Değişim zamanı. Gece, göğü güne devrediyor. Uyandı. Gece mi
yoksa sabah mı, bilemedi ilkin. Uyuyor mu yoksa uyanık mı, ondan da emin
olamadı. Bir çarpıntı hissi ile daraldı nefesi.
Bileğindeki damara kendiliğinden gitti parmakları – hani kimileyin hala
yaşıyor muyum merakıyla yaptığı gibi – nabzını hissetmeye çalıştı. Atıyor işte
sakince, orada. Çarpıntı peki, burada değilse nerede? Usulca kalktı yataktan,
kedi de peşinden. Göğe indi inecek aydınlık henüz eve sirayet etmemişti. El yordamıyla
ilerledi karanlık koridorda.
Balkon camını aralarken zorlandı her zamanki gibi. Tek kanat
yeter sanmıştı. Yetmedi. İki kanat daha açtı. Ürperdi bedenine çarpan
serinlikten, hoşuna da gitti öte yandan. Çarpıntıyı bir an için duymaz oldu. Durdu
dinledi. Yine. Güçlü hem de. Ayaklarının
dibine yerleşmiş kediye baktı sorar gibi. Cevap var mı yok mu, bulamadan küçük
bir esinti yalayınca yüzünü dışarı çevirdi bakışlarını yeniden. Bahçeyi
sonlandıran duvarın hemen önündeki cılız ağaçların kıpırdayan yapraklarına
baktı. Duvarın üzerinde yürüyen tekiri o zaman gördü. Gözlerini görmeye çalışmak, cevabı
bir kedinin gözlerinde aramak kadar anlamsız bir çaba olacaktı. Yeltenmedi. Duvara takılı kalmış gözleri, takıldığı yerin
hemen ardında uzanan tepelere yönelmeyi reddediyordu. Bunca şiddetli atan /
çarpan bir şeyin o kadar uzakta olamayacağını gerekçe gösterebilirdi gerekirse.
Yeterince merak etmiyorsun ithamına hazırlıklıydı: yeterince cesur değilim.
Tepenin sağ yanına baksa, açlık ve susuzluktan düşmüş
bedenler görecekti. Kuş mu onlar yoksa, sorusu ha kuş ha çocuk çıkışmasıyla
dilinin ucunda donacaktı. Görmemek için hemen yumduğu gözlerinin önünden
gitmeyecekti o küçük bedenlerin arasında dolaşan yılan. Duvarın griliğinin
güvenliğine yerleştikçe yerleşti bakışları.
Çünkü başını sola çevirse, yeryüzünün üstüne yıkıldığı kara
suratlı adamların sessiz çığlıklarını işitecekti. Nefes alamıyorum, diyecekti
soluğu içinde olması gerektiği gibi gidip gelirken. Yazmalarını, acıyı açık
etmesin için, ağzına kapatmış kadınların iki büklüm olmuş bedenlerini görünür
kılan o sabahın, aydınlığından şüpheye düşecekti. O yana da bakmadı.
Az ileriye de bakmadı. Bakmasına gerek yoktu. Gökyüzünden yağan
kötülüğün sesi, hayatın arka planına yerleşeli çok oluyordu. Şiddeti giderek
artan şiddete uyum sağlanmışlığından artık işitilmez olan çığlıklar da değildi
çarpıp duran.
Yeniden kendi nabzına yöneldi parmakları. İyi işte
yaşıyorsun, dedi. Sakince damarlarına vuruyor kalbindeki dirim. Rahatlamadı. Sigara
düştü aklına. Ocakta yaktı sigarasını. Aceleyle döndü yerine. Duvarına. Zihnine
inşa ettiği duvarların arasından sızıp düşünülebilir, anımsanabilir alana
çıkmaya çabalayan ezasının tırnaklarını işitir gibi oldu sigaranın ilk
nefesinde. Rahat dur, diye fısıldadı. Bak bir şey atıyor. Ama ne?
Şafak.
Nabız gibi…
Mey
* A. İlhan
Dariusz Kimczak