25 Aralık 2013 Çarşamba

“ Yırtarak Geçiyor Kalbimizden…”

                        yırtarak geçiyor kalbimizden
                        hayatı da törpüleyen zaman… / Arkadaş  Z. Özger

Aniden esip de saçlarımı bir yana eteklerimi başka yana savurunca rüzgar, epeydir içimde bir yerde sessiz ve zararsızca gizlenen kıymık hareketlendi. Aynı anda hatırlamış olmalıyız. Hatırlamanın bir zararı yok, diye fısıldadım; sakinlesin istiyordum. Buraya dönmemeliydim, düşüncesi içimdeki kıymıktan daha acıtıcı olabileceğinden, onu yok sayma çare gibi görünmüştü o anda. Durup etrafa baktım. Her şey hatırladığım gibiydi. Yüzüme yayılan gülümseyişi önlemenin imkânı yoktu. Ne gülümseyişi ne de göz pınarlarıma dolanı.

Gelincik tarlası önümde uzanıyordu. Yaşlı zeytin henüz görüş alanıma girmemişti. Biraz daha yürümek gerek, dedim ve hareketlendim. Bu yolu kaç kez geçmiştim rüyalarımda. Öyle ezberimde, her bir bitkiyi, ayağıma dolanacak otu ve ben ilerledikçe önümden kaçışacak hayvanı biliyordum.  Yine de ilk kez gibi titriyor içim. Bıraktığımı orada bulabilecek miyim, aşkla verdiğimi geri alabilecek miyim, sonunda bir parça huzur bulabilecek miyim, soruları aklımda acele etmeden yürüyorum.

Yaşlı zeytin görünür olunca durdum. Durma, dedi kıymık. Duymazdan geldim. Almaya geldiğimin orada olup olmadığını görebilme umuduyla gözlerimi kıstım. Bu mesafeden görebilmenin olanaksızlığının farkında, kıymığı kandırmaya çalışıyor oluşuma gülecek gibiydim.  Esinti artınca gülüşü ve onun hemen ardında bekleyeni yok sayıp yürümeye devam ettim. Uzaktan kayalara çarpan denizin sesi işitiliyordu. Denizi boş ver şimdi, dedim. Ona zaman yok.

Yaklaştıkça zeytinin yıpranmışlığı seçilmeye başladı. Bizim gibi, dedim kıymığa. Hafifçe kıpırdandı onaylar gibi. Zeytinin yaşlı dalları hafifçe hareketlenmiş gibi geldi bana. Bizi tanıdı galiba, diye düşündüm.  Dudaklarımı gövdesine dayadım. Usulca fısıldadım: Nerede?
Ayaklarımın dibindeki toprağı usulca eşeleyince ucu görünür gibi oldu.  Bu , içimde ters dönen kıymığın, ellerimin altındaki zeytinden gelen titreyişin, uzaktaki dalganın sesinin, zihnimdeki tüm sözcüklerin yetersizliğinin aynı anda büyük bir uğultuya dönüştü andı. Rengi solmuş gibiydi, minik yeşil çiçekler hala seçiliyorduysa da zemindeki siyahı griye dönüşmüştü. Eğilip aldım. Önce burnuma götürüp kokladım. Unutulmuşluk ve yersiz hatırlayışların bütün kokuları doldu burnuma. Kokuyu içime çektim. Sonra parmaklarımı yüzeyinde dolaştırdım. Kırgınlık, özlem, yorgunluk, umutsuzluk, tutku ve adını bilmediğim bir duygu birlik olup yaladılar içimdeki kıymığı. Bu ona iyi geldi.
Zaman yırtar dedim.

Söz’ü,
öyküyü,
belleği,
anıyı,
beklemeyi,
umudu
ve aşkı.

Almaya geldiğimi almıştım. Zeytine veda edip, siyah zemini üzerinde küçük yeşil çiçekler olan fuları koynuma sokup; rüyalarımda defalarca geçtiğim yolu geriye doğru yürümeye koyuldum. Koynumdaki fular içimdeki kıymığın örtüsü, eteklerim esintiye eşlikçi ağır ağır ilerledim…


Mey


                                                   Rodney Smith