Elime gelen
ilk zarfı, hakkım olmadığını bilerek, açtığımda titrek bir yazıyla karalanmış o
birkaç satırın çantanın sahibini arama fikrini hiçlediğini itiraf ederim. Kim
vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin
tarafından yazıldığı belirsiz birkaç
cümlenin verdiği büyülü hazzı.
“ Doğan her
yeni günü kutlu kılacak bir neden bulmayı babamdan öğrenmiştim. Gökyüzünde beliren
kızıllığın baş döndürücü rengi olabilir mesela o neden, demişti bir keresinde
babam. Günün erkeninde yüksekçe ve esintili bir tepede el ele tutuşmuş
olduğumuzu hatırlıyorum. Güneşle canlanan
çiçekleri gösteren de oydu, denize vuran ilk ışıkların balıkları yoldan
çıkarttığını anlatan da ve bir sabah, geride kutsanacak bir şey bırakmamış
olduğunu umursamadan çekip giden de oydu.
Gidişinin ardından,
belki ilk zaman, sabahla ilişkimi kesmiş olmalıyım. Belleğimi zorladıkça,
kapanan bir kapı orası. Ve sabahın, o
ilk ihaneti aşmayı mümkün kılacak bir büyüsü olmalı. Sabahlarımı kutlu kılacak
bir neden arayıp bulmak hiç zor olmadı geçen yıllarda benim için. Kimileyin balkon
pervazına konan bir kuş, kimileyin gecenin üşümüşlüğünü bedeni ısıtarak telafi
etmeyi başaran güneşin sıcağı, suyu verdiğinde canlanan bir çiçeğin görüntüsü,
komşu balkondan gelen bir şarkının beklenmedik neşesi… Hala ihmal etmeden,
sabahları kutlu kılacak bir nedenin peşinde uyanıyorum güne. Ve uzunca bir
zamandır bir uykuya - senin uykuna - ;
bir rüyaya – senin rüyana- açılan bir kapı olduğunu düşünüyorum her sabahın. Kendi
sabahıma ve sana ait geceye, ,bir kut ışığını bulup çıkarmakta hiç güçlük
çekmiyorum. Bildiğin gibi…”
Mektubu zarfına yerleştirip, önümde uzanan sabaha baktım. Az önce doldurduğum çayın rengini kutsadım, mektup hala parmaklarımın arasındayken...
Mey