İçi, açılmamış
mektuplarla dolu çantanın elime nasıl geçtiğinden daha önemli olan, açtığım her
zarfta gözlerimin önüne serilen dünyanın büyüsüydü. . Farklı isim ve adreslere
gönderilmiş veya gönderilmemiş – hala emin değilim hangisi olduğundan – onlarca mektup. Onlarca hayat. Mektupları
okuduğum için kendimle gurur duymuyorsam da pişman da değilim. Açtığım ilk
zarftan bu yana hiç pişman değilim. Kim vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin
tarafından yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü hazzı…
“ Bu mektubu, öldüğümü haber vermek için
yazıyorum sana. Başkasından duymanı istemedim. Yıllardır sesini işitmediğin,
var olduğunu bile unuttuğun birinden değil benden duymanı istedim haberi. Ölümümün
bilinçli bir tercih olduğunu yalnız sen anlayabilirdin. Bundan hiç şüphem
olmadı.
Felsefe ölmeyi öğrenmektir, diyen
filozofu hatırlıyor musun? Veya cümledeki fiyakaya dalıp gidişimizi. Söylemdeki
yaldıza takılınca anlam uçup gidiyordu o günlerde. Bazı cümleler yıllar sonra,
beklenmedik bir anda aydınlanıveriyorlar. Adam haklı. Artık biliyorum. İnsanlar
ölmeyi beceremedikleri için yaşamaya daima acemi kalıyorlar. Yaşamanın ve
ölmenin korkağı milyonlarca boşa harcanmış hayat var yeryüzünde. Artık
biliyorum ki bu bilgelikle onların arasında, onlardan biri gibi yaşamayı
sürdüremeyeceğim. Bu bana bile ağır artık.
Hoşça kal demek istediğim tek kişi
sensin. Birini seviyorsan zor da olsa hoşça kal diyebilmelisin. Seni sevdiğimi
bil istedim. Bir de üzülmemeni. Üzülme e mi? Ölmeyi öğrenmiş birinin,
yaşayabilmenin tüm olanaklarını elinde tuttuğunu ama bunu istemediğini hep
aklında tut. Bir iki hikâye bırakıyorum sana. Aklımda sen varken karalamıştım
onları. Çok da matah değiller. Sonuçta söz, ne kadar değerli olabilir ki?
İyi ol, hep…”
Mektubu
zarfına yavaşça yerleştirip öylece kalakaldım. Sözü edilen hikayeleri ise,
başka bir zarfta olabilir düşüncesiyle, diğer zarfları tek tek açtıysam da bulamadım…
Mey
Arseniy Semyonov