29 Nisan 2019 Pazartesi

Kalan

Kabullenilmiş itaatimizin yılgın ve dibe çökmüş sorusuydu. Sorduk aralıksız:
Hayır ve evet'in yeri değişseydi
yüzey mümkün olabilir miydi?
Cevapsızlık,
umutsuzluk'tur diye bilmişliğimizden
razı gelmedik hayır'a.
Evet ise bir cevap olmadı hiçbir zaman.
Işte bazen dalga.
Hiç değilse dalga vardı; gelen, yalayan ama götürmeyen.
Kaldık öylece.
Bizle kaldı, ne varsa, dip'in zulasında.

Mey


16 Nisan 2019 Salı

Sürüklenmiş Zaman


“Bir evet, bir hayır ve bir belki; üstelik bu süre zarfında her şey olup bitmeye, yaşanmaya devam etmiş yahut yaşanıp gitmiştir.” J. Marias



Bana bakma,


beni görme,


benden yana söyleme!



Bunları gerçekten işitti mi, yoksa kurdu mu işitmiş olduğunu, emin olamıyor. Üstünden zaman geçti, üstünden düşünmemeler, inanmamalar, sözü kurmalar, sözden kaçmalar geçti. Yine de emir tekrarı yaptığını sanıyor:



Sana bakmayacağım,


seni görmeyeceğim,


senden yana söylemeyeceğim!



Akış bunları yapabilmeyi mümkün kılmış olmalı. Bakmadı, görmedi, söylemedi. Zaman sürüklendi, ya da belki sadece sürüklemiştir. Düşünmeden kendini içine atıverdiği hareket yonttu, inceltti, görünmez kıldı belli ki.


S

Gürültüye açtı gözlerini. Alt kattan gelen bağırış giderek çığlığa dönüşecek gibiydi ve aynı anda rüyasındaki o son kareyle birleşmişti ister istemez. Soğuk ter saçlarının arasından fışkırdı. Beklenen oldu çığlık geldi, hali hazırda zihninde donup kalmış o resmin arka planına cuk oturan bir çığlıktı. Sabahın erkeninde, henüz gün bile ağarmamışken ne oldu yine, sorusundan daha acil olan zihnindeki görüntünün altında yatan nedendi. Yataktan doğrulmakla yorganı başına çekip iyice gömülmek arasında ikircikli, su ihtiyacının yersizliğine içerleyecek gibi oldu. Hızlıca soluklaşıp, hatırlanmayı olanaksız kılacak denli geri plana çekilmesi gereken rüyanın o kahrolası karesi durduğu yerde duruyor, alt kattan gelen hıçkırık seslerini her zamankinden çok daha rahatsız edici kılıyordu. Kontrolü dışı her şeye yönelmiş güçlü bir bulantı yükseldi midesinden. Safra. Sarımsı, yapışkan ve küçük düşürücü. Bir bağırtı koptu o sıra. İşitmesiyle kendini banyoya atması aynı ana denk geldi. Zihninin reddettiğini buyur eden işitme duyusuna serzeniş etse ne ki? Saat kaç, diye sordu. Vaktin neresindeyim?

Z

Unutmak işten değil. Hatırlamak çokça çaba artık. Hayat, hay huy, gerekir’ler, malı’lar, zorunlu’lar arasında ne keşke’ye yer var ne özleme. Açıkça söylemeyi, içtenlikle bildirmeyi, bunları erdem kabul etmeyi unuttururlar sana işte böyle. Aldın mı boyunun ölçüsünü? Ölçüyü kalbin kabul ettiğin günleri düşünüp, safdillikmiş diyorsun şimdi. O gülüş ne öyle? Aşka dair slogan atmayı söz söylemek bellemişlere tiksintiyle bakışının ardında her ne varsa, topla tasını tarağını uzaklaş buradan.


S

Uzun caddeleri geçmede sorun yok. Yorgunluk bu değil veya yorgunluk bundan değil. Cadde boyunca gördüğün insanların yüzüne bakmamayı öğreneli çok oluyor. Başarıyla yürüyebilir cadde boyu kimseyi görmeden, temasa mahal bırakmadan. Bu sabah her zamankinden yavaş attığı adımlar. Rüya, rüya olmaktan çıkmış hatıraya dönüşmüş. Uyanma anına asılı kaldı rüya, hem de o çığlık. Tespit içi rahatlatmalı, yapmıyor. Huzursuzluk gözlerinin önünde büyüyen bir diken. Kime, ne denli batacağı sonraki mesele. Rüya ve çığlık, diye düşünüyor karşıdan karşıya geçmek için bir tenhalık kollarken, çığlık ve rüya. Örtüyorlar birbirlerini ve hala bir yanım açıkta. Giymediğim ne kaldı üzerime?

Z

“Her şey kırışır, lekelenir, hor kullanılır.”
Zaman meselesi yalnızca. Zamanın bir yerinde yeni, ilginç, heyecan verici ve hatta önemli olan eskir, alışılır ona ve ilgi çekiciliğini yitirir, öncesinde nefesini kesen rutine dönüşür. Faydası azalan ekonomik bir mal gibi daha az başvurulur kimi düşüncelere. Geçmişin bir parçasına dönüşür her şey. Düşünceler, hissedilmişler, özlenmişler, yana yakıla aranmışlar. İnsan, zihninin en çok da belleğinin ihanetine uğramaya mahkûm hayvandır. Kendi haline bıraksan böyle. Ama ben hoşlanmam emredilmişe itaatten. Meşruiyeti yok buyurganlığınızın. Bu böyle biline!

S

Sakin bir akşam umarak girmişti kapıdan içeri. Evin sessizliğini sevecekti, kararlıydı buna. Tüm gün üzerine abanmış rüya ve çığlığı yanında getirmişti elbette. Aksi düşünülemezdi. Gün ehlileştirmişti bir parça onları aslında, bundandı az biraz keyfe teşneliği. İki kap yemek, kırıp dökmeyecek bir iki şarkı, pencereye vuran yağmur, kedinin oyun daveti, susturulmuş telefonun titreyişlerini görmezden geliş, dizlerine örteceği el örmesi battaniyenin yumuşaklığı ve senden yana söylememenin uğraştırıcı yorgunluğu. Ama işte söz pompalayan bir kalpti ağzı. Hep. Sürüklese de zamanı. En çok da kendini. Sürüklemek zamanı kendini bir yalana inandırmaktır. Biliyor bunu. Yine de günü bitirme duasını eksik bırakmıyor ışıkları söndürüp rüyanın ve çığlığın rahmi yatağına girmeden hemen önce:

Sana bakmayacağım,
seni görmeyeceğim,
senden yana söylemeyeceğim!

Mey