14 Şubat 2014 Cuma

Aşk, Haz ve Biraz da Epiküros…

Ne çeviriyorsun sen yine, dediğini duyunca şaşkınlıkla başımı kaldırdım. Anlamamış bakışlarımı yüzüne dikip, kaşlarımı havalandırdım. Baktığının ötesini görmeye alışmış gözlerini yüzüme kuşkuyla dikmişti.
Neredeyse iki saat oldu, ağzından tek söz çıkmadı, diye haber verdi. Hayra alamet değil bu sessizlik, diyecekti. Yormadım.
Ne çevireceğim Benedictus’cum, dedim. Elimdeki kitabı havaya kaldırıp gösterdim. Çevirsem çevirsem sayfa çeviririm, dedim. Okuyorum.
İnanmazlıkla gülümsedi. Ne okuyorsun, diye sorması beklendikti. 
Kitabın kapağını, görebilsin diye,  yüzüne doğru yaklaştırdım. Yüzündeki buruşma tahmin edilebilirdi. Ağzını açmasına fırsat vermeden atıldım.
Karışma benim Epiküros’uma, dedim.  Aralarındaki çekişmede, açıkça değilse de, gönlünün Stoacılardan yana olduğunu bildiğimden, gelebilecek her türlü eleştiri hamlesini ketleyebileceğim düşüncesindeydim.
Böyle dönüp dönüp okunacak bir şey yok onda, bildirisinin saldırganca olduğu açıktı. Didişecek havada değildim. Susup bunu anlamasını umabilir ya da ona anlatabilirdim. O güne değin hiç dillendirmediğimi, bir çırpıda söyleyebilirdim. Kararsızlığımı fark etmişti, dayanamayacağım bilgisiyle sakince arkasına yaslanıp, bakışlarını üzerime dikti.
İkircikli bir dişleme ağzımda, düşündüm. Bunu ona anlatamazsın, diye uyardım kendimi. Anlamaz. Anlamadığı gibi, insani varlığın anlamadığı şeylere gösterdiği tepkiyi gösterir. Filozof filan ama yine de insan. Ağzını açma!
Sabrı yetmemiş olacak ki, nasılsa döküleceksin der gibi bakıp; dinliyorum, dedi.
Saçma bir şey Benedictus’cum, diye uyardım.
Saçma da dünyaya dâhil, diye atıldı. Merak ona böyle şeyler söyletiyordu bazen.
Nazlanmanın faydası yoktu. Anlatma fikri zihnimde belirmişti bir kez. Kitabı kapatıp dizlerimin üzerine yerleştirdim, soluklandım.
Epeyce eskiden, diye başladım söze. Uykularımın arasında “ Epiküros”  diye seslendiğim biri vardı hayatımda. Bedenimi, ruhumu ve zihnimi acıdan uzak kılan biri. Ne vakit onu özlesem işte böyle, diyerek elimdeki kitabı gösterdim.
Şaşkınlıkla açılan ağzı bir süre öyle kaldı. İşaret parmağımı ağzıma götürüp sus işareti yaptım. Yüz ifadesi bir duygu durumundan diğerine hızla geçtiğini gösteriyordu. Hayret, inanmazlık, kızgınlık, ne diyeceğini bilememe. Bir şey demesine fırsat vermeden atıldım.
Merak etme Benedictus’cum, dedim. Kimseye senin adını seslenip sarılmadım uyku arasında bu güne dek.
Çok rahatladım, diye yapıştırdı cevabı. Gülmemek için  kendini tutar gibiydi. Kızardın mı sen yoksa, diye sordu yumuşak bir sesle.
Elimdeki kitabı açıp yüzüme doğru kaldırırken, ne münasebet, dedim…


Mey



                                Michal Zahornacky