13 Eylül 2017 Çarşamba

Lapsus

Uzun, upuzun bir mektuptu niyeti. En baştan, her şeyi, ama ne varsa, olan biten her şeyi anlatma arzusunun yakıcılığı dolanıyordu ayağına gündeliğin kalabalığı arasında. Öte yandan anlatma çabasının saçma olduğunu biliyordu. Anlaşılırın yazılmasına ihtiyaç yoktu; anlaşılmazlığı ise yazmaya kalkmak naçardı. Biliyordu. Yine de arzu… Arzu yakasını bırakmıyordu.

Arzu. Kendi kendinin düşmanı arzu. Çünkü bir arzu, tatmin edilmediği sürece gücünü koruyabilir. Bunun farkında. Doyumun ardından, vakit kaybetmeksizin, onun daha önce hiç var olmamış gibi yokluğa karışacağını bildiği gibi, biliyor. Bilmenin faydası yok. Bilgi ve eyleyebilirlik denk düşmüyor söz konusu o şiddetli isteme olunca. Ona dair düşünmenin faydasızlığı ortada. Durdurmaya çalışmanın da.

Yazılmasa, söylenmese, sorulmasa da olurlu bir hayat istemek şımarıkçaydı ya, bu olmazlar ülkesinde de dinmeyen fırtınadan göz gözü görmüyordu. Görmeye ihtiyacın yok, diye avutuyordu kendini. Yeterince görmüştü. Bilmek ise hepten yalandı.

Uzun, upuzun bir mektup fikrini uzunca düşündü; buna soyunmak da soyunmamak da içinin don tutmuşluğunun önüne geçmeyecek gibi geliyordu ona. Öyleyse bu arzu niye? Kendini dinlemeyi bıraktığında anladı. Mektup zamana ekleyeceği bir kurma kolu olacaktı; zamanın kurma kolu: pişmanlık anlarının ütopyası. Kolu çevire çevire olmuşu olmamış kılmanın mümkün olacağına inançtı mektubu dayatan. Arzuyu besleyen bencilliğiydi. Bununla yüzleşmeyi erteledi; belki o yüzleşme anı hiç gelmezdi. Bunun adına da umut deniyordu.

Mektuba özenle hazırladı kendini. Doğru sözcükleri seçemeyebileceğine ilişkin gereksiz korkuyu yatıştırdı. Anla artık, diye söylendi kendine paylarcasına. Doğru söz yoktur. Bilerek ya da bilmeyerek söz salt sözlerden ibarettir, gerçekliği ifade iddiasının gücü işitenin inanma arzusuyla beslenir. Anla, dedi. Artık anla.

Bulduğu zarfa mektubun adresini yazdı. Sonra kâğıdı çekti önüne. Boş kâğıda baktı uzunca. En baştan, diye mırıldandı. Her şeyi, ama ne varsa, her şeyi anlatmayı başaracak sözcükleri düşündü. Günlerdir kurgulamakta olduğu giriş cümlelerini anımsamaya çalıştı. Olan bitene giriş, bitmeyen ve olmayana gelişme, sonlanmayacak gibi görünene son’u anlaşılabilir kılacak o cümleleri tekrar tekrar geçirdi zihninden. Sıralamayı tersine çevirmeyi düşündüyse de vazgeçti. Sonunda kalemi eline aldı ve yazdı.

Mektup ertesi gün ulaