11 Aralık 2013 Çarşamba

" Sana Büyük Caddelerin Birinde Rastlasam*..."


Genişçe bir caddede, ellerim ceplerimde yürüyordum. Yanımdan yöremden aceleci adımlarla insanlar geçiyor; koşturmacalarıyla – yetişecek ne çok şey var-  sakin adımlarıma tezat bir acınasılık hissiyatı yaratıyorlardı. Onları görmezden gelmeye karar verdim. Tıpkı havanın soğuğundan şikâyet ederken sesleri tizleşenleri duymazdan gelmeye karar verdiğim gibi. Soğuk konusunda epeyce haklı olsalar da, bunu duymaktan bıkmıştım. Soğuksa soğuk, hüzünse hüzün, yalnızlıksa yalnızlık. Yeterince işittik, dedim kendime. Bunları duymak yok bundan sonra.

Cadde ilerledikçe yokuşa duruyordu. Olsun, dedim ceplerimdeki ellerime. Biz yürüyelim. Caddenin genişliğine baktım. Bana yeterli görünüyordu. Bu iyi, diye düşündüm. Amaca uygun. Caddenin sonuna ulaşmamın – yürüyüş hızımı hesaba katınca -  on dakika civarında tutacağını hesapladım. Sonra? Sonra, başa alırdım. Caddenin bu cadde olduğunu nereden bildiğim sorusuna hazırlıklı değildim. İçimden bir ses, diye başlayacak bir cevabın ceplerimde paşa paşa ısınan ellerimi güldüreceği fikriyle sırıttım. Ama içimden bir ses işte...

Yokuş inişe geçmeye başlayınca bir an durdum. Yürüdüğüm ve karşısındaki kaldırımı kontrol etmenin beni yorduğu aşikârdı. Bir sigara yaksam mı, diye düşündüm. Soğuk yüzümü kesince, ellerimden hiçbirine kıyamadım. Sigara ertelenebilirdi. Erteledim. Caddenin sonu göründü. Şu ana kadar rastlaşma olmamıştı. Bunun dönüşü de var, diye hatırlattım kendime. Cadde büyük, akşamüstü  kalabalığı üstüne. Acele etme. Acelem yoktu. Ellerim ceplerimde yürüyordum. Döndüm. Dikkatle yüzlerine baktığım insanların, gözlerine değen gözlerimden bakışlarını derhal kaçırmalarının nedeninin; büyükçe bir caddede acelesiz ve elleri ceplerinde yürümekte olanların hüznü ve yalnızlığı çağrıştırmalarıyla bir ilgisi olup olmadığını düşünecek halim yoktu. Hüzünlü de değildim yalnız da. Rastlaşmayı arıyordum sadece. Aşağı inen yol yukarı da çıkıyordu.  Gitmişse dönerdi, susmuşsa bir gün konuşurdu. Hüzne gerek yoktu; yalnız hissetmek mümkün değildi ceplerimdeki kıpırdayan ellerim varken. Yürümeyi ve aramayı sürdürdüm. Saat ilerliyordu. Bir güne takılmamak gerektiğini biliyordum, yarın ve başka günler olacaktı.  Aylar, mevsimler akacaktı; üstelik ellerim ceplerimde yürümeyi seviyordum. Yarın yine gelirim, diye düşündüm. Bu sırada ceplerimdeki ellerimden biri – çoğunlukla sigara içerken kullandığım – cadde bir yana, bu kent olduğuna emin misin, diye sordu. Ne fark eder ki, diye düşündüm. Başka bir gezegende olsa mesala? Fark etmezdi. Aksilik etme, dedim ele. Bir şiir yalan söylemez…




Mey

* Gülten Akın'ın Deli Kızın Türküsü adlı şiirinden... öyküye güzel bir ad olur diye düşündüm..



                                               Martin Stranka