağlıydı ve onlardan mahrumiyetin bir tür acizlik gibi geliyordu. Belirsizlikti, bir cevap olduğu kesin olanın yerine, olasılığı koynuna alıp huzurlu rüyaların arayışını getiren ve yine aynı bilinmezlikti doğadan - ay'ın parlak yüzü özellikle - çare uman bakışlarını insan yüzlerine çevirmekten kaçınmanı sağlayan. Soruyu - sormanın dayatmasını daha açık bir söylemle - göz ardı etmiş, mümkün cevaplar listesini koynunda gezdirdiğinden hiç kimsenin haberi olmayışının sürdürebilmeyi olanaklı kıldığını pekala biliyor; kendi suskunluğundan utanmadan, bir diğer susan'ı öfke - az deşilse şiddetli bir özlem de çıkabilir altından - nesnesi haline getiriyordun. Bu daha ne kadar devam edebilir isyanının; her şey bir gün sona erer bilgisiyle harmanlanmış titreyişi dilinin ucunda, yeni hikayeler ekliyordun cehaletinin süs nesneleri arasına.

Bilmemenin ve yine de bilmediğine tutunmanın mevsimiydi.
Güvenilmez bahar!
Açacak mı yoksa indirecek mi, belli olmazdı.
Belliydi yine de: hazırlıksızlığı ve özlemi saklamanın ve onlardan saklanmanın acemiliği sözcüklerinde bağırırken.
Hangisi olsa razıydın ama. Ya da hevesli...


Mey




10 Nisan 2015 Cuma

İllüzyon...

Kendini yanıltan
kalp çabukluğuydu hikaye;
göğsünün orta yerinde ayartıcı sanrı.
Bıraktın. Kaldı orada...


Mey



8 Nisan 2015 Çarşamba

Yoksun ve Boş...

Resmi gördü.
Sonra unuttu:
( kimdi,
   neredeydi,
   soluk alıyor muydu? )

Mıhlandı.
Baktıkça kendini açık eden bir giz var sandı.
O sıra boşluğu fark etti;
( yoktu o boşluk öncesinde, emindi.)

Baktı. Baktıkça büyüyordu.
Zorladı. Yerinde olanı anıımsamaya. Olmadı.
Özledi, çok özledi anımsayamadığını.

Ne gidebildi ne de kalmayı başarabildi.
Boşluk, dedi yutabilir. Önemli, daha çok, hayati bir şeyi içine alıp götürebilir.
( güce ihtiyacı vardı, bacaklarında az bir güç...)
Buldu. Gücü.
( nereden? bilinmez..)
Düşünmedi. Eyledi.
Hız verdi adımlarına.
Tamamladı ve tamamlandı adı belirsiz bir yok'sunlukta...


Mey






4 Nisan 2015 Cumartesi

Başlangıcın Başlangıcı ve Sonun Sonu…

İnsan kendi kendisiyle konuşmaya nasıl başlar? Günler var, aklımdan çıkmıyor bu soru. İnsan kendi kendisiyle konuşmaya neden başlar veya ne zaman başlar değil, nasıl başlar? Başlangıcın başlangıcı yoktur, diyen filozofu imdada çağırsam da, bu anlamsız sorunun zihnimdeki işgalini sona erdiremiyorum. İşgal çünkü olmadık bir anda; misal, kedinin tuvaletini temizler veya keyifli bir sohbete daldığım arkadaşımın çayını tazeler ya da metro kartına para yüklemek için girdiğim sıranın ilerlemesini beklerken aniden bastıran, doğrusu, kendini dayatan sorudan bunalmışlığım, cevaba dair bir umutsuzluktan çok cevaptan hoşlanmayacağım sezisinden kaynaklanıyor. Bunu biliyorum.

Kendine sorular sorup, cevap arama çabası değil sözünü ettiğim; bunu hep ve herkes yapar değil mi, düşünmenin yöntemi olduğundan. Bu noktada öznelliğe vurgu yapacak ya da nesnelliğin imkânından dem vuracak değilim. Gereksiz olurdu. Tıpkı, ne zaman ve neden diye sormanın gereksizliği gibi. Aşikâr olanla zaman yitirecek durumda değilim, şiddetli bir ihtiyacın nasıl giderilebileceği sorununu aşmadan rahata kavuşamayacağım ortada.

