31 Ekim 2013 Perşembe

Yapmadığın Şeyler...

Bilemedin! Sevdiğin o
kabuk,  yaradandır...


Mey



                                                             Piet Biniek

Berzah...

Uslu bir çocuk gibi,
Sakince bekliyorum. Ne olacaksa olsun, dediğime bakma.
Bir adım sonrası her türlü kıyamet.
Ya sen.
Ya cehennem. ..

Mey


30 Ekim 2013 Çarşamba

Vaftiz Tepesi…

Kesilmiş bir limon yarısı küflenirken
beyaz bir çizgi oluşturur kenarında
meleklerin elele tutuşması.

Bir saylangoz kabuğu içine
yerleştirilmek için zorlanan yağmur
içinde kırlar meleği yetiştirmek için.


Sami Baydar



                                               Beth Hoeckel

Günaydın ve İyi Uykular Niyetine…

Uyandıktan hemen sonra ve uyumadan az önce harfleri onun için koyuyorum yan yana, dedi. Dediğinden çok, bunları derken yüzündeki ifadeye kapılıp gidecek gibiydim.

O’na söyledin mi peki bunu, diye sordum. Kıskandığımı belli etmemek zordu. Etmedim yine de. Zaten buna dikkat edecek değildi. İnsan umurunda olanı dikkatle izlerdi. Derin bir soluk aldığını ve gözlerinin parlamaya başladığını söyleyebilirim.

Gerek yok, dedi. Herhangi bir şeyin söylenmesi gerekmiyor. Ne benim sözcüklerimin yöneldiği adresi neresi olduğunu ne de onun uyandıktan hemen sonra ve uyumadan hemen önce onları okumakta olduğunu.

Öyle mi, dedim. Bunu söylerken ki hislerimin kimse için önemi yoktu.
Öyle, dedi. Tutkuyla yazan ve okuyanın birbiriyle konuşmaya ihtiyacı yoktur.
Öyle galiba, diye hak verdim.

Öyle, diyerek söylediklerini pekiştirdi. Artık bu konudan bahsetmek istemiyordum. Sustum...

Mey 



29 Ekim 2013 Salı

Bulunmuş Mektuplar / Ölüm Ve Diğer Şeyler…


İçi, açılmamış mektuplarla dolu çantanın elime nasıl geçtiğinden daha önemli olan, açtığım her zarfta gözlerimin önüne serilen dünyanın büyüsüydü. . Farklı isim ve adreslere gönderilmiş veya gönderilmemiş – hala emin değilim hangisi olduğundan –  onlarca mektup. Onlarca hayat. Mektupları okuduğum için kendimle gurur duymuyorsam da pişman da değilim. Açtığım ilk zarftan bu yana hiç pişman değilim. Kim vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin tarafından yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü hazzı…

Bu mektubu, öldüğümü haber vermek için yazıyorum sana. Başkasından duymanı istemedim. Yıllardır sesini işitmediğin, var olduğunu bile unuttuğun birinden değil benden duymanı istedim haberi. Ölümümün bilinçli bir tercih olduğunu yalnız sen anlayabilirdin. Bundan hiç şüphem olmadı.
Felsefe ölmeyi öğrenmektir, diyen filozofu hatırlıyor musun? Veya cümledeki fiyakaya dalıp gidişimizi. Söylemdeki yaldıza takılınca anlam uçup gidiyordu o günlerde. Bazı cümleler yıllar sonra, beklenmedik bir anda aydınlanıveriyorlar. Adam haklı. Artık biliyorum. İnsanlar ölmeyi beceremedikleri için yaşamaya daima acemi kalıyorlar. Yaşamanın ve ölmenin korkağı milyonlarca boşa harcanmış hayat var yeryüzünde. Artık biliyorum ki bu bilgelikle onların arasında, onlardan biri gibi yaşamayı sürdüremeyeceğim. Bu bana bile ağır artık.
Hoşça kal demek istediğim tek kişi sensin. Birini seviyorsan zor da olsa hoşça kal diyebilmelisin. Seni sevdiğimi bil istedim. Bir de üzülmemeni. Üzülme e mi? Ölmeyi öğrenmiş birinin, yaşayabilmenin tüm olanaklarını elinde tuttuğunu ama bunu istemediğini hep aklında tut. Bir iki hikâye bırakıyorum sana. Aklımda sen varken karalamıştım onları. Çok da matah değiller. Sonuçta söz, ne kadar değerli olabilir ki?
İyi ol, hep…”

