İlk yudumu
alır almaz iyilik geri döndü. Sihirli aynam tam karşımdaydı. Çay iyiliktir,
dedim ona gülerek. Bu aralar pek keyifsizdi, bana da yüz verdiği yoktu. Aramızı
ılıtmak istiyordum. Vereceği tepkiyi beklerken, biraz nazlanabileceğini söyledim
kendime. Bir parça nazlanmak herkesin keyfini yerini getirir, eğer karşısında o
nazı üstlenebilecek biri varsa. Sessizliği uzadıkça nazı çekme konusundaki
isteğim azalıyordu. Uzayan sessizlikler sinirimi bozardı. Çaydan büyükçe bir
yudum daha aldım.
İyilik,
huzur, keyif, sevinç, esriklik gibi sözcükler duymak istemiyorum, dedi. Özellikle
de senden.
N’oluyorsun
kuzum, dedim. Çekilebilir kaprislere
eyvallahım vardı ama bu daha büyük bir şeyi andırıyordu. Meraklanmıştım.
Anlatmaya dermanım
yok, dedi. Göstereyim…
Yüzeyi dalgalandı
ve başımı döndüren bir karmaşa serildi gözlerimin önüne. Bu da ne ola ki, diye
düşünerek dikkat kesildim.
Dikkatle bak,
dedi sihirli ayna bu sıra. Dikkatle baktım:
Bir köşede acısından
iki büklüm olacakmış da dik durmaya çabalıyormuş gibi duran adama çarptı ilkin
gözüm. Üzerinden, rüzgârın toprağından söküp savurduğu gelincikler geçiyordu. Yüzünü
görsem, dedim. Başını kaldırmadan acıyı savuşturmaya çalışıyor gibiydi. Havada süzülmekte
olan gelincikler ilerde üstü yazı dolu kâğıtlara dönüşüyordu. Devasa ve çirkin bir
ağacın dallarından çocuk bedenleri düşüyordu yere ve hiçbiri kıpırdamıyordu. Daha
ötede, tek vahasını kurutmuş çöl göze çarpıyordu. Onca esintiye karşın tek bir
kumu kıpırdamıyordu. Kendine teslim
olmuş bu çöle bakarken içimde yükselen itirazın anlamsızlığını görmemek imkânsızdı.
Gözlerimi çölden güçlükle ayırdım. Sihirli aynaya seslenmek üzere ağzımı
açmıştım ki, aynanın yüzeyini yavaşça kaplamaya başlayan grilik beni durdurdu. Bir
şey yağıyor, dedim kendime. Ne olduğunu bilmediğim bir şey yağıyor. Yağan neydiyse,
düştüğü yerde kızıl bir dereye dönüşüyor ve zihnimde ne kadar mut dolu söz
varsa tümünün üstünü kapatıyordu. Ağzımın içine dolan acılık, çay bardağını
daha fazla tutamayacak denli ellerimi kendinden bir şeye dönüştüren o titreyiş,
içimde nedenini çoktan unuttuğumu sandığım o acının acelesiz uyanışı, dilimin
ucunda söyleyiversem her şeyi sona erdirecekmiş hissini veren bastırılmış bir
sözcük; gökyüzünden yağıp kızıl derelere dönüşenin yüzlerce umutsuz göz
olduğunu fark etmemle hiçleniyor. Büyük ve
evrensel bir acı, özenle süsleyip püslediğim bireysel acımın üstünü kapatıp,
onu ve beni görünmez kılıyor. Kızıl bir derenin içinde azar azar boğuluyorum.
Sihirli aynanın
gördün mü, diyen kinayeli sesiyle derin bir nefes alıp silkiniyorum.
Nedir bu,
diye soruyorum soluk soluğa. Bu hengâme, bu ağırlık?
O, diyor
ayna sesi dümdüz. O taşımaktan yorgun düştüğüm iç'in.
Ah, diyorum
anlamış gibi.
Ah ya,
diyor. Sesi hala dümdüz…
Mey
Tia Danko