14 Kasım 2013 Perşembe

Edep ve İhanet…

Boş yere somurtuyorsun, dedi. Üstelik hiç yakışmıyor sana. Benim için endişelenmesinden ikimiz de sıkılmıştık. Kaygıyı paylaşmaya da gerek yoktu bana kalırsa. Tümünü seve seve üstlenebilirdim.

Somurtmuyorum Benedictus’cum, dedim. Düşünüyorum. Kimi kandırıyorsun, der gibi baktığını gördüğüm halde oralı olmadım. Elmalı ve tarçınlı kekten bir parça daha ağzıma atıp;  şu tat, dedim. Külliyen edepsiz. Gülüşürüz sanmıştım bu dediğime ama Benedictus’un türüne özgü şüpheci bakışlarını yüzüme dikmesiyle sonuçlandı densiz çıkışım.

Kimseyi kendi edebine uygun davrandığı için suçlayamazsın biliyorsun, dedi. Ne dediğinden hoşlandım ne de sesinin tınısından. Hoşnutsuzluğuma aldırmadan konuştu. Bunun için kızamazsın da, dedi. Biraz sustum. İçimden Kant’ın ödevlerin çatışması durumunda insanlığı çaresiz bırakan cevapsızlığına saldırmak geldi. Bunun Benedictus’u bir parça oyalayıp, canımı sıkan sözler etmesinin önüne geçeceğini hesapladım. Sonra edepli davranmaya çabalamanın manası olmadığını düşündüm. Çünkü tutarlı biriydim.

Yanılıyorsun Benedictus’cum, dedim. Suçlarım da, kızarım da. Evet hem suçlarım, hem kızarım hem de bağışlamam.

Neden, diye sordu. Beni celallendirmeyi yine başarmış olmasından sadistçe haz aldığını gizlemeye gerek duymuyordu.

Çünkü, dedim aldığım derin soluğu hızlıca bırakarak. Çünkü kimileyin edep, ihanettir.

Neye ihanet, diye sordu gülerek. Neyi kast ettiğimi biliyor gibiydi. Aşka, mutluluğa ve hatta arzuya. Bunları sıralayabilirdim. Yapmadım.  Tabakta duran kekten kalan son parçayı önümden kaçıracaklarmış gibi kapıp ağzıma tıkıştırdım ve bir yandan çiğnemeyi sürdürürken diğer yandan arsızca,

elmalı ve tarçınlı bir kekin vereceği hazza, dedim. Ardından güçlükle yutkundum…


Mey



                                            Melinda Blair