Mektubu zarfına yavaşça yerleştirip öylece kalakaldım. Sözü edilen hikayeleri ise, başka bir zarfta olabilir düşüncesiyle,   diğer zarfları tek tek açtıysam da bulamadım…


Mey





                                                Arseniy Semyonov

Haiku...

Kuş ve kurşun zamanı
Hasret ağları geniş
Ve bulutlar tümden kül...



HakiHaiku


                                                             Luis Silva

Soramadıklarının Tümü İçin... ( süreli cevap...)

biraz tenha, epeyce karanlık, çokça kötü kalpliyim.
bağışlamazlığım içimde büyüdükçe...



                                                             Barbara Bezina

Ben'den O'na...

“Yazmak ben’den o’na geçmektir.” cümlesi aklımdan çıkmıyor.
Yazmak ben’den o’na geçmektir… Yazmak ben’den o’na… 
Ben’den o’na… Ben’den… O’na… 
Aklımdan çıkmıyor işte, ne yapayım!


Mey


                                         Francesca Woodman

28 Ekim 2013 Pazartesi

Düşünenin Tanrısı...

Akıl, kaçınılmazca, nesneler yaratırmış kendi kendisine. Bu yüzden her düşünenin bir tanrısı varmış.
Öyle diyor bir büyük zihin. Haklı olmalı ki, düşündükçe söz’ünü, tanrım oluyorsun harf harf…

Mey



                                                Romina Dughero

Gibi...

Dokun işte,
ellerim sadece sisli,
yorgun değilim...

giderken
tüm gidişleri barındıran dönüş
gibiyim...

Hamuş



                                                     Manoevil Aow

Kördüğümünün Örücüsü...

Yaşamak, başkalarının niyetleriyle örgü örmektir, diyor bir adam. Tenha bir bahçede seni örüyorum’u okumuştum bir zaman bir de. Ağlarını ören kaderden bahsedilir ya kimileyin, aklıma annem geliyor. Siz yaşamaya dalmışken başınıza gelenler o’nun işidir, derdi kaderin yaramazlığından dem vururken. Bense tüm bunları bilmezmiş gibi, ördüğün söz’ün bir ucundan yakalayarak dolaştıkça dolaşıyorum; kördüğümlerden korkmadığımı hatırlatıp, hatırlayarak. Biteviye…

Mey

                                          Monica Ekiert Juzusek
                                  


27 Ekim 2013 Pazar

Yapmadığın Şeyler...

Bir kez giydin mi, çıkarılamaz libaslar vardır. Onca uğraşın ardından,
nihayet çıplağım, diye düşündün sana en çok yakıştığı anda...

Mey


                                         
                                              Dan Comaniciu

26 Ekim 2013 Cumartesi

Sormayışın Söylemeyişi...

Sormadın.
Sormadıkça sen, 
söylemeden söyleyebilmenin yollarını keşfetmeye dalıp,
soramayışına sevdalandığıma ayamadım.
sormayış ve söylemeyişin büyüsünden ikimizde payımıza düşeni aldık. güzel, pek güzel oldu...

Mey




Alexander Rodchenko



Tesniye...

içimde
bir kanama, dışımda
bir kanama
ortada
büyük, dol –
durulmaz
boşluk içinde
kaynaşıyor geçmiş

ve gelecek, içiçe...

