“ Dalgaları
arıyorsun gövdemde
Ormana
gömülmüş güneşini
Ben senin
gövdende tekneyi arıyorum
Gece yarısı
yiten tekneyi.”
Octavio Paz
Kerelercesinde
olduğu gibi, bu kez de tanımamışlardı birbirlerini. Meleğini arayan filozofun
meleğine dair önyargılarının; filozofunu arayan meleğin filozoflara ilişkin
istikrarlı yanılgısının daimi oluşunun büyük etkisi vardı şüphesiz bu teğet
geçişlerin tümünde.
Yorgundular.
Melek olmak da kolay değil, filozof olmak da. Statüsel meşakkat, dikkatlerinin
aradıkları varlığa değil, arayışın kendisine yoğunlaşmasını sağlamış da
olabilirdi. Meselenin bu kısmı türlü tahminlere açık. Bir kısım yorumcunun
durumu, bulmaktan ziyade aramayı sevmekle açıklamaya meyilli oldukları bilinen
bir olgu. Sonsuza dek aranmaz ki, arada bir bulmak da lazım, itirazlarının
kimseye sevimli görünmediğinden söz etmenin ise hiç gereği yok. Filozofun , “
yolda olma “ edebiyatını hoşnutlukla karşılamasının bir tür savunma mekanizması
olabileceğinden şüphelenenler yok değilse de; genel kanı, yolda olmak denen
eyleme biçiminin, düşünme sanatının doğasına uygun olduğu yönündeydi. Melek
ise, bilindiği üzere, bir “ yol açıcı “. Henüz üzerinde ilerlemenin mümkün
görünmediği alanları yollara dönüştürme meşguliyeti, onu işlek yollardan ve o
yollar üzerindeki yolculardan uzak tutuyordu çoğunlukla. Hem, çoktan açılmış
yollarla ne işi olabilir ki?
Yine de
tahmin edilenden daha sık rast geldiler birbirlerine. Bihaberlikleri
yüzündendir ki, başkalarını heyecana sürükleyen bu rastlaşmaların hemen hepsi
düş kırıklığıydı, olayı başından beri takip edenler için. Sabırların
taşmasının, “ yolda olmakla yol açmak arasındaki fark” konulu bir açık oturumda
meleğin öfkelenerek filozofun kafasına Bertrand Russell’ın iki ciltlik Batı
Felsefesi Tarihi’ni indirmeye çalıştığı güne denk geldiğini düşünenler epeyce
yanılıyorlardı. Bardağı taşıran damla, filozofun kim bilir hangi zaafın
etkisiyle, meleği muhtemel bir ölüme götürecek olan bir takım üniformalı
adamlara teslim edişi de değildi aslında. Bu eylemin, sevi tarihine düşmüş pis
bir leke oluşu ise tamamıyla konumuz dışı. Sonsuza dek sürecekmiş gibi görünen
arayışlarının tahammül sınırlarını zorlayarak, yüksek makamdakileri çileden
çıkarması, meleğin henüz açmış olduğu bir yol’un filozof tarafından tahrip
edildiği duygusuna kapılıp, ontolojik bir yıkım geçirmek suretiyle işi
melekliği bırakmaya vardırmasıyla gerçekleşti. İşte tam bu noktada devreye
benim girmem kaçınılmazdı.müdahale etmeyi pek sevmezdim ve kendi kendine
oldukça iyi işleyen bir sistem zaten vardı; ama görünen o ki, bu kez iş başa
düşmüştü. Görev emrinden çok önce, duruma çözüm getirmek üzere kolları sıvamış
olan zihnim çoktan hazırdı. Durumu yorumlamaya heves etmişliğimi, bu güne kadar
yeterince yorumlama yapıldığını artık yapılması gerekenin olan biteni
değiştirmek olduğu fikrimle yatıştırarak işe koyuldum.
Başarılarla
dolu meslek hayatım, bu iki körün iş planıma girmesiyle yerle bir olurken, girişimlerimin
sonuçsuz kalışının yarattığı hüsranı dindirecek bir devanın olmayışı
bahtsızlığımdır. İkisini bir araya getirdiğim her yerde ya birbirlerinin
varlığının farkına varmamakta ısrarcı oldular ya da birbirlerine diş bileyip,
varlıklarına tahammül edemediler. Melek tüm bu süre boyunca filozofunu
aranırken, filozof da sahici melek dışında her rastladığını meleği sanıp
yanıldı. Birbirini kovalayan yüzyıllar boyunca başarının yanına bile
yaklaşamayışımın nedenlerini sorgulamaktan hiç vazgeçmedim. Yanı başındaki
meleği görmekten aciz filozofun filozofluğundan, filozofla her karşılaştığında
onu tanımak bir yana, içindeki filozofa yönelmiş şiddeti bastıramayan meleğin
melekliğinden şüphe ettim. En büyük kuşkum ise, gerçek aşkın varlığına
ilişkindi aradan geçen zamanın sonunda. Varlığıma dair şüphe içinde kıvranarak
bu güne gelişimin asıl sorumluları bu melekle, o filozoftur işte.
Bu teğet
geçişlere kafa yormaktan hiç bıkmadım, işi bırakmadım ama hakkıyla da yapmadım.
Kendi varlığından emin olamamanın acısını insan soyundan çıkardım. Melek’le
filozof’a ne mi oldu? Melek şair sandığı birinin dizelerinde kayboldu, filozof
kendisinin de anlayamadığı bir nedenle, Bertrand Russell’ın batı Felsefesi
Tarihi adlı eserine tutkuyla bağlandı. İki cildine birden.
ÜçRenk
Kırmızı
Dan Estabrook