3 Aralık 2013 Salı

Uykusuz...

Gözlerini kapatsa hemen uyuyacak, uyuyacak ve aynı düşü görecek. İstemiyor ve uyanık kalmaya zorluyor tüm bedenini. Başındaki keskin ağrı, üzerindeki ağırlık ve ateş almış tabanları bedenindeki isyanın habercileri sanki. Yine de direniyor. Banyoya geçip soğuk su çarpıyor yüzüne, boynunu ıslatıyor ve ayaklarını yıkıyor. Tüm bu işler aynaya hiç bakılmadan yapılmalı, o da bakmıyor. Odasına geçiyor, odanın ortasına yerleştirdiği sert sandalyeye oturuyor ve az önceki gibi karşısındaki beyaz badanalı duvarı izlemeye başlıyor. Dakikalarca bir şey düşünmeden bakıyor duvara. Düşünmemek de uyumamak gibi olanaklıymış demek. Oysa uyumamanın nereye kadar olanaklı olduğunu bilmiyoruz henüz. O da biliyor bunu. Derken önce küçük, sonra kocaman kocaman esniyor, kendiliğinden kapatıyor eli açılmış ağzını. Gülüyor sonra, tıpkı İngilizler gibiyim, diyor.

İlkokuldaymış. Ak saçlı öğretmeni, İngiliz milletinin kibarlığını
odada yalnız oldukları halde, esnerken ağızlarını kapatmalarını
örnek vererek anlatıyormuş. Çok kibardır şu İngilizler canım.
Çıtkırıldım sözcüğünü henüz bilmiyormuş o günlerde, yine de
tuhaf gelmiş duvarlara kibarlık taslamak. Gülmüş, ak saçlı öğretmen
yerli yersiz gülünmez, demiş.


Yersiz gülüyor yine. Gözleri belirgin bir biçimde ufalmış, neredeyse düz bir çizgiyi andırır hale gelmiş. Sağ elinin parmaklarını kullanarak kaç gündür uyumadığını sayıyor. Serçe parmak bir... Yüzük parmağı iki... Orta parmak üç... İşaret parmağı dört...Dört kısa gün ve bir o kadar da uzun gece. Oysa aylar boyunca uyumamış gibi hissediyor kendini. Uyku sözcüğünü her yineleşiyinde ona daha da yaklaşmakta olduğunu sezinliyor ve hemen yasaklıyor bu sözcüğü yinelemeyi ve bu eylemi düşünmeyi. Beyaza boyanmış duvara bakmayı sürdürerek başka şeyler düşünmeye çabalıyor, şiir mesela diyor, bir şiiri okumalıyım ezberden. Hiçbir şiiri ezberden okuyamaz oysa, yine de aklına bir dize getirmeyi başarıyor:
“ Gözlerim iki kötü mezar “

Yerinde gülüyor bu kez, bir daha denemeliyim, diyor ve yeni bir dize aranıyor belleğinin derinliklerinde.

“Uyuduğum uyku ikimizin yerine”

Bu oyuna gelmeyeceğim, diye söyleniyor ve şiir okuma düşüncesini o eski, tozlu rafa kaldırıveriyor aceleyle. Bunu yaparken farkına vardığı çaresizliğine öfkeleniyor. Öfke, yanında bir arkadaşını da getirmiş ona sorma gereği duymadan: gözyaşları. Davetsiz konukları sevmem, diyor gözlerini koluyla kurularken.


Bir arkadaşının evindeymiş. Salata yapıyormuş mutfakta.
Arkadaşı içki almaya gitmiş, maydonozları ayıklama işini
ona yıkmış. Tek tek ayıklarmış annesi maydonozları, ona da
böyle öğretmiş. Zahmetliymiş ama başka türlü de temizliğinden
emin olunamazmış .Kapı çalmış, açınca karşısında arkadaşını ve
tanımadığı başka birini görmüş. Görür görmez sevmiş arkadaşının
arkadaşını. Sevmiş ve “ seni seviyorum” demiş. Sonra gidip
maydonozları ince ince doğramış. Sevdiği tek davetsiz konuk o olmuş.


Oturduğu sandalyeden kalkıyor ve odadan çıkıyor. Biraz yürüyüş beni kendime getirir, diye düşünüyor ve topu topu iki odadan ibaret olan daireyi adımlamaya başlıyor. Önce küçük adımlar atarken, sonra hızlanıyor. Biraz daha hız kazansa koşmaya başlıyacak. Dar gelmeye başlıyor içinde gezindiği mekan. Dışarı çıkmalıyım, diye düşünüp kalın paltosunu ve botlarını aranıyor. Zaten az sonra gün ışıyacak, çıkıp sokakları temizleyen çöpçüleri izleyebilir. Yürüyebilir. Hatta koşabilir. Sokak kapısını açmış, çıkmak üzereyken bir şey durduruyor onu. Kapıyı kapatıp, olduğu yere çöküyor. Garip bir soru dolanıyor beyninde. Neden, neden uyumuyordum ben? Niçin savaşıyor, neye karşı koyuyordum? Çabalıyor fakat bir türlü anımsayamıyor.


Yatağındaymış. Derin derin uyuyormuş. Yüzünde bir gülüş
varmış; ne ak saçlı öğretmen ne de arkadaşının evinde sevdiği
davetsiz konuk bilebilirmiş bunun yerli mi yoksa yersiz mi
olduğunu. Günlerce uyuyabilirmiş dilerse, ya da hiç uyanmasa da
olurmuş. Gülümseyişi bu yüzden olabilirmiş.


Kalın kabanını ve botlarını çıkarıyor. Sonra geride kalmış ne varsa. Pantolonu, kazağı, atleti, çorapları...Çırılçıplak kalıncaya kadar soyunmayı sürdürüyor. Gidip yatağına uzanıyor. Dakikalar sonra kahkaha attığını duyuyoruz. Kahkahalarının arasında güçlükle doğruluyor yatakta. Uykum kaçtı, dediğini duyuyoruz gülüşlerinin arasından, biz de gülüyoruz, ne yapalım!


Mey




                                                Marie Jeannesson