Enis Batur



                                            Jerry Uelsmann

Bulunmuş Mektuplar / Göl…

Çantanın açık ağzından görünen zarflar dikkatimi çekti. Elimi sokup birkaç tanesini çıkarınca gördüm hiç açılmamış olduklarını. Farklı isim ve adreslere gönderilmiş veya gönderilmemiş – hala emin değilim hangisi olduğundan –  onlarca mektup. Elime gelen ilk zarfı, hakkım olmadığını bilerek, açtığımda düzgün bir el yazısıyla özenle yazılmış birkaç satırın beni büyülediğini itiraf ederim. Çantayı kaptığım gibi okumaya başladım. Kim vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin tarafından yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü hazzı…

Göl kıyısında yürüdüğümüz gün geldi dün gece aklıma durup dururken. Gölü ya da seni anımsatacak herhangi bir şey yoktu esasında. Ertesi güne yetişecek işlerin peşinde, az bunalmış, çokça yorgun ve neredeyse hissizdim. Uzun zamandır hissizim; duyumsuyor fakat duygulanmıyorum. Rahatsız da değilim bu halden. Duygulanmanın düşkünlüğünden çok çektiğimden midir, bilmiyorum; hissizliğim ne vakit görünür olsa gözüme, böyle iyi diyorum kendime. Öyle iyi mi sahiden, diye sorma. Böyle iyi… Derken göl ve sen aynı imgenin iki farklı görüntüsü olarak geliverdiniz geceye. Elimde kalem yazdığım cümlenin ortasında kalakaldım. Ördeklerin suyun üzerinde süzülüşlerini, güneşin suda oynaşmasını, ceplerine soktuğun ellerine duyduğum özlemi, taze çayın kokusunu, bardağı kavrayan parmaklarının kıvrılışını büyüleyici bulduğumu, yoldan geçen otomobilin açık penceresinden işittiğimiz şarkıyı, aniden çıkan esintinin yüzlerimizi yalayışını, cümlelerinin arasına yerleştirdiğin noktalı virgüllerin – nokta’yı sevmediğini söylemiştin hani bir keresinde - çokluğunun beni gülümsettiğini ve günü noktalamamız gerektiğinde içimi dolduran eksilme hissini hiç, ama hiç anımsamadım… Derin bir solukla yarım bıraktığım cümleye dönmeden önce anımsattım kendime: Böyle iyi! Gölü ve seni bir yana bırakıp yazmayı sürdürdüm. İşler mi? Yetişmedi…”

Mektubu zarfına yavaşça yerleştirip, üzerinde ördeklerin gezindiği bir göl hayal ettim.  Bütün bir uyku boyu….


Mey



Soramadıklarının Tümü İçin... ( süreli cevap ...)

Gerçek perdesini çektim
iç evimin gözüne.
Düş'ün yoksulunu sevmeyi öğreniyorum...

Mey


25 Ekim 2013 Cuma

Benimle Kal...

                                                                                       
“Deniz değil,
 Kâğıtlar beni tuta
 Onun içindir sana yazamadığım.”

                             Ahmet CEMAL



Vapur kalkmak üzereydi. İskeleye doğru telaşla yürürken bir genç kız, “Tanrı sizi seviyor!” diyerek bir kitapçık uzattı. “Nerden biliyorsunuz?” diye gülümseyip ısrarla uzattığı küçük kitabı aldım.

Koştura koştura içeri girip turnikeden geçtim. Dalgaların iskelede bile şiddetle sarstığı vapurun güvertesine zorlukla çıkabildim. Etrafta hiç kimse yoktu. Rüzgârın savurduğu tentelerin altındaki boş sıralardan birine oturdum. Montumun yakasını kaldırıp fermuarını iyice yukarı çektim.

Vapur kalkmış; sert savruluşlarla ilerliyordu.  Denizi ve şehri kasıp kavuran lodos, sersemletmişti beni. Sıkıntıyla bakındım etrafıma. Patlamaya hazır gökyüzü, puslu öfkesini çarpıyordu suratıma. Başımı geriye yaslayıp gözlerimi kapadım.