Ayna fikri saçma, başım da hoş değil üstelik onlarla. Kendimle konuşabilme ihtiyacının şiddetine karşın, monolog olduğu ayan bir söz grubunun diyalog olduğuna ikna olabilecek denli aklım başımdan da gitmiş değil. Öyleyse? Çaresiz durumda olduğumu söylüyorum kendime ama bu söylem arzunun ehlileşmesi yönünde işe yarayacak gibi durmuyor. Çocuk avutur gibi oyalıyorum zihnimi kitaplar, şarkılar, yağmurlar ve üzerinde saatler geçirdiğim yollarla. Kimi karşıma alıp, konuşma ihtiyacının zihnimde yaktığı aleve küle çevirebilirim diye düşünüyorum uzun uzun.  Birkaç bardak çay, bir iki kadeh içki, çokça sigara arasında uygun  – içimdeki arzuyu doyurarak sakinleştirecek – sözcükleri arayıp bulamayışın aptallaştırdığı suratımda, sersem bir sırıtışla kalakalıyorum tüm girişimlerimde. Demek istediğimi tam olarak anlatamadığım için, “ insan kendi kendisiyle konuşmaya nasıl başlar?” diye sorduğum dostların verdiği ve hiçbir zaman sorunun tam karşılığı olmayan cevapları didikleyip duruyorum geceler boyu.

Kendime söyleyebileceğim bunca önemli ne olabilir, sorusunun cevabını bilmeyişim elimi kolumu bağlayan başka sıkılmışlığa dönüşüyor günlerin hay huyu içinde. Suçu kâh dışımdaki dünyanın çirkinliğiyle beni bir tür cinnete sürükleyeceğinden korkuma atıyorum, kâh umarsız durumlara karşı geliştirdiğim cılız savunmanın her an yıkılabileceği endişesine. İftira ettiğimi bile bile yapıyorum bunu üstelik. Utançla dikiyorum gözlerimi kedinin gözlerine ve türünün, bizde olmayan, güçlü duyum kapasitesiyle, içimde neler olup bittiğini işitip bana da anlatabileceği bir yolun varlığının düşünü kuruyorum. Gülüyorum tabii sonra buna. Zevzekliğimle eğlenip, günlük işleri yapabilecek gücü sonuna dek kullanıyor ve sonra yine kitaplar, şarkılar, yağmurlar ve üzerinde saatlerce yürünecek yollardan imdat umuyorum.

Kendime yüksek sesle bir cümle kurma denememin hemen ardından gelen gülme tepkisi, bu işi becerebilmenin benim için olanaksız olduğunu yüzüme vuruyor. Yazmanın, yani kendime anlatmak istediğim her neyse, bunları kâğıt üstünde bir diyaloga dönüştürmenin çare olabileceği fikrinin naçarlığı daha ilk cümlelerde belirginleşiyor. Yine gülüyorum. Bir yerlerde bir başka kendimin varlığı ve arzunun asıl nesnesinin o kendim olabileceği ihtimali gibi fikirler zihnimde uçuşmaya başlayınca, korkuyorum. Kendimden, arzumdan,  varlığı bir ihtimal olan diğer kendimden. Ve vazgeçmiyorum sormaktan:
İnsan kendi kendiyle konuşmaya nasıl başlar?
Filozof haklıysa, başlangıcın başlangıcı yoktur, sonun da sonu.
Saçmalama, dediğimi fark ediyorum bir sabah kahvaltı sonrası. İnsan kendi kendisiyle konuşmaya böyle başlayamaz!
Sesime cevap veren sesimin ne denli yüksek çıktığını şaşkınlıkla fark ediyorum o sıra. Ardından geçen saatleri saymak aklıma gelmiyor…



Mey



                                                        Hakan Kamışoğlu

Yaş - ılık

Divanın üzerine sırtüstü yattı.
Gözlerini yumdu.
Çok geçmeden cennetteydi.
Bir dil, hem konuşuyor,
hem de gezinip duruyordu teninde.
Bir düş görüyor olmayayım? dedi kendi kendine.
Yanıt o anda geldi:
Bir düş değil gördüğün. Şimdi konuşan ve seni seven dilim ben.
Gözlerini açtı.
Ak bir kuğu
bir de depderin, yamyaş kuyu...


Ferit Edgü




3 Nisan 2015 Cuma

Var İnancı..

Ay'a baktıkça
anlıyor:
kalbinden
diline
yol yoktur kimilerinde...

Mey







1 Nisan 2015 Çarşamba

Uyanmışlığa Dair...

Kapısının önüne
bırakılmış, senden gelen besbelli,
birkaç harfin tıkırtısıyla uyandı
gerçeğinden.
o gündür uyumuyor...


Mey