17 Ocak 2014 Cuma

Yok Bi'şey...

Yüzümün halini görür görmez oturduğu koltuktan fırladı. Ne oldu, diye sordu.
Yok bi’şey Benedictus’cum, dedim.  Her şey normalmiş, ben normalmişim gibi görünmek için epeyce uğraşmıştım halbuki.

Nasıl yok, diye itiraz edeceği kesindi. Etti. Yüzümü kitaplıktan yana dönüp, sahte bir neşe yaratabilmenin yollarını aradım. Kitaplıkta işe yarar bir şey yoktu. Omuz silktim.
Gerçekten bi’ şey olduğu yok, havalara sıkılıyorum. Kaç zaman oldu sis, soğuk; insanın içi sıkılıyor, dedim.

İnsanın içi havadan sıkılmaz, dedi tüm gerçekçiliğiyle. Bu hallerini sevdiğimi söyleyemezdim.

Hava senin umurunda değil, dedim. Varsa yoksa kitapların, tanrılaştırdığın doğa’n ve aklındaki düşüncelerin karmaşası. Bizler havalara sıkılabiliyoruz.

Benedictus, işin peşini bırakacak gibi değildi. Bakışlarından anlıyordum. Gerçekte olanı anlatabileceğimi ise hiç sanmıyordum. Kendimi artık anlamı kalmamış bir diyalogun anısına gülümserken, üstelik hiç de sahte olmayan bir neşeyle gülümserken yakalayıp, bu gülüş’e çok içerlediğimi söyleyemezdim. Söyleyemediğimi anlamış gibi bakmaya başladığını görünce panikle atıldım.

Yok bi’şey, dediğimde bir kez olsun inanamaz mısın Benedictus’cum, dedim. En azından inandığını düşünmemi sağlayamaz mısın?

Ondan olmayacak bir şey istediğimin farkındaydım. Var oluşunun doğasına aykırı bir şey. Umutsuzca baktım yüzüne. Yüzünde daha önce hiç rastlamadığım bir ifade ile yaklaştı. Elini göğsüne götürüp hafifçe vurdu. Ardından başımı kendine çekip, az önce işaret ettiği yere yasladı. Saçımdaki okşayışsız eli, başım göğsünde; her şey yoluna girecekmiş hissiyle orada öylece kaldım. İyi geldiğini söylemek isterdim. Bunu ikimizin de kaldıramayacağı gün gibi ortadaydı. Bunun yerine,  yok bi’şey dedim. O da yineledi:
Yok bi’şey…


Mey


                                             Arash Shadiafarin