Tanrı’nın bizi sevip sevmediğini düşünürken elime tutuşturulan kitabı hatırladım birden. Yanımda, sıranın üstünde duruyordu. Elime alıp gülümsedim. Mavi kapaklı kitabı evirip çevirerek kokladım. Kâğıt ve mürekkep kokusunu içime çekip tekrar gözlerimi yumdum.

Rüzgârın uğultusunu dinlerken dalıp gitmişim. Bir öksürük sesiyle irkildim. Yanı başıma bir adam oturmuştu. Nasıl da fark edememiştim onu. Tedirgin oldum; ama belli etmemeye gayret ettim.

Üstü başı temiz, saçı sakalı birbirine karışmış genç adam; “Herkes gündelik yaşamın tekdüzeliğini farklı eyler!” diyerek cebinden bir sigara paketi çıkardı. İçinden bir tane alıp bana da uzattı. Teşekkür edip sigarayı almadım.

Saatime baktım, yirmi dakika sonra karşı kıyıda olacaktık. ‘Hepimizden daha yalnız biri...’ diye düşünerek biraz daha yana doğru kaydım.

Adam, eğilip elimdeki kitapçığa baktı. Gülümseyerek, “Tanrı senin de ayağına gelmiş, tanıdın mı bari? Herkesin ayağına gider; ama tanımazlar, bilmezler!” dedi. Ne diyeceğimi bilemedim. Gülümseyerek susmaya devam ettim.

Genç adam, yavaşça uzanıp elimdeki kitabı aldı. Yine huzursuz oldum. Aslında, hemen kalkıp güverteyi terk edebilirdim; ama yapmadım. Sessizce denizi seyretmeye devam ettim. Yan gözle adamı da izliyordum arada.

Kitabın sayfalarını ileri geri çevirip duruyordu. “Buldum işte!” diyerek haykırdığında korkuyla irkildim. Yüreğim ağzıma gelmişti. O ise yüksek sesle vaaz verir gibi okumaya başladı.

“Sevgi sabırlıdır, iyilikle davranır, kıskançlık tanımaz... Sevgi büyüklenmez, böbürlenmez, utandırıcı bir şey yapmaz, kendi çıkarını gözetmez, içerlemez, kötülüğün hesabını tutmaz. Haksızlık karşısında sevinmez, gerçek karşısında sevinir. Sevgi her güçlüğe dayanır, her şeye inanır, her şeyden umutlanır, her duruma katlanır...” *

Adamın kitaptan okuduğu cümleleri daha önce hiç duymamıştım; ama güzeldi.

Birkaç dakikalık sessizlikten sonra; “Gerçeği bileceksiniz ve gerçek sizi özgür kılacak...” ** diyerek gülümsedi adam.

Kitaba bakıp ‘Akşama şöyle bir göz gezdiririm...’ diye düşünürken, adam birden ayağa kalktı. Güvertenin kenarına yanaşıp elindeki kitabı hızla denize fırlatınca korkuyla baktım ona.

Hüzünle gülümseyen adam; “Tanrı sözü her yerde, kitaba gerek yok!” diyerek tekrar yanıma oturdu. Bir sigara daha yaktı. Sigarasından derin bir nefes çekip “Sigara içmiyorsun, bari sigara böreği yapabiliyor musun?” dedi.

Şaşkın bir gülümsemeyle; “Yapabiliyorum,” dedim.

Arkasına yaslanan adam, hiçbir şey söylemeden sustu. Birkaç martı hızla uçup geçti önümüzden.

Çok geçmeden yine ayağa kalkan adam, uçsuz bucaksız bir çölün ortasındaymış gibi bakındı etrafına. Ne yana gideceğini düşünürcesine denizi seyretti bir süre. Bir sigara daha yakıp dalgın adımlarla volta atmaya başladı.

Rüzgârın ve dalgaların öfkesini dindiren tuhaf bir şeyler vardı adamda. Beni tedirgin etmesine rağmen, sevimli ve cana yakın olduğunu farkettim birden.

