28 Mayıs 2014 Çarşamba

Öyküde…

Bir öyküyle bir araya geldiniz yani, diye sordum.  Çok anlaşılmaz bir şey değildi, yine de sordum. Şaşkınca baktığını görünce tespitin ya da sorunun hatalı olduğunu anlamıştım ya, o daha hızlı davranıp düzeltti:
Hayır, dedi. Öyküyle bir araya gelmedik; öyküde bir araya geldik.
Şaşırmanın adresi değişmişti. Sorar gibi baktım. Bir an durdu.  Nasıl anlatabileceğini düşünür gibi kaşlarını hafifçe çatmıştı.
Yeni bir öykü fikri dolanıyordu zihnimde, diye anlatmaya başladı. Metindeki karakterlerden biri için bir modele ihtiyacım vardı. Onu seçtim.
Ne demek onu seçtim, diye araya girdim. Güldü.
Bazen öyle yaparım, dedi.  Öyküye alacağım kişiyi gerçeklikten seçerim. Ama sadece gözlerimin önünde bir yüz belirsin diye, dedi çabuk çabuk. Soluklandı. İşte o yüz karakterin içini doldurmama yardım eder.
Sonra, diye sordum. İlgimi çekmeye başlamıştı anlattıkları.
Neden yaptım, bilmiyorum, dedi. Hiç yapmam oysa -  kendimi de ekledim bu kez öyküye. Anlattıklarını anlatmak hoşuna gitmiyormuş gibi bir tını yakaladım sesinde. Böylece o öyküde bir araya geldik ilk, diye devam etti.
Ne oldu peki, diye sordum.
Çok güzel oldu, dedi gülerek. Yani öykü güzeldi. Öyküde olmaktan, olmasından mutlu olmuştum. Kendimi neden durduracakmışım ki, hem kime ne zararı var diye düşünüp bir iki öyküye daha ekledim ikimizi.
Hikâyesi giderek enteresanlaşıyordu. Bir şey dersem, anlatmaktan vazgeçer korkumdan sessizce devam etmesini bekledim.
Ardından, diye sürdürdü. Bir, iki öykü oldu mu sana on, elli, yüz. İkimizi söz’ün içine hapsetmekle kalmayıp, bunu devasa bir tutkuya dönüştürdüğümü fark ettiğimde iş işten geçmişti. Beteri bir süre sonra fark etti. Karakter olanı değil, diyerek güldü. Sahicisi, benden çıkmış ne varsa içinde olduğunu anladı.
Ne yaptı anladığında, diye sordum kendimi tutamayarak.
Razı oldu, dedi.
Cidden mi, diye soruverdim inanmayarak. Başını salladı, yüzünde kendisinin bile bir öyküde anlatamayacağı bir tebessüm oluşmuştu.
Orada olmayı sevdi, dedi. Orada olmasını sevdim.
Bunun ne zararı var, sorum üzerine biraz düşündü.
Emin değilim, dedi. Ellerimle kurduğum bir haksızlık, bir olmazlığın tüm hayatımıza yayılmaya başladığından endişe ediyorum belki de. Düşündü. Emin değilim ama, dedi. Hiç olmayabilirim de.
Eee, dedim. Anlatmayı sürdürsün istiyordum.
E’si, dedi. İçine almadığım her öyküde kaybolup gidecekmiş gibi geldiğinden yazmak da oradaki varlığı da bir tür deliliğe dönüştü. Kendimi ve onu özgür bırakmam gerektiğini düşüncesini göz ardı ediyor, onun da bu deliliği bölüştüğüne ikna olmanın yollarını buluyordum.
Konuştunuz mu bundan, diye araya girdim.
Hayır, dedi. Tek kelime bile.
Sonra?
Sonra, dedi. Akıllanayım dedim.  Bizi reddedecek bir gerçekliğin varlığı ayandı. Kurtulsun istedim.
Ne yaptın, diye sordum. Merak, ikide bir araya girmeme neden oluyordu.
Çık dedim, diye cevap verdi.
Zor olmuştur, diye yorumladım. Başını salladı ‘zordu ‘ manasında.
Ne oldu?
Güldü. Güzel, ancak tanık olunarak anlamı kavranabilecek o gülüşlerdendi.
Çıkmadı, dedi. Çıkmayı reddetti.  Ondandır ki öykünün içindeyiz. Hep.
Tuhafmış, dedim duyduklarımın gerçekliğine pek ihtimal vermeden.
Öyle, diye yineledi. Tuhaf…


Mey



                               Betina la Pante