15 Eylül 2017 Cuma

Sözceleme…

Söz çoktan hazırdı. Döküleceği ağzın hazır olduğu şüpheliydi; asıl şüphe ise işitecek kulağa yönelikti. Muhtemelen hazır değillerdi. Ne ağız ne de kulak.

Ama söz hazırdı ve çoğalıyordu. İlkin bir iki küçük cümle. Neresinden baksan üç sözcüğü aşmayacak cümlecikler. Ardından, bir cümlenin alabileceği sözcük sayısına dair şaşkınlığı körükleyecek denli çoğalmaya başladılar. Kiminin süsü püsü yerindeydi, kimi gücünü sadeliğinden alıyordu. Kiminin güveni yoktu yaratacağı etkiye, kimisi de sabırsızca akma telaşında. Çıkacakları ağızda hem titreyiş hem büyükçe bir tereddüt hem de zorlayıcı bir kıpırtı halindeydiler. Zihnin hesaplamalarının ürünü olanlar biraz daha ağırbaşlı, temkinli görünüyorlardı. Asıl sorun kalbin dayatması sonucunda varlık bulmuş olanlardı. İşte onlar yatağı yeterince hızlı akmaya izin vermezse bir yol bulup akmaya kararlı nehirler gibiydiler. Ağzı sımsıkı kapalı kalma durumunda bırakıyordu bazen bu inatları. Henüz hazır değil; ne ağız ne kulak, dense de dinlemek istemiyorlardı.  Bekleyiş bir bendi zorlayan suya dönüşmelerine neden oluyordu. Akmaya meyilli bir suyu durdurabilecek bir bent olmadığını ağız biliyordu, kulağın öğrenmesine ramak kalmıştı.

Sese dönüşmeye meyletmiş söz çoktan hazırdı. Ağız değil, kulak da. Yatağımızda akmak zorunda değiliz fikri kimden çıktı bilinmiyor. Bir ağıza ve kulağa ihtiyacımız yok inancı çok hızlı yayıldı çoktan hazır olan söz güruhunun arasında.  Birinin diğerine şöyle dediği işitiliyordu: birkaç parmak ve o parmaklardan çıkanın üzerinde dolaşacak bir çift göz de yeter. Şimdilik, tamamlamasının kimden geldiği konusu hala çok net değil…





Mey