Voltasını bitiren genç adam, hemen karşımdaki sıraya oturdu bu kez. Merakla yüzüme bakıp yorgun bir sesle konuştu.

“Rüzgârı sever misin? Rüzgâr herşeyi süpürür; acıyı,kederi... Güz yaprakları gibi savrulanları... “

Gülümsedim. Karşı kıyıya bakıp “Rüzgârı da, savrulmayı da severim,” dedim.

Yaklaşık on dakikalık yolumuz kalmıştı. Sahildeki binalar, palmiyeler bir toz bulutunun altında daha silik görünüyorlardı, ama epeyce yaklaşmıştık kıyıya.

Adam paltosunun ceplerinde bir şeyler arar gibi yaparak, kederle gülümsedi.

“Umudum kaçıp gitmiş cebimden! Bana çaktırmadan uçmuş demek ki... Sen gördün mü umudumu kaçarken?”

“Siz volta atarken bir martı alçaldı yanınıza. Belki de o kapmıştır umudunuzu, martılara güvenir misiniz?”

Paltosuna sarınarak bir sigara daha yaktı adam. Sararmış parmaklarının arasında çevirip durduğu sigarasından bir nefes daha alıp gözlerimin içine baktı. “Bütün kuşlara güvenirim. Ama en çok İstanbul’un martılarına güvenirim. Üstelik onlar çok da romantiktir.” dedikten sonra, derin bir sessizliğe gömüldü.

Vapur iskeleye yanaşana kadar hiç konuşmadık. Yağmur başlamıştı. Tentelerin arasından savrularak üstümüze yağan yağmura aldırmadan sessizce oturduk.

Sonunda rıhtıma yanaşmıştık. Ama ben hâlâ oturuyor, gerilen halat seslerini dinliyordum. Rüzgârın ve yağmurun sesine karışan telaşlı insan sesleri dinene kadar bekledim.

İsteksizce ayağa kalktım sonunda. “Alsancak’a geldik işte!” dedim.

Hiç oralı olmadı adam. Dalıp gitmişti yine... Usulca uzanıp omzuna dokundum, birden irkildi. “Güzel bir yolculuktu, hoşça kalın!” dedim.

Yüzüme kederle baktı genç adam. “Pencerelerine siyah tüller asma sakın! Sen iyi bir kadınsın. Güle güle...” diyerek kafasını önüne eğdi.

Yüreğim bulandı birden. Oysa ne deniz, ne de lodostu beni tutan...

Güvertenin merdivenlerine usulca yürüdüm. Tam geri dönmek üzereyken hızla indim basamakları.

Vapurdan çıkıp iskelede bekledim. Sersem bir lodos balığı gibi bekledim. Kimsesizliğimize yağan yağmuru kederle seyrederek bekledim...

Yağmur, öfkeyle yağıyordu sevgisizliğim.

Asuman Portakal


  * “KorintoslularaMektuplar 13” İncil

**“Yuhanna 8. Bab 31-32” İncil



                                            Marta Orlowska

Gece ve Harf...


yıldırılmış atların gözlerine denk bir
karanlık. bakıyor ve anlıyor.
bir harfle ölebilir, kendinin tekrarı

bir diğeriyle geri dönebilir… 

Mey


                                    Holger Droste

24 Ekim 2013 Perşembe

Yakınlık...

Sabahın erkeninde bir kalemin kağıt üzerindeki müziğiyle,
yakındır yüreğim yüreğine...


Mey

                                                 Romina Dughero

İmkân, Bir de İmkânsız…

Kaç gündür neredesin Benedictus’cum, diye sordum. Özledim seni.
Meşguldüm, dedi gizemli gizemli. Merakın zihnimi tırmıklamaya başlayacağından emin, gülümsedi bir de.

Neyle, diye atıldım hemen. Duymadan rahat vermeyeceğimi bildiğinden nazlanmadan açıkladı: İmkân ve imkânsız hakkında düşünüyordum.

Tüm ukalalığımla gülümsedim. Ah Benedictus’cum, dedim. Bunun için o güzelim zihnini yormaya değer mi, ben söyleyeyim sana nedir o dediklerin.

Kahkahasını güçlükle bastırıyormuş gibiydi. Neymiş peki, söyle madem dedi.

Söyleyeyim, dedim mağrur olmasına dikkat ettiğim bir tonla. İmkân, yanlış rüyaya uyumaktır. Kocaman açılmış gözlerini görmezden gelerek konuşmayı sürdürdüm:

Evet, imkân yanlış rüyaya uyumaktır; imkânsız ise önünde sonunda uyanma zorunluluğu.

Diyecek söz bulamıyorum sana, dedi.
Biliyorum, diyerek sırıttım…


Mey


                                                Romina Dughero

Yapmadığın Şeyler...

küle dönüşüp hiçliğe savruluşun sızısını hesaba katmadığından,
yansak biteriz sandın...

Mey


                                               Noell S. Oszvald

23 Ekim 2013 Çarşamba

Kapalı...

ben ruhumu sana,
sen kendini yalnızlığa kapadın.
aşk, soluksuz kaldı...


Mey



                                            Vangellis Parris

Soramadıklarının Tümü İçin... ( süreli cevap...)

Gelinciğe kesmişti içimin bahçesi.

Ne yaz geldi ne de geçti yazınca…




Bilinmez Bunlardan Hiçbiri...

Ay sakin ve aydınlık olduğunu bilmezden gelir
Üstelik ne de ay olduğunu bilir;
Ne de kum kumluğunu. Tek bir şey
Bile yoktur biçiminin benzersizliğini bilen.
Fildişinden taşlar öylesine yabancıdır
Soyut satranç oyununa tıpkı kendilerini
Süren el gibi. Belki de insanın yazgısı,
Kısa süren sevinçler ve uzayıp giden acılar,
Aracıdır ötekinin. Görmezden geliriz;
Ona tanrı adını vermenin hiç yararı yok bize.
Boşunadır üstelik korku, kuşku
Ve başlattığımız kısacık yakarı.
Hangi yay fırlatmış olmalı bir ok

Olan beni? hangi doruk hedefi?

J. L. Borges

çeviri: A. Nihal Akbulut




                                                     Marta Orlowska

Üşürken…

Aklımdan çıkmayan bir şarkının gürültülü yansımasıyla yürüyor
ve sıcak hakkında düşünüyorum tüm üşüyenler gibi.
Zayıf düşüreni hiçlemenin yollarını aramayışımın asıl zayıflık olduğunu aklıma getirmeden,
özlemenin rüzgarının bunca titretebilmesine şaşırıyorum.
Yoksulun serveti dileyişinin bitmemesidir. Diliyorum…


Mey


                                     Roma Roman & Bartlaimej Zaranek

22 Ekim 2013 Salı

Tutkuya Dair Gereksiz Birkaç Söz…

Tutku kopuştur, diyor adamın biri. Derken bir başkası, arzunun iktidarı olduğundan söz ediyor. Asılır gibi memelerine annesinin, bir velet inadıdır kimi zaman, diyene bir diyeceğim yok. Konuşanlara bakıyorum ve midemde bir şeyler oluyor. Kulağımda görünmez şeytanların karşı konulmaz ve ısrarcı fısıltıları. Söyle, diyorlar. Sen de söyle.

Ne diyeyim, diye çıkışıyorum. Canıma yapışmışım. Canıma yapışmış dişler de tırnaklar da benden bana sızlarken, tutku hakkında konuşmak kim, ben kim?
Susabilmekten söz et o zaman, diyor şeytanın biri. Kocaman açılmış gözlerime bakıp, pis kahkahalar savururken yangıma fazladan ateşle zenginlik veriyor.

Tutkuyla susabilirim, diyorum can havliyle. Başımdan gitmiyorlar…


Mey


  
                                                     Olga Saily

Erkeğin Misyonu...

