Epeydir aklıma takılıyor Benedictus’cum, diye dalıveriyorum
söze.
Girişe ihtiyaç duymayan sorularıma şimdiye dek alışmış
olması gerekirken her seferinde aynı tepkiyi veriyor: Hızla kalkan baş, soruyu
soran bakışlar ve temkinli bir bekleyiş.
Ne, diye soruyor.
Sorudaki kısa netliğin işaret ettiği tahammülsüzlük ve sabırsızlık
dikkatimden kaçmıyor. Ama aldırmıyorum da.
Sence, diyorum. Kartezyenci haklı mıydı? Düşündüğüm için mi
var’ım yoksa var olduğum için mi düşünüyorum.
Gözlerindeki ateşe hazırlıklıyım. Sesindekine de.
Niye soruyorsun şimdi bunu, diyor çabuk çabuk. Düşünce ve
varlık birbirine indirgenemeyen iki ayrı cevher değil düşüncemde ki, bunu
pekâlâ biliyorsun, biri diğerinin nedeni olsun.
Celallenme hemen, diye atılıyorum. Sakinlesin istiyorum ama
olacak gibi değil.
Sen asıl derdini söyle, diye karşılıyor. Öfke beni de sarıyor. Dalaştı dalaşacak
köpekler gibi bakıyoruz birbirimize. Sormaz olaydım, diye küfrediyorum içimden.
Çıktığın yoldan dönmek olmaz, kaypaklık etme, diyen içimde hala bana inanmaya
devam eden o iyimser ses oluyor. Huyuna gidiyorum. Hem sesin hem Benedictus’un.
Şimdi bir mesele var Benedictus’cum, diyorum. Ondan sordumdu.
Onun da içinde sükûnet davet edici bir ses barınıyor olmalı
ki, bakışları yumuşuyor.
Çıkar, diyor.
Baklayı değil mi, diyerek gülüyorum. Durup biraz
düşünüyorum: Nasıl anlatmalı?
Yanılgı, diyorum yol bulamayınca direkt. Beni çevreleyen bu büyük yanılgıyı mümkün
kılan düşüncem mi yoksa var oluşum mu sence, ne diyorsun?
Önce anlamaz bakıyor. Sonra kocaman bir gülüş yayılıyor
yüzüne.
Senin durumunda, diyor. Yanılgı onlardan birini; belki de
ikisini birden mümkün kılıyor.
Dalaşa hazırlanan köpek yeniden peyda olurken içimde,
dişlerimin arasından;
O halde, diyorum. Dubito ergo sum!
Kahkahasının arasında, sen bilirsin, dediğini duyuyor; daha
fazla diş mi göstersem yoksa direkt
ısırsam mı, bilemiyorum…
Mey
Luigi Poiagh