26 Mart 2014 Çarşamba

Edebiyat ve Devrim...

Yaşayan bir edebiyat saatini düne ya da bu güne göre değil, yarına göre ayarlar. O, seren direğine çıkmış bir gemici gibidir: direğin tepesinden batan gemileri, buzdağlarını ve yaklaşan fırtınaları görürü; güvertedekiler ise bunlardan habersizdir.

Fırtınalı havada gözcüye gerek vardır. Ve şu anda hava fırtınalı; dört bir yandan imdat çağrıları geliyor. Daha dün, bir yazar güvertede sakin sakin dolaşıp manzara resimleri çekebiliyordu; ama dünya kırk beş derece yan yatmışken, yeşil dalgalar bizi yutmaya hazırlanır, geminin gövdesi de çatırdarken kim ister manzara resimlerine bakmayı! Bu gün bizler ancak ölümle? Eğer yeniden baştan başlayabilseydik nasıl, neyle yaşardık? Ve ne için? Bu gün edebiyatta bize gereken, seren direğinin tepesinden, uçaklardan görünen dev felsefi ufuklardır; bize gereken en nihai, en korkunç ve en korkusuz ‘neden’ler ve ‘sonra ne olacak’lardır.

Gerçekten canlı olan, hiçbir şey karşısında duraksamaz ve ‘çocukça’ sorulara hiçbir şeye aldırmadan cevap arar. Cevaplar yanlış olsun, felsefe hatalı olsun, ne çıkar – hatalar, doğrulardan daha değerlidir; doğru makineye aittir, hata canlıdır; doğru güvence verir, hata ise rahatsız eder. Ve eğer cevaplarımız ulaşılması imkânsız şeylerse daha da iyi! Cevabı belli sorularla uğraşmak, beyinleri inek işkembesi gibi kurulmuşa benzeyen insanlara özgüdür-  ve biliriz ki işkembe ancak geviş getirmeye yarar.

Eğer doğada sabit şeyler, sabit gerçekler olsaydı, tüm bunlar yanlış olurdu. Ama şükür ki gerçekler hatalıdır. Diyalektik sürecin özü tam da budur. Bu günün doğruları yarının yanlışlarıdır; en son sayı yoktur.

Devrim her yerde, her şeydedir. Sınırsızdır. En son devrim, en son sayı yoktur.


Yevgeni Zamyatin

Edebiyat, Devrim, Entropi ve Başka Meseleler adlı makaleden..