1 Ekim 2013 Salı

İnsan Özlediği Kadardır...

Biz küçükken, pembeye boyanmış top top patlamış mısırlar olurdu. Sahte şeker. İşte, onu özlediğim kadar özlüyorum seni. Bir de bakkallarda en önde satılan küçük ayıcık şeklinde çikolatalar vardı. Ben onları yemeye kıyamaz, tel dolaplarda saklardım. Onlara verdiğim değer kadar çok değer veriyorum sana. Kış vakti, okuldan eve döndüğümde, sadece bir odada yanan sobanın yanına koşar, ayaklarımı uzatırdım. Babam mandalina ve portakal kabukları dizmiş olurdu sobaya. Odaya eşsiz bir koku dolardı. O kokuyu özlediğim kadar özlüyorum etrafa yaydığın kokuyu. Soğuk kış aylarında, karların üstünden zeytin toplarken, büyük bir ateş yakılırdı tarlanın ortasında. Arada bir zeytin silkelemeye ara verip ellerimizi ısıtırdık o ateşin üstünde. Kulağım, o ateşin içinde çıtırdayan kuru dallarda olurdu hep. İşte, o sesleri özlediğim kadar özlüyorum sesini duymayı. Nisan ayları gelip de bahar yağmurları yağmaya başlayınca, tuhaf bir sevinç kaplardı içimi. Sundurmanın altına girer, bakır tenteye düşen yağmur damlalarını dinlerdim. Dümdüz ekin tarlalarında olurdu gözüm. Toprağa düşen su taneleri yerden kaldırdıkları tozla, bir sis bahçesine çevirilerdi ovayı. Ara sıra elimi sundurmanın dışına uzatır, avucuma damlayan yağmurun ağırlığıyla kalırdım. O yağmurlar, ellerimden başlayıp bütün gövdemi dolaşırdı sanki. Sonra yağmurun altında dörtnala koşan atların sesini duyardım. Nallarının ıslak toprağa vurduğunda çıkardığı o tok ve ağır ses, gittikçe içimde yankılanmaya başlardı. Suyu görünce huysuzlanan atlar, sanki bir ışık gibi geçerlerdi yağmur tanelerinin arasından. Ahıra vardıklarında, sanki üstlerine hiç yağmur değmemiş gibi kupkuru olurlardı. İşte, o nisan yağmurlarını beklediğim kadar bekledim seni. Günlerim özlemekle geçiyor. Her günüm, bir öncekinden ağır. Seni özledikçe, dikenleri tersine büyüyen bir kaktüs büyüyor içimde. Seni özledikçe, daha ağırlaşıyor içimde biriktirdiğim taşlar. Artık yalnızca özlediğim kadarım.

Gökhan Arslan