                                                          Figen Fgn için…


Bir erkek bu kadar misyonu kaldıramaz ama neyse, resim sadece, dedi. Resme bakacak halim kalmamıştı sarf ettiği bu cümle üzerine. Gülmeye başladım. O,  daha cümleyi kurarken gülüyordu. İkimizin aklından geçen; erkek, misyon sözcüklerine atfettiğimiz anlam ve bunlara dair yaşantılar aynı değildi muhtemelen; aynılık ulaşılan sonucun gülüşü – ki bir gülüş acıyı, düş kırıklığını, beklentisizliği nihayetinde becermeyi, sözün sözden başka bir şey ifade etmediğini öğrenmeyi, dramın komiğe dönüşmesini izlemeyi içerebilirdi – getirmesiydi. Resme baktım, resme baktık. Dalıp gittik gülüş’e. İkimiz de…


Mey      


                                                Maciej  Mankowski

Soramadıklarının Tümü İçin... ( süreli cevap..)

bir öfke maskesi bıraktın bana
üstümde iğreti duran...



                                                      Khai Art

Elvan Ağladı...

O odada ejder yumurtaları vardır. Beyazı ve sarısı iyice karışıp piştikten sonra, tanrı ekmeğiyle onların canlarına okur. Orada soba yanar, orası öğretmenler odasıdır.

Sınıfın yarısı gösteremez ülkesini haritada, gururlu çocuklardır.

...elvan en arkada oturur, anası babası yok olmuş yıllar önce. Ama iyi biliriz; piçe piç demek daha ayıptır.

Ağlak necati öğretmiştir sınıfa altına işemeyi. Don, kulak kırınca okul yolunda, altımıza işeyip bacak ısıtırız.

Ağlaktır necati, güpegündüz ağlar, yaşlarıyla vangölünü nişanlar kitapta, ejderi boğar, kabardıkça kabarır saman kâğıdı.

Gazeteci abiler kesmişti yolumuzu geçenlerde. Neyse ki, kar ısıtmıştı ortalığı da altımıza işememiştik daha. Ağlak çok işlerine yaradı, ağzına dayayıp makinayı gözyaşlarını aldılar. Kamyonetleriyle bizi okula bırakırlar zannediyorduk, susunca bizim ağlak, toplayıp her şeylerini çekip gittiler hızlı hızlı.

İsteselerdi ısınmak için işediğimizi de anlatırdık onlara. Oysa gittiler hemen.

“tüm piçler bizi bulur” diye bağırdı ağlak.

Elvan ağladı.



Özge Dirik


                                                  Paul Patrick

21 Ekim 2013 Pazartesi

Hiç ve Yok...

olmamışlığı ve olmayacaklığı  ile hiç,
namevcutluğu ile de yok.
hiçle yok arasında bir şey. özetimiz…


Mey


                                                   Yuval Yairi

Sihirli Ayna Sohbetleri / Kalp Yönetimi...

Yorgunsun, dedi. Yorgundum. Değilim, iyiyim ben dedim. Değildim. Söylediklerinin doğru olup olmadığını anlayabildiğimi bildiğin halde, yalan söylüyorsun, dedi. Güldüm. Yalancıyım ben, dedim. Peki, bu söylediğim doğru mu, yoksa yalan mı? Bu kez o güldü.  Paradokslar siz insanlar için, dedi. Özellikle de senin gibiler için. Diklenecek gibi oldum. Ne varmış benim gibilerde, dedim. Hem benim gibi ne?

İnsan soyunun kötüsü kalbini ya salt akılla ya da salt aşkla yönetmeye çalışan, daha beteri ikisi arasında gidip gelen ve her ikisini de beceremeyenler. Alınmaya meyilli, kavgaya hazır baktım. Ben o, en beter dediğindenim galiba, diye sordum. Sormaya ne mahal, der gibi baktı. Yorgunluğun bundan. Düşündüm. Düşünürken dalıp gittim. Biraz kalbime, biraz aklıma. İkisi de işe yaramıyor, diye itiraf ettim sonunda. Sen -  sihirli aynasın ya -  söyle, dedim. Bir kalp neyle yönetilir?

Ayna dalıp gitti. Biraz kalbime, biraz aklıma. Sonunda dedi ki; unut okuduklarını, yazarları, filozofları. Kalp yönetilmez!

Olur mu canım, diye itiraz edecek oldum. Sözü ağzıma tıkadı.
Unut, dedi. Kalp yönetilmez. Kalp, dedi. Bulduğu meyilden meylettiğine akar. Söyleyecek şarkısı varsa söyler, yoksa şarkının kendisi olmanın da geri dönmenin de yolunu bulur. 

Aklımı karıştırıyorsun, dedim.
Hayır, dedi. Karışmış aklının sana faydası yok, demeye çalışıyorum.
Haklısın, dedim.
Haklıyım, dedi. Kalbini rahat bırak.
Sen de aklımı rahat bırakırsan, dedim bunun üzerine.

Uzun zamandır ilk kez anlaşabilmiş gibiydik. Uyumaya giderken, ne kadarlığına acaba diye düşünmekten kendimi alamadım…


Mey



Yapmadığın Şeyler...

Açıklayamadığın oluş'u,
olmayış saydın...

Mey






20 Ekim 2013 Pazar

Olmazlık Üzerine Ufak Tefek Yalanlar…

Olmaz, dedin.
Olmaz, dedim.
Oldu. Sen yalanın avuçlarının arasında  kaçtın,
Ben söz’e saklayıp yazdım…


Mey


                                                 Roberto Kusterle

Zula...

Bulunamıyoruz!
Aramanın - ikimizin de -  akla gelmeyeceği yerde saklandık.
birbirimizde... 


Mey


                                                       Vaggelis Fragiadakis

Mitostan Logos’a Geçiş…

Oradalığın ve buradalığım arasına gerili gizem,
aklın caydırıcılığı karşısında
daha ne kadar direnebilir ki, sorusunu umursamadan
işaret ettiğini görüyorum ve mitos’a sıkıca sarılıyorum.
Logos? Henüz burada yeşermedi…


Mey



Bıçak Sapı...

Benim bıçağımın sapı yok. 
Tuttuğum yerden de, sapladığım yerden de kanıyorum...

Gökhan Arslan



                                          Vladimir Bazan

“ İkimizin de Kedi Olduğu Bir Hayatta Görüşürüz.” *

Karanlıktı,
yolu bulamadığımız gibi açamadık da.
Artık başka sefere…


Mey


* Vanilya Sky filminde geçen bir replik...




19 Ekim 2013 Cumartesi

Hatalı Gidiş…

Bedenini götürüp kafanı ve yüreğini geride bırakmak eksilerek yara almaktır, diyor Benedictus. Böyle konuştuğunda gözlerinde beliren ifade, bildiğim bir neden ve hiç bilmediğim bir başka nedenle içimi bulandırıyor. Sesimi çıkarmadan sözlerinin devamını bekliyorum.

Yaralanıp, berelenmeyi sevmektir giderek ve hatta yarayı açana isim koymaktır, diye bitiriyor sözlerini. Bu noktada sessiz kalmaya daha fazla dayanamayarak atılıyorum: Malum yaranın faili!

Gülümseyerek bakıyor yüzüme. Ben de ona bir gülücük yolluyorum. Biraz susuyoruz, biraz gözlerimizi kaçırıyoruz birbirimizden. Sonunda sessizliği bozan o oluyor.

Bu birliktelik ikimize de iyi gelmiyor gibi, diyor.

Biliyorum, diyorum. Ama deva arayan kim?

Doğru, diyor. Deva arayan başını çıkarmasın korunaklı kovuğundan.

Gülüşüyoruz…



Mey


                                                    Jihang Zhi

Soramadıklarının Tümü İçin... ( süreli cevap...)

cevabını asla bilemeyeceğim soruyla
sınıyorum kendimi. sonuç: eskimiş bir acının tekrarı...





                                                            Omar Galliani