2 Nisan 2014 Çarşamba

Bulunmuş Mektuplar / Yanılgı…

Mektuplar evime, at pazarından satın aldığım eski bir komedinin çekmecesinde geldi. Hiç açılmamış zarfları gördüğümde, birinin okumak istemediği mektupları buraya atıp unuttuğunu düşündüm.  Her birinin başka kişilerden bambaşka kişilere gönderilmiş mektuplar olduğunu fark ettiğimde merak dayanılmaz hale gelmişti. Çekmeceleri temizleme işini bir yana bırakıp elime gelen ilk zarfı açtım. Kim vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin tarafından yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü hazzı…
“ 
Uykuya dalmadan az önceydi. Yanıldığını kabul etmekte zarar yok’a ikna olmuş gibiydim. Bedelini ikimizin de ödediği o ilk büyük yanılgının sahibi olduğumu sana söyleme kararının huzuruyla yummuştum gözlerimi. Ardından, ancak uyandıktan sonra bir rüya olduğunu fark edeceğim ve diğerlerine yaptığım gibi hemen unutmayacağım bir rüyanın içindeydim. Deniz vardı. Uzakta ama ulaşılabilir görünüyordu. Hiç görmediğim türde mavisiyle beni kendine çeken; ona doğru yürüyüşümü şenlikli bir yolculuğa dönüştüren ama ilerlememe izin vermeyen bir deniz. Hayır, deniz uzaklaşmıyordu. Attığım onca adıma karşın ben ilerlemiyor, ilerliyormuş hissinin sevincini duyuyordum yalnızca. Derken deniz bitti ya da yürüyüşüm sona erdi. Şimdi bir bahçedeydim. Ağaçları, ağaç dallarındaki meyveleri, böcekleri, çiçekleri, kelebekleri ile bildik bir bahçe. Önümde onlarca boş saksı ve toprak yığını duruyordu. Rüyanın onlarla ne yapmamı istediğini sezer gibiydim ama ortalıkta saksılara dikilecek çiçek ya da benzeri bir şey yoktu. O saksıları ortada görünmeyen çiçeklerle bezemenin marazi göründüğü kadar hayati de olduğunu nereden bildiğimi bilmiyorum. Ardından rüyaya boyun eğdiğimi biliyorum sadece. Büyük bir hızla saksılara toprak doldurduğumu ve daha önce orada olmayan çiçekleri, çok önemli bir şey buna bağlıymış gibi saksılara yerleştirdiğimi görüyorum. Bu işi yapışımdaki acele, ellerimden daha hızlı çalışan zihnimin bir sonraki saksı için düşlediğim çiçeğin yanı başımda belirmesini sağlayışı, aylara yayılan eylemsizliğin içimde büyüyen sıkıntısını yok ettiğinden kendimi mutlu hissediyorum onca yorgunluğa rağmen. Sonra? Sonra rüya bitti veya uyandım. Bir rüyanın uyanışın ardından da canlılığını koruyuşunun hazzıyla oturdum bir süre yatağın içinde. Rüyaların bir dolu sembolden oluştuğunu söyleyenlerden haberdardım. Denizin, varamayışın, boş saksıların, toprak yığının acı çikolatayı andıran renginin ve zihnimin var kıldığı çiçeklerin neyi ifade ettiğini merak etmedim. Aklımda sana söylemek vardı, o büyük yanılgıdan söz etmek.

Masanın başına oturur oturmaz – gidişatı planlanın dışına çıkaran o tuhaf rastlantılardan biriydi- fark ettim ki, yanılan yalnızca ben değilmişim. İki kişi için bile büyük sayılabilecek o bedel şuracıkta duruyor işte. Yanıldım ve yanılıyorsun. Çok hem de… “

Mektubu usulca zarfına yerleştirdim. Anlaşılır şeyler söylemiyordu ve aklım uzaklaşmayan ve yakınlaşmayan, o mavisi değişik denize takılı kalmıştı…

Mey