3 Ocak 2014 Cuma

“ Kalbimiz Çoğu Zaman Yeterli ve Ürkek…”*

Hep aynı saatte mi geçiyor, diye sordu. Sesi şüphe doluydu. Kafa kafaya vermiş, bir pencere camından, sakınımlı bir biçimde dışarı bakıyorlardı. Evet, dedi beriki. Hep aynı saatte.  Beş buçuk, hiç şaşmaz. Kuşkulu olan saatine baktı. Beşi yirmi geçiyordu. Sokak henüz tenhaysa da birazdan kalabalıklaşırdı. Nereden geliyor peki, diye sordu yeniden. Kendinden emin olan yolun aşağısını işaret etti, sözü edilen her an görünebilir duygusuyla tetikte görünüyordu. Diğeri inanmazlıkla baktı işaret edilen yöne. Yolun yukarısını işaret etti. Bu yana mı geçiyor, diye sordu. Diğeri, başını sallayarak onay verdi. Giderek daha heyecanlı görünüyordu. Gözü, saatle beklenenin geleceği yön arasında mekik dokuyordu.

Bazen bir çanta asılı oluyor omzunda, bazen olmuyor, diye başladı söze. Kiminde yeşil bir anorak oluyor üzerinde – ki ben onu daha çok yakıştırıyorum – kiminde de kahverengi yün bir palto. Ama elleri hep cebinde, diyerek bitirdi anlatımını. Dinleyici, saklamaya çalışmadığı bir kuşkuyla baktı anlatana. Bu yana bakıyor mu, diye sordu. Bir şey diyor mu sana? Soru hoşuna gitmemişti anlatıcının. Pek değil, diye cevapladı isteksizce. Ama burada olduğumu biliyor. Beriki gözlerini kocaman açtı. Nasıl yani, diye sordu çıkışır gibi.

Omzunu silkti cevap yerine. Sorgulanma şeklinden hoşnut olmadığını belli eder bir bakış vardı gözlerinde. Biraz yürekli olsa, sen anlamazsın, diyecek gibiydi. Sesini çıkarmadı. Bunun yerine heyecanla anlatmayı sürdürdü. Anlamayacağını bildiğin birine anlatma arzusu duymanın ne denli can yakıcı olabileceğini düşünmüyor gibiydi. Canı yanıyordu bir yandan da. Keşke hiç söz etmeseydim, düşüncesi şöyle bir yoklayıp geçti zihnini. Ama biri bilmeliydi, değil mi?

Bana sorsa, hep o yeşil anorağı giysin derim, dedi. Pek yakışıyor. Omzuna astığı çantada ne taşıdığını merak ediyorum. Belki kitaptır, belki iştir. Neyse artık içindeki, ağır gibi. Omzu yana düşüyor hafifçe, dedi. Bu sırada gözü saate kayınca, gülümsedi. Pencere camına yasladı alnını. Her an, dedi. Her an görünebilir. Diğeri de, dikkat kesilmişti. Yanındakinin sevincini anlamaktan çok uzak ama merak içinde beklemeye başladı. Her allahın günü, ‘gaddar akşamüstlerinde’ kendisinin farkında olduğu şüpheli birinin sokağı boylu boyunca geçişini izlemenin acınası bir yanı var gibi geliyordu ona. Yanındakinin yüzünde tutku benzeri bir gölge gördü o sırada. ‘ Acınası’ sözcüğünü kullanmayı aklından geçirişinin daha acınası olup olmadığını düşünecek gibiydi. Ama yanındakinin pencere pervazına yaslanmış elinin bembeyaz kesildiğini görünce, o düşünce uçup gitti aklından.

Geliyor, diye fısıldadı bekleyen sevinçle. Geliyor bak, yeşil anorak var üstünde. Görünmekten sakınır gibi bedenini duvara yaslayıp, kafasını cama doğru uzatmıştı. Hani gelen başını yukarı kaldıracak olsa, aniden geriye çekilmeye hazır gibiydi.
Beklenen yaklaştı. Omuzunda kahverengi bir çanta asılıydı ve elleri ceplerindeydi. Sıradan bir adam, diye düşündü berikinin heyecanını yavaş yavaş kıskanmaya başlayan. Muhtemelen işinden evine giden, sıradan bir adam.  Çantası da omzunda, dedi arkadaşının heyecanını bölüşmek istediğini göstermek için. Gaddar- maddar, diye düşündü. En azından onun akşamüstleri var. Yanındakinin, sokaktan geçeni izlerken gözlerine dolan sevincin kendine de sirayet ettiğini fark edip, şaşırıyordu.
Belki bir gün yoluna çıkarım, dedi gözlerini adamdan ayırmadan sevinçli olan. 

Çantasının içinde ne olduğunu sorarım.

Bu fikir ikisini de gülümsetti. Bu esnada sokaktan geçişini izledikleri görüntü alanından çıkmaya çok yaklaşmıştı.

Yeşil anorağın ona çok yakıştığını da söyle, dedi içindeki kıskançlık duygusuna anlam veremeyen. Diğeri bakışlarını izlediği adamdan ayırmadan başını, olur, anlamında salladı. Yeşil anoraklı adam acelesiz adımlarla geçip gidiyordu…


Mey

* Turgut Uyar