Hep aynı
saatte mi geçiyor, diye sordu. Sesi şüphe doluydu. Kafa kafaya vermiş, bir
pencere camından, sakınımlı bir biçimde dışarı bakıyorlardı. Evet, dedi beriki.
Hep aynı saatte. Beş buçuk, hiç şaşmaz. Kuşkulu
olan saatine baktı. Beşi yirmi geçiyordu. Sokak henüz tenhaysa da birazdan
kalabalıklaşırdı. Nereden geliyor peki, diye sordu yeniden. Kendinden emin olan
yolun aşağısını işaret etti, sözü edilen her an görünebilir duygusuyla tetikte
görünüyordu. Diğeri inanmazlıkla baktı işaret edilen yöne. Yolun yukarısını
işaret etti. Bu yana mı geçiyor, diye sordu. Diğeri, başını sallayarak onay
verdi. Giderek daha heyecanlı görünüyordu. Gözü, saatle beklenenin geleceği yön
arasında mekik dokuyordu.
Bazen bir
çanta asılı oluyor omzunda, bazen olmuyor, diye başladı söze. Kiminde yeşil bir
anorak oluyor üzerinde – ki ben onu daha çok yakıştırıyorum – kiminde de
kahverengi yün bir palto. Ama elleri hep cebinde, diyerek bitirdi anlatımını. Dinleyici,
saklamaya çalışmadığı bir kuşkuyla baktı anlatana. Bu yana bakıyor mu, diye
sordu. Bir şey diyor mu sana? Soru hoşuna gitmemişti anlatıcının. Pek değil,
diye cevapladı isteksizce. Ama burada olduğumu biliyor. Beriki gözlerini
kocaman açtı. Nasıl yani, diye sordu çıkışır gibi.
Omzunu silkti
cevap yerine. Sorgulanma şeklinden hoşnut olmadığını belli eder bir bakış vardı
gözlerinde. Biraz yürekli olsa, sen anlamazsın, diyecek gibiydi. Sesini çıkarmadı.
Bunun yerine heyecanla anlatmayı sürdürdü. Anlamayacağını bildiğin birine
anlatma arzusu duymanın ne denli can yakıcı olabileceğini düşünmüyor gibiydi. Canı
yanıyordu bir yandan da. Keşke hiç söz etmeseydim, düşüncesi şöyle bir yoklayıp
geçti zihnini. Ama biri bilmeliydi, değil mi?
Bana sorsa,
hep o yeşil anorağı giysin derim, dedi. Pek yakışıyor. Omzuna astığı çantada ne
taşıdığını merak ediyorum. Belki kitaptır, belki iştir. Neyse artık içindeki,
ağır gibi. Omzu yana düşüyor hafifçe, dedi. Bu sırada gözü saate kayınca,
gülümsedi. Pencere camına yasladı alnını. Her an, dedi. Her an görünebilir. Diğeri
de, dikkat kesilmişti. Yanındakinin sevincini anlamaktan çok uzak ama merak
içinde beklemeye başladı. Her allahın günü, ‘gaddar akşamüstlerinde’ kendisinin
farkında olduğu şüpheli birinin sokağı boylu boyunca geçişini izlemenin acınası
bir yanı var gibi geliyordu ona. Yanındakinin yüzünde tutku benzeri bir gölge
gördü o sırada. ‘ Acınası’ sözcüğünü kullanmayı aklından geçirişinin daha
acınası olup olmadığını düşünecek gibiydi. Ama yanındakinin pencere pervazına
yaslanmış elinin bembeyaz kesildiğini görünce, o düşünce uçup gitti aklından.
Geliyor,
diye fısıldadı bekleyen sevinçle. Geliyor bak, yeşil anorak var üstünde. Görünmekten
sakınır gibi bedenini duvara yaslayıp, kafasını cama doğru uzatmıştı. Hani gelen
başını yukarı kaldıracak olsa, aniden geriye çekilmeye hazır gibiydi.
Beklenen yaklaştı.
Omuzunda kahverengi bir çanta asılıydı ve elleri ceplerindeydi. Sıradan bir
adam, diye düşündü berikinin heyecanını yavaş yavaş kıskanmaya başlayan. Muhtemelen
işinden evine giden, sıradan bir adam. Çantası
da omzunda, dedi arkadaşının heyecanını bölüşmek istediğini göstermek için. Gaddar-
maddar, diye düşündü. En azından onun akşamüstleri var. Yanındakinin, sokaktan
geçeni izlerken gözlerine dolan sevincin kendine de sirayet ettiğini fark edip,
şaşırıyordu.
Belki bir
gün yoluna çıkarım, dedi gözlerini adamdan ayırmadan sevinçli olan.
Çantasının içinde
ne olduğunu sorarım.
Bu fikir ikisini
de gülümsetti. Bu esnada sokaktan geçişini izledikleri görüntü alanından
çıkmaya çok yaklaşmıştı.
Yeşil
anorağın ona çok yakıştığını da söyle, dedi içindeki kıskançlık duygusuna anlam
veremeyen. Diğeri bakışlarını izlediği adamdan ayırmadan başını, olur,
anlamında salladı. Yeşil anoraklı adam acelesiz adımlarla geçip gidiyordu…
Mey
* Turgut Uyar