Söz çoktan hazırdı. Döküleceği ağzın hazır olduğu
şüpheliydi; asıl şüphe ise işitecek kulağa yönelikti. Muhtemelen hazır
değillerdi. Ne ağız ne de kulak.
Ama söz hazırdı ve çoğalıyordu. İlkin bir iki küçük cümle.
Neresinden baksan üç sözcüğü aşmayacak cümlecikler. Ardından, bir cümlenin
alabileceği sözcük sayısına dair şaşkınlığı körükleyecek denli çoğalmaya
başladılar. Kiminin süsü püsü yerindeydi, kimi gücünü sadeliğinden alıyordu.
Kiminin güveni yoktu yaratacağı etkiye, kimisi de sabırsızca akma telaşında.
Çıkacakları ağızda hem titreyiş hem büyükçe bir tereddüt hem de zorlayıcı bir
kıpırtı halindeydiler. Zihnin hesaplamalarının ürünü olanlar biraz daha
ağırbaşlı, temkinli görünüyorlardı. Asıl sorun kalbin dayatması sonucunda
varlık bulmuş olanlardı. İşte onlar yatağı yeterince hızlı akmaya izin vermezse
bir yol bulup akmaya kararlı nehirler gibiydiler. Ağzı sımsıkı kapalı kalma
durumunda bırakıyordu bazen bu inatları. Henüz hazır değil; ne ağız ne kulak,
dense de dinlemek istemiyorlardı. Bekleyiş
bir bendi zorlayan suya dönüşmelerine neden oluyordu. Akmaya meyilli bir suyu
durdurabilecek bir bent olmadığını ağız biliyordu, kulağın öğrenmesine ramak
kalmıştı.
Sese dönüşmeye meyletmiş söz çoktan hazırdı. Ağız değil,
kulak da. Yatağımızda akmak zorunda değiliz fikri kimden çıktı bilinmiyor. Bir
ağıza ve kulağa ihtiyacımız yok inancı çok hızlı yayıldı çoktan hazır olan söz
güruhunun arasında. Birinin diğerine
şöyle dediği işitiliyordu: birkaç parmak ve o parmaklardan çıkanın üzerinde
dolaşacak bir çift göz de yeter. Şimdilik, tamamlamasının kimden geldiği konusu
hala çok net değil…