12 Şubat 2014 Çarşamba

“ Sabah Ayartması… ”*

Sabah iniyor, dedi bir ses. Uyan.  Kimin sesi? Yatakta bir kıpırtı. Kedi mi? Değil tabii. Gece kalmak istemiş, iç sesinin hayır çığlıklarına karşın, isteklinin gözlerindeki bir şey sessiz kalmasını sağlamıştı.  Konuğu, suskuyu onay kabul etmeye meyilliyle ikiletmemiş ve yerleşmişti uzandığı yere. Derhal uyumuştu. Uykuya dalışındaki hıza hayret ettiğini anımsıyor, bir de salondaki kanepeye mi geçsem acaba, fikrinin zihninde dolanıp durduğunu. Geçmemişti. Ama uyumamıştı da uzunca bir süre. Uykuya ortak bir başka insanın varlığı istenir değildi ona göre. Uyku yalnız eylenebilir bir şeydi ve bilinç senden çekilirken, yanında birinin olup olmamasının anlaşılır bir değeri yoktu. Gözlerini açmadan uykuyu beklediği saatler boyunca tek düşünebildiği, bu olana bir daha izin vermemesi gerektiğiydi. Sevmekten vazgeçildiği gibi sevişmekten de vazgeçilmeliydi belki. Bunu aklında tut, dedi uyku kendini dayatıp farkındalık yerini hafif uykuya bırakırken.

Kimse dünyayı iyi bir yerine getirmek için yeterince üzülemiyor çünkü biraz sonra yine karnı acıkıyor, diyen düşünürün rüyasına girmesi tesadüf olamazdı. Yine acıkacaksın, demişti alayla. Uyanmasını isteyen ses susmak bilmezken, gözleri sımsıkı kapalı rüyaya gülmek mümkün olmadı. Uyuyormuş gibi yapmayı sürdürecekti, birlikte yapılacak bir kahvaltıyı göze almayacaktı. Kıpırdamadı. Yanındaki kalktı. Banyoya geçtiğini işitti onun. Bunu fırsat bilip gözlerini açtı. Odanın dağınıklığını, başka birine ait kokuyu, bir yabancının hoş görülmeyen varlığının havaya yaydığı zerrecikleri aynı anda duyumsadı.  Ve banyodaki çıkmadan aceleyle rüyasına güldü. Tekrar gözlerini yumup, sokak kapısının kapanma sesini işitmeyi bekledi. Duyduğu mutfaktan gelen sesler olunca şaşkınlıkla doğruldu yatakta. Kahvaltı hazırlığına girişmiş olmalıydı. Açılıp kapanan buzdolabı, mutfak dolaplarının sesi, yetmezmiş gibi radyo ve müzik. Yatağa gömülüp yorganı kafasına çekti. Şimdi ne olacak, ne yapmalı sorularını duymazdan gelerek bekledi. Beklemediği ise yeni demlenmiş çayın yoldan çıkarıcı kokusuydu. Bir çaya tav mı olacaksın, sorusuyla uyardı kendini. Aklını başına al. Bu sırada mutfaktaki radyoda çalan şarkıya yüksek sesle eşlik etmeye başlayınca aynı anda gelen gülme ve ağlama isteğini ne yapacağını bilemedi. Öfkelenecek gibi olduysa da, mutfaktan yatak odasına yönelmiş ayak sesleri onu durdurdu. Gözlerini yumdu, soluğunu yavaşlattı, tetikte bekledi.

Çay demlendi, kahvaltı da hazır, dedi gelen. Haydi, uyan artık. Daha da ileri gidebilir, içine gömüldüğü yorganı üzerinden çekip alabilir korkusuyla kıpırdamadan yattı. Haydi, ama dedi tepesinde dikilen. Geçilen sınırları düşünüp iç çekti,  yorganı ve gözlerini açtı. Karşısındakinin gülümseyişini ve sabah neşesini gördü. Midesindeki kasılmaya aldırmamaya çalışarak baktı uzunca bu yüze.”  Sabah ki aklını çeler bir kuzgunun / Götürür ıssız bir sorumluluğa…” dizelerinin zihnine doluşuna daha çok şaşırdı. Bu sırada, günaydın diye şakıdı beriki. Ağzının içinde bir günaydın geveleyip yataktan kalktı. Banyoya yönelip, sabahları kahvaltı yapmam ben, dedi. Karşısındakinin itiraz edecekmiş gibi açılan ağzını görünce aceleyle ekledi. Ama çay içerim.

Soğuk suyu yüzüne çarparken, bunun bir anlamı yok, dedi kendine. Soğuk suyun canlandırıcı etkisiyle neşelenir gibi oldu. Tekrar etti. Bunun bir anlamı yok. Yoktu gerçekten de. Keşke olsaydı, arzusunun da bir anlamı olmadığı gibi yoktu...


Mey

* İsmet Özel

                                   Anthony Gormley