11 Aralık 2013 Çarşamba

Sihirli Ayna Sohbetleri / Hengâme…

İlk yudumu alır almaz iyilik geri döndü. Sihirli aynam tam karşımdaydı. Çay iyiliktir, dedim ona gülerek. Bu aralar pek keyifsizdi, bana da yüz verdiği yoktu. Aramızı ılıtmak istiyordum. Vereceği tepkiyi beklerken, biraz nazlanabileceğini söyledim kendime. Bir parça nazlanmak herkesin keyfini yerini getirir, eğer karşısında o nazı üstlenebilecek biri varsa. Sessizliği uzadıkça nazı çekme konusundaki isteğim azalıyordu. Uzayan sessizlikler sinirimi bozardı. Çaydan büyükçe bir yudum daha aldım.

İyilik, huzur, keyif, sevinç, esriklik gibi sözcükler duymak istemiyorum, dedi. Özellikle de senden.

N’oluyorsun kuzum, dedim.  Çekilebilir kaprislere eyvallahım vardı ama bu daha büyük bir şeyi andırıyordu. Meraklanmıştım.

Anlatmaya dermanım yok, dedi. Göstereyim…

Yüzeyi dalgalandı ve başımı döndüren bir karmaşa serildi gözlerimin önüne. Bu da ne ola ki, diye düşünerek dikkat kesildim.

Dikkatle bak, dedi sihirli ayna bu sıra. Dikkatle baktım:

Bir köşede acısından iki büklüm olacakmış da dik durmaya çabalıyormuş gibi duran adama çarptı ilkin gözüm. Üzerinden, rüzgârın toprağından söküp savurduğu gelincikler geçiyordu. Yüzünü görsem, dedim. Başını kaldırmadan acıyı savuşturmaya çalışıyor gibiydi. Havada süzülmekte olan gelincikler ilerde üstü yazı dolu kâğıtlara dönüşüyordu. Devasa ve çirkin bir ağacın dallarından çocuk bedenleri düşüyordu yere ve hiçbiri kıpırdamıyordu. Daha ötede, tek vahasını kurutmuş çöl göze çarpıyordu. Onca esintiye karşın tek bir kumu kıpırdamıyordu.  Kendine teslim olmuş bu çöle bakarken içimde yükselen itirazın anlamsızlığını görmemek imkânsızdı. Gözlerimi çölden güçlükle ayırdım. Sihirli aynaya seslenmek üzere ağzımı açmıştım ki, aynanın yüzeyini yavaşça kaplamaya başlayan grilik beni durdurdu. Bir şey yağıyor, dedim kendime. Ne olduğunu bilmediğim bir şey yağıyor. Yağan neydiyse, düştüğü yerde kızıl bir dereye dönüşüyor ve zihnimde ne kadar mut dolu söz varsa tümünün üstünü kapatıyordu. Ağzımın içine dolan acılık, çay bardağını daha fazla tutamayacak denli ellerimi kendinden bir şeye dönüştüren o titreyiş, içimde nedenini çoktan unuttuğumu sandığım o acının acelesiz uyanışı, dilimin ucunda söyleyiversem her şeyi sona erdirecekmiş hissini veren bastırılmış bir sözcük; gökyüzünden yağıp kızıl derelere dönüşenin yüzlerce umutsuz göz olduğunu fark etmemle hiçleniyor.  Büyük ve evrensel bir acı, özenle süsleyip püslediğim bireysel acımın üstünü kapatıp, onu ve beni görünmez kılıyor. Kızıl bir derenin içinde azar azar boğuluyorum.

Sihirli aynanın gördün mü, diyen kinayeli sesiyle derin bir nefes alıp silkiniyorum.
Nedir bu, diye soruyorum soluk soluğa. Bu hengâme, bu ağırlık?
O, diyor ayna sesi dümdüz. O taşımaktan yorgun düştüğüm iç'in.

Ah, diyorum anlamış gibi.
Ah ya, diyor. Sesi hala dümdüz…


Mey



                                                    Tia Danko