25 Şubat 2014 Salı

Gelmeyişine...

Artık zamanıdır, dedi. Başımı kaldırıp baktım.
Neyin zamanı Benedictus'cum, diye sordum. Zihninde belli bir sıra izleyen düşüncenin ortasından konuya girip, anlamamı beklemesine alışkınlığımdan sakindim.
Hoşça kal demenin, dedi. Üstüme alınacak bir şey görmediğimden heyecansız, kim bilir neye hoşça kal, diyecek diye düşündüm.
De o zaman Benedictus'cum, dedim. Denecek bir hoşça kal varsa uzatmanın alemi yok.
Güldü. Gülüşünü beğenmeyip işkillendim.
Ben değil, dedi usulca. Bakışları kimden söz ettiğini söylüyordu zaten. Ve neye veda etmem gerektiğini.
Anlamamış gibi bakabilirdim yüzüne - aklıma gelmedi değil -, itiraz edebilirdim - istiyordum da itirazı - susabilirdim ya da. 
Gelmedi ki, dedim düşündüklerimi yapmayıp. Gelmeyene veda edilir mi?
Gelmeyene deme sen de, dedi gülerek. Gülüşü vuracağı darbenin ağırlığını azaltmaya yönelmişti. İçimdeki burulma benden önce anlamıştı imayı. Zaman kazanmaya çalıştım.
Gelmeyene hoşça kal denmez, diye başladım söze. Benedictus atıldı:
Gelmeyişine denir!
Gözlerimi ellerime kilitledim, onun bakışları bendeydi. İçimde büyüyen öfkenin sesinin işitilebilir olduğunun farkındaydım. Ağzımı açsam, bir gelmeyişi sevmeyi öğrenmenin zorluğundan çok hayata eklediği beklenmedik o güzellikten dem vuracaktım. O gelmeyişi sevmeyi, anlamasını bekleyecektim. O ise anlamayacak, deliliğimle uzlaşmama kızacaktı. Anlamayışı umudun üstünü örtüp görünmez kılacaktı. Susmaya dayanabilirdim. Dayandım. Başımı kaldırdım, endişeli gözlerine baktım. Güldüm.
Çay mı içsek, diye sordum.. 
Zamanıdır, derken rahatlamış gibiydi.
Öyle, dedim. Tam zamanı...

Mey