Bacaklarındaki
uyuşma göz ardı edilemeyecek hale gelince hafifçe kıpırdadı. Ardından soluğunu
tutup bekledi. Uyanmadı, tespiti ve ardından rahatlama geldi. Güneşin etkisi
zayıflamaya başlamıştı ama hava hala yumuşaktı.
Sırtını yasladığı kayaya doğru biraz daha esnedi. Bacaklarındaki başa
baktı yeniden. Bu gerçek mi, sorusu kim bilir kaçıncı kez gelip geçti
zihninden. Henüz yanıt yoktu. Göle baktı.
Göl denebilir mi, daha çok gölet gibi. Su ama işte. Şu anda olmakta olanın
gerçekliğinden şüphe duymaya neden olan onlarca şeyden biri. O sıra önde anne
ve ardında tek sıra halinde dört yavru ördek çıkageldi bir yerden. Sessizce süzülüyorlardı
suyun üstünde. Bunu görse sevinirdi, diye düşündü. Uyandırsam mı, sorusunun
altında daha büyük bir soruya ilişkin cevabın özleminin yattığını biliyordu. Bu
gerçek mi?
Uyuyanın kıpırdandığını
fark ettiğinde aklındaki soruyu unuttu. Dikkat kesildi. Uyanıyor galiba, diye düşündü. Bekledi.
Uyanmıyordu. Önce hafifçe kıpırdamış, sonra yüzü suya gelecek şekilde yan
dönmüştü. Biraz bozulur gibi oldu bu dönüşe. Yüzü yerine saçları kalmış görüş
alanında. Eli istemsizce havalandı ve saçlara yöneldi. Son anda tuttu kendini.
Dur, ne yapıyorsun? Durdu. Elini indirdi ve dizlerindeki başın sahibi uyumadan
önce okumakta olduğu kitabı aldı eline yeniden. Elleri, gözü ve zihni meşgul
kılmanın akıllıca olacağı aşikârdı. Hep akıllıca olanı yaptın sen, diye
hatırlattı kendine. Okumaya başladı. Birkaç cümle okudu. Dördüncü cümledeki ‘ gerçeklik’ sözcüğü çabasını anlamsız kıldı.
Bir süre
yürümüşler, gölet ve kaya görününce
oturalım, demişti. Oturmuşlar ve sırtlarını kayaya vermişlerdi. Güneş şimdi
olduğundan daha güçlüydü o saatlerde. Ne konuşmuşlardı, konuşmuşlar mıydı emin
değil şimdi. Belki kitaplardan, eksik hissetmenin doğala dönüşmesinden, suya
vuran güneşin güzelliğinden dem vurmuşlardı. Sonra kitaplar çıkmıştı
çantalardan, ceplerden. Yan yana bir süre okumuşlar. Okuduğu kitaptan bir iki cümle
göstermişti heyecanla, şimdi başı dizinde olan. Uzunca konuşmuştu belki o cümleler hakkında. Gülümseyişine engel olmayı aklından geçirmeden
dinlemişti o da. Dizinde uyuyan söz konusu olduğunda, kendini denetlemenin
aklından uçup gittiği ilk an bu olmalıydı. O kadar da kötü değilmiş kendine
hâkim olmaya çalışmamak, diye düşündü. Sonra, sonra beklenmedik bir şey
olmuştu. Dizindeki esnemiş, ardından esneyişine gülmüştü. Uyku bastırdı, demiş ve
uzanıp onun dizlerini başına yastık yapmıştı. İşte o an, olan bitenin
gerçekliğine ilişkin ilk kuşku düşüvermişti içine. Bu gerçek mi?
Okuyamayacağını
anlayınca kitabı yanına bıraktı usulca ve gözünü suya dikti. İçi titredi
birden. Serinledi, diye düşündü. Üşütecek. Bu esnada yeniden döndü uyuyan. Bu kez
yüzünü bacaklarını yastık olarak kullandığına dönmüştü. İnsan uyurken gördüğü birinden asla nefret
edemez, diyen kimdi merakının sırası değildi belki ama hangi duygunun doğru
yeri ve zamanı vardı ki? Canetti olmalı, diye düşündü uyuyanın yüzüne bakarken.
Elini zapt etmek giderek zorlaşıyordu. Az önce saça uzanmaya meyletmiş olan eli
bu kez bir yarısı bacağına yaslanmış olan yüze odaklanarak kıpırdamaya
başlamıştı. Usulca dokunsam n’olur diye düşündü. El’e sorsanız tüm bir avuçla o yüzü kavrama
arzusundaydı. Usulca uzandı eli, hafifçe dokundu uyuyanın yüzünün görünen
kısmına. Temasla gözleri açıldı uyuyanın. Hafif bir şaşkınlık ifadesi ilkin,
ardından beklenmedik bir gülümseyiş yayıldı yüzüne ve dedi ki; böylece senin
şiirin oluyorum. İşte o anda dakikalardır zihninde dönüp duran sorunun cevabını
verebildi tamamen uyanık olan…
Mey
* Walt Whitman dizesi. ama ne dize...