18 Aralık 2013 Çarşamba

“ Ellerimi Yüzüne Kapatıyorum ve Böylece Benim Şiirim Oluyorsun…”*

Bacaklarındaki uyuşma göz ardı edilemeyecek hale gelince hafifçe kıpırdadı. Ardından soluğunu tutup bekledi. Uyanmadı, tespiti ve ardından rahatlama geldi. Güneşin etkisi zayıflamaya başlamıştı ama hava hala yumuşaktı.  Sırtını yasladığı kayaya doğru biraz daha esnedi. Bacaklarındaki başa baktı yeniden. Bu gerçek mi, sorusu kim bilir kaçıncı kez gelip geçti zihninden. Henüz yanıt yoktu.  Göle baktı. Göl denebilir mi, daha çok gölet gibi. Su ama işte. Şu anda olmakta olanın gerçekliğinden şüphe duymaya neden olan onlarca şeyden biri. O sıra önde anne ve ardında tek sıra halinde dört yavru ördek çıkageldi bir yerden. Sessizce süzülüyorlardı suyun üstünde. Bunu görse sevinirdi, diye düşündü. Uyandırsam mı, sorusunun altında daha büyük bir soruya ilişkin cevabın özleminin yattığını biliyordu. Bu gerçek mi?

Uyuyanın kıpırdandığını fark ettiğinde aklındaki soruyu unuttu. Dikkat kesildi.  Uyanıyor galiba, diye düşündü. Bekledi. Uyanmıyordu. Önce hafifçe kıpırdamış, sonra yüzü suya gelecek şekilde yan dönmüştü. Biraz bozulur gibi oldu bu dönüşe. Yüzü yerine saçları kalmış görüş alanında. Eli istemsizce havalandı ve saçlara yöneldi. Son anda tuttu kendini. Dur, ne yapıyorsun? Durdu. Elini indirdi ve dizlerindeki başın sahibi uyumadan önce okumakta olduğu kitabı aldı eline yeniden. Elleri, gözü ve zihni meşgul kılmanın akıllıca olacağı aşikârdı. Hep akıllıca olanı yaptın sen, diye hatırlattı kendine. Okumaya başladı. Birkaç cümle okudu. Dördüncü cümledeki  ‘ gerçeklik’ sözcüğü çabasını anlamsız kıldı.

Bir süre yürümüşler,  gölet ve kaya görününce oturalım, demişti. Oturmuşlar ve sırtlarını kayaya vermişlerdi. Güneş şimdi olduğundan daha güçlüydü o saatlerde. Ne konuşmuşlardı, konuşmuşlar mıydı emin değil şimdi. Belki kitaplardan, eksik hissetmenin doğala dönüşmesinden, suya vuran güneşin güzelliğinden dem vurmuşlardı. Sonra kitaplar çıkmıştı çantalardan, ceplerden. Yan yana bir süre okumuşlar. Okuduğu kitaptan bir iki cümle göstermişti heyecanla, şimdi başı dizinde olan. Uzunca  konuşmuştu belki o cümleler hakkında.  Gülümseyişine engel olmayı aklından geçirmeden dinlemişti o da. Dizinde uyuyan söz konusu olduğunda, kendini denetlemenin aklından uçup gittiği ilk an bu olmalıydı. O kadar da kötü değilmiş kendine hâkim olmaya çalışmamak, diye düşündü. Sonra, sonra beklenmedik bir şey olmuştu. Dizindeki esnemiş, ardından esneyişine gülmüştü. Uyku bastırdı, demiş ve uzanıp onun dizlerini başına yastık yapmıştı. İşte o an, olan bitenin gerçekliğine ilişkin ilk kuşku düşüvermişti içine. Bu gerçek mi?

Okuyamayacağını anlayınca kitabı yanına bıraktı usulca ve gözünü suya dikti. İçi titredi birden. Serinledi, diye düşündü. Üşütecek. Bu esnada yeniden döndü uyuyan. Bu kez yüzünü bacaklarını yastık olarak kullandığına dönmüştü.  İnsan uyurken gördüğü birinden asla nefret edemez, diyen kimdi merakının sırası değildi belki ama hangi duygunun doğru yeri ve zamanı vardı ki? Canetti olmalı, diye düşündü uyuyanın yüzüne bakarken. Elini zapt etmek giderek zorlaşıyordu. Az önce saça uzanmaya meyletmiş olan eli bu kez bir yarısı bacağına yaslanmış olan yüze odaklanarak kıpırdamaya başlamıştı. Usulca dokunsam n’olur diye düşündü.  El’e sorsanız tüm bir avuçla o yüzü kavrama arzusundaydı. Usulca uzandı eli, hafifçe dokundu uyuyanın yüzünün görünen kısmına. Temasla gözleri açıldı uyuyanın. Hafif bir şaşkınlık ifadesi ilkin, ardından beklenmedik bir gülümseyiş yayıldı yüzüne ve dedi ki; böylece senin şiirin oluyorum. İşte o anda dakikalardır zihninde dönüp duran sorunun cevabını verebildi tamamen uyanık olan…


Mey

* Walt Whitman dizesi. ama ne dize...