24 Mart 2014 Pazartesi

Bulunmuş Mektuplar / Sıkıca..

Bir çanta dolusu mektubun çıkagelmesi mucizeviydi. Elimi sokup birkaç tanesini çıkarınca gördüm hiç açılmamış olduklarını. Farklı isim ve adreslere gönderilmiş veya gönderilmemiş – hala emin değilim hangisi olduğundan –  onlarca mektup. Elime gelen ilk zarfı, hakkım olmadığını bilerek, açtığımda düzgün bir el yazısıyla özenle yazılmış birkaç satırın çantanın sahibini arama fikrini hiçlediğini itiraf ederim. Çantayı kaptığım gibi eve koştum. Kim vazgeçebilirdi ki o kime ve kimin tarafından yazıldığı belirsiz birkaç cümlenin verdiği büyülü hazzı…


 " Merhaba yine,*

Onayını bekleyemedim. Bu seni kızdırıyor mu?

Üşümem geçti. Bunu Tolstoy’a ve Anna Karenina’ya borçluyuz. Günlerimin ve gecelerimin büyük bir bölümünü işgal eden bu harika ikili bana üşüdüğümü unutturdular.

Tolstoy bende açıklayamadığım iki farklı duygunun oluşmasına neden oluyormuş meğerse. Bunu yeni yeni anlıyorum; ondaki sanatçıyı severken, vaizden ise inanılmaz ölçüde sıkılıyorum. Ama sonra fark ediyorum ki, Tolstoy bir bütün. Sanatçı Tolstoy ile vaiz Tolstoy’u birbirinden ayırmak neredeyse olanaksız. Olduğu gibi kabul etmekten başka çare yok, vazgeçemiyorsan eğer.

Bir öykü duydum: Yaşlılığında, kasvetli birg ün, roman yazmaktan vazgeçişinden yıllar sonra, eline rastgele bir kitap almış, ortasından okumaya başlamış, çok hoşlanmış romandan. Sonra adına bakayım demiş ve görmüş ki; Anna Karenina, yazan ise Lev Nikolayaviç Tolstoy. Gülümsetti beni bu hikaye. Biz de zaman zaman kimi hikayelerin, tarafımızdan yazıldığını unutuveriyor, arkamızı dönüveriyoruz sanki. Gerçi ben artık sırtımı dönmek yerine alay ediyorum hikayelerimle; ama alay duygu yüküne zarar vermez, tam tersine dokunaklılığını artırır, diyor Flaubert. Kesinlikle haklı.

Pozzo’nun inadına sahip olduğuma artık neredeyse eminim. Anna Karenina’yı okurken ve tolstoy’la kavgamı sürdürürken görmelisin beni. Küfür, kavga gırla. En çok Vronski ile kavgalıyım. Bu ortalama zekada, küt adamın Anna’yı kesinlikle hak etmediğini düşünürken bir yandan da bunları okurken iyice delirdiğime kanaat getireceğini düşünüp zevkleniyorum.

Dil  insanın derisidir, demişler ya; işte o dil, zamanla rengini alır yapıştığı bedenin. Ne renksen, dilin de o renk. Düşünüyorum da bir zaman nasıl da rengârenktik. Şimdi o renkler, uzak bir anı gibi kokuyor sadece. Koku da şiddetini yitiriyor giderek. Siyah ve beyaz’a sahip kalabilirsek, eh bu da bir şeydir, deyip tevekkülün rahatlatıcılığına sığınabiliriz. O Japon ninnisindeki gibi.


                                       “ böyledir yaşam
                                         Düşersin yedi kez
                                         Kalkarsız sekiz kez”

Neyse, her neyse.

Aklıma gelmişken Anna Karenina’nın kocasına da Karenina diye seslenmenin çok abes bir şey olduğunu öğrendim. Çünkü Rusçada sonu sessiz harfle biten bir soyadı(hal takısı alamayacak bazı adlar dışında) eğer bir kadını gösteriyorsa sonuna “ a” alırmış. Erkekler söz konusu  olduğunda bu uygulama abesle iştigal yani. Ona karenin, demeliyiz unutma, bay karenin.

Tolstoy’la ilgili bir keşfim daha var sana söylemeden edemeyeceğim. Onun, yaşamı çok hoşa gidecek bir biçimde, tastamam, biz insanoğullarının zaman duygusuna denk düşecek biçimde canlandırmanın bir yolunu bulduğunu ve bunu yapabilen başka bir yazar tanımadığımı. Saati benim saatimle aynı giden bildiğim tek yazar. Senin bildiğin biri var mı?

Aslında Levin’den de söz etmek istiyordum ama seni bunaltmaktan, boğmaktan korkarım.

Boğulduğunu söylediğin geceden bu yana, neredeyse vicdan azabı denilebilecek bir duyguyla boğuşurken, gözlerimin önünde canlanan; gecenin bir vakti birasını kafaya dikip, bilgisayarının karşısında oturmuş bir adam oluyor. Daralıyor olduğun fikri bana Bodur minareden öte’yi  düşündürüyor; hemen hepsi, kesin sınırlarla kuşatılmış dar dünyaların, bu dünyalar içinde daralan insanların hikayelerinin anlatıldığı o şaheseri işte. Bir başka dünyanın hayalinin asılı kaldığı yaşamdan çok uzakta, daraldıkça daralmak. Bu fikirle ben de aynı daralmayı hissediyorum neredeyse.

Onayını bekleyemedim. Buna kızıyor musun?

Kızma.

“ Seni hiç tutmamış olduğum için, sıkı sıkı tutuyorum seni” sadece…"


Mektubu zarfına usulca yerleştirip, Vronski’ye sövüyorum nedenini bilmeden…


Mey

* mektubu oluşturan metin sivil sözlük girdilerinden kolajlanmıştır…



                                                Man Ray