Her insan
bir hikaye barındırır içinde ve o hikayenin karanlık bir yanı vardır, dedi. Sırlardan söz ettiğini düşündüm. Herkesin sırrı
vardır, ne var bunda demeye hazırlanıyordum ki, anlamış gibi;
Hayır, sır
ya da sır’lar değil, dedi. Sır hikayenin gri alanıdır. Yani en az bir bileni
vardır. Daha karanlık bir şeyden söz etmekte olduğunu böylelikle anladım. Bir yandan da bunu neden konuştuğumuzun merakı
içindeydim. Bekledim, nasılsa açık edecekti derdini.
O karanlığın
neden olduğunu da bilmez insan neye dair olduğunu da, diye sürdürdü sözlerini. Bilmez
ama hisseder orada bir yerde; elle tutulmaz, gözle görülmez bir dipsizlik
vardır. Vardır ve varlığı anlamsız gibidir. Bu hissediş deli eder insanı.
Konuşması sonlanmayacak
gibiydi. Beni asıl deli eden sensin, demek üzereydim. Ama bir şey beni
durdurdu. Tehlike sezdiğimde dururdum. Sezmiş olmalıyım.
Senin hikayenin
karanlığına dair sezilebilen, yalnızca çok şiddetli olduğu, dedi neden sonra. Hazırlıklı
ol, diye uyardım kendimi panikle. Muhtemelen karanlık noktayı sen de
bilmiyorsun; bilmediğindendir ki olabildiğince çok küçük hikayenin arasına
gizlemeye çalışıyorsun içgüdüsel olarak, diyerek susup bekledi.
Oradan kalkıp
uzaklaşmam gerektiğini biliyor ama kıpırdayamıyordum. Onun bekleyişi de gidip
gidemeyeceğimi görmek içindi besbelli. Gidemeyişime gülümsedikten sonra,
hafifçe bana doğru eğilip usulca batırdı dilinin ucundaki bıçağı.
Bir gün o
karanlığın neye dair olduğunu görmek istersen, yazdıkların arasında, dönüp ikinci
bir kez gözlerin dolmadan okuyamadığına bak, dedi.
Uzunca baktım
gözlerine. Sözünü ettiği hikayeye dair en ufak bir kuşkum olmadığını fark edebileceğini umursamadan, bakabildiğim kadar baktım gözlerine…
Mey
Masao Yamamoto