14 Nisan 2014 Pazartesi

Tıpkı Hayat Gibi...

Hayat fırsatlar denizi değil, bir anlam yaratma fırsatıdır, anlamı kimi sırların kapısını araladığınızda, kendi kapılarımızı yarattığımızda buluruz.
O belki de bir ressamın paletinden vuran ışıktır, bir şairin dizesidir.
Düş avlusuna doğru bir başına tutunduğunuz yakıcı rakstır.
Bir yığın insan onu "keşfetme" gibi abes bir meraka tutunur ve sonra sırf bu yüzden anlamsız bir hayat sürdürme telaşı başlar .

Zerdüşt bir şey keşfetti, einstein görecelilik teorisini keşfetti, einstein olmamıza gerek yok, ama kendi zerdüştünüz, hayyamınız olabilirsiniz; içimizdeki değerleri yeniden kurgulamalıyız, altüst etmeliyiz.
Geçmiş dinler, pasif tutumu benimsediler hep, oysa "anlam" orada bekliyordu, onu yaratacak özgürlük, enerji insanın elindeydi, o yüzdendir ki dinin bile yaratıcı unsurlar taşıması gerekiyor.

Uzun oruçlar tuttuğu için çevremizdeki kimi insanları överiz, katlandığı çileyi kutsarız, oysa önce onun "yaratıcılığını" öne çekmeliyiz, kimbilir belki adam ciddi bir mazoşistir! buz gibi soğukta çırıl çıplak oturmak neyi ifade eder? kainatın tüm hayvanları soğukta çıplak otururlar! onlar derviş mi olurlar?

Gerçek bir sufi, dünyaya olan, olabilecek pozitif katkısını durmaksızın sorgular, onlar aziz değil, sıradan insanlardır. Sessiz sedasızdırlar, gösterişsizdirler, ekvator bitkileri gibi kendi yalnızlıklarında kendi üzerlerine kapanırlar, ışığı kapatmazlar, perdeyi indirmezler, dünyaya hangi güzelliği katarlar ona bakarlar.

Bir insan şiir yazdığı zaman, resim yarattığı zaman, güzel bir heykel, senfoni ürettiğinde, sağlam kurguyla bir öykü veya roman yazdığında o insanı işaretlemeliyiz, hatta çevresine sıkı bir sevgi çemberi ördüğü zaman onu içselleştirmeliyiz, "sevgi mızmızcıları"nın en çok kimlerin ekmeğine yağ sürdüklerini de biliyoruz, insanı insan yapan, verdiği güven duygusudur, her gün bahçesindeki gülleri sizin için sulayan, budayan bir bahçıvanı övün, korkmayın, çoğalan siz olacaksınız.

İşte: "anlam" önyargısız, koşulsuz yaratılmalıdır, bildiklerimizi, okuduklarımızı bir kenara bırakalım, hayatımıza yeni renkler katalım, emin olun hafızanıza kazındığınız tüm renkler canlanacak, parlayacak yeniden.
Felsefe, şiir, resim, bilim, bilgi yükü, dünyanın en güzel yükü, ama sürekli bu yükle yol alınmaz. Bunlar içinde kaybolma tehlikesi de var.
Beynimiz çöp sepetine döner, zihnimiz sıcak çorbaya! ara sıra boşaltılmış bir zihin gerekiyor hepimize, boş bir zihin emin olun iblisin yuva kuracağı yer olamaz, boş bir zihin tüm güzelliklere en yakın adrestir.
Bilginin toplandığı, depolandığı yerde yaratıcılık uçar gider, insanı tüm olayların, fikirlerin sade bir izleyicisi duruma getirmek, birilerinin değirmenine sürekli su taşıtmaktır, çevremizdeki çoğu insan, sıradan bir "izleyici" durumunda, ne yazık.
Küçük bir azınlık kala kaldı ortalıkta sersefil! bu küçük azınlık "eylem" ve "tefekküre" dalmış, ya geri kalanlar?
Onlar futbol izlerler, incil, tevrat , kuran okurlar (işin tefekkür yönü es geçilir), avesta'yı hatm ederler, gazete okurlar, tüm seyirlik oyunları izlerler, izlerler, katılım söz konusu değil, yaratıcılık? asla! anlam aralama? haşa! ya sonra?
Ardından "geç kalmışlık" epistemolojisi ile yüzleşiriz, alkol'un kaşifi olan ünlü düşünür razi, yığınla bilimsel el yazma eser yazar. Zamanın halifesi, o kitapları bu büyük alim, arif ‘in başına vura vura onu kör eder nihayet! çünkü o "sıradan" bir okur değildi, anlam peşindeydi, kuran'da yer alan "ikre": oku ! emir fiilini o da okudu! ama yüreğinden fışkıran bilim meşalesinin ışığıyla okudu, hayyam da aynı okulun öğrencisiydi, ve gün gelir imam gazali'nin üstadı olur, onu eğitir ve bir öğrencinin üstadına karşı takındığı vefasızlığı görür, gazali ona ihanet eder.

Evet, daha önce de üzerinde durduğum oldu: anlam, zenginliğin yan ürünüdür aslında; bu zenginlik, parasal ölçüm değil, başka bir evrenin sunduğu zenginliktir.

Bizim işimiz, sohrab sepehri'nin dediği gibi "kırmızı gülün sırrını aralamak değil", bir buharlı gemiden gölün tarih ocağına odaklanmaktır, ateşle raks eden yüreğine bakmaktır.
Ve o kırmızı gülün güzelliğinde yüzmektir ve yaşamın cansız, durağan bir törene dönüşmesine izin vermemektir. Keza açıklanmayan "anlar" denizi olmasına izin vermemektir, bırakalım duyugular soluklansın ve bazı şeyler gizemli kalsın: tıpkı hayatın kendisi gibi.
Polonius şöyle haykırmıştı: "kendi özüne sadık kal!".
Okuduğum, bildiğim hiçbir ahlak teorisinde veya uygulamasında, sanatta, edebiyatta olduğundan daha açık ve daha iyi ortaya konmamıştır.
Cezanne'nın ifadesiyle, "gerçekleştirilmiş" bir yapıtta (edebiyat veya plastik sanatlar ekseninde) hiçbir şey araç değildir, her şeyin bir etkisi vardır, her şey organik bir varlık gelmiş bütünün gerekli parçasıdır. Cezanne endişesi (gerçekleştirilmiş) nerde bitip diğer bazı endişelerin nerede başladığını yalnız edebiyatçı, sanatçı değil, sanat, edebiyat "edeb"i almış kimselerin de çoğu bilir, anlar.
Aldatmacalardan,"oyunlardan" tiyatro suniliğinden, "numara"dan duygularla derin ve dayanıklı bir sanat, edebiyat yapıtı ortaya çıkmaz.
Sanat ve edebiyatta, endişelerle, ıstıraplarla, gayelerle "araçları", davranışları ve söylenenlerle söyleyiş üslubunu birbirinden ayırmak çok mümkün görünmüyor.
Yaşamı nasıl açıklıyorsan, nasıl sarmalıyorsan, sanatın da o olmalı.
Leonardo da vinci'yi de dinlemeyin: "hayat kısa, sanat uzunmuş!" hayat ve sanata kim yeni bir yanıt verebiliyorsa, ona değer verin, ortada doğru cevap olmayabilir, doğru ve yanlış yanıt kategorisi özünde yanlıştır.
"önce cevapsız olmayalım" der, bezmi  aleme rebab olmadan sessizce aradan çekilirim, sessizliktir desturumuz.


Cavid Mukaddes

*kaynakca:

(*) kaynakça:
Zerdüşt-avesta (gatalar)
Osho-yaratıcılık

Cey sanat dergisi-cavit mukaddes (editoryal yazı) 



                                            A. Tarkovsky