Yaz usul
usul çekiliyor günlerden. On gün öncenin kavurucu, bunaltıcı sıcağı kalmadı
artık. Ağaçların yaprakları hala yeşil ama baharın ilk günlerindeki kadar
parlak değiller. Birkaç güne, hiçbirimiz fark etmeden sarıya dönecekler ve biz
ancak rüzgârlı bir öğle sonu ayaklarımıza dolanmaya başladıklarında anlayacağız
ağaçları çıplak bıraktıklarını. Sabah
serinliğinde sırtımızı sıkı tutan hırkalar öğle saatlerine ağırlık veriyor
hala. Akşamüstü üşümelerine hazırda tutmak için çantalarımızda, elimizde,
kolumuzda sürüklüyoruz peşimiz sıra onları.
Güz iniyor
ve seni özlüyorum…
Eve çağrılan
çocuklar, beş dakika daha için dikiyorlar gözlerini annelerin yüzüne. Kalınlığı
serçe parmağını geçmeyen yaprak sarmalarının avuntusuyla balkonlardan yarı
bellerine kadar sarkıyor kadınlar, cadde başlarında otobüslerden inip
ayaklarını sürüyerek evlerine dönen bıkkın adamlar, eve yaklaştıkça
giydiriyorlar sahici olmayan canlılığı adımlarına. Sürdürmeyi sürdürme,
bulaşıcı bir hastalık gibi yayılıyor, şehrin tüm evlerine yerleşiyor.
Devamlılığı
görev biliyor ve seni özlüyorum…
Kapılarını
güne yeni açmış sinemaların ilk seanslarının ıssızlığında, dev bir ekrana
dikiyor bakışlarını bazı hikâye avcıları, bozup yeniden kurabilecekleri bir
sahne bulabilmek umuduyla. Gitme, demeyi beceremeyen kibirli adamlar, iki
sigara arasına kötü bir şiir yerleştirerek bekliyorlar uyku zamanının
gelmesini. Rüya sevicileri geceyi kollarken uyanma korkusunu içlerinde taşıyıp
durduklarını itiraf edemiyorlar.
Yazma
arzusunu durduramıyor ve seni özlüyorum…
“Sen bana
bakma, ben tıbben mümkün değilim” cümlesini kurarak şaşkınlık yaratabilecekleri
saf bir zihnin arayışıyla adımlıyor sokakları bazı yeni yetmeler. Ağlamayı
utanç saydıklarından aynada kendi gözlerine bakamayan kadınlar, mağaza
vitrinlerinden yansıyan görüntülerini kollayarak teselli buluyorlar. Ne denli isterlerse istesinler, hayatın kendi
akışı olduğunu bilen açıkgözler umudu terbiye etmeyi kazanç sayıyorlar.
Yorgunum ve
seni özlüyorum…
Az önce
zihninden geçirdiği cümleyi, kâğıda geçirecekken unutuveren bir yazıcı,
saatlerce masa başında kalakalacağının bilgisiyle dişliyor kalemini. Annesini
kaybetmiş bir yavru kedinin sızlanmalarına kulak kabartan küçük bir kız,
babasına yalvarıyor yavru için koynunda hazırladığı yeri göstererek.
Hikâyeye,
kalbine dokunsun için, incecik parmaklar gizliyor ve özlemi avutuyorum.
Mey
Nao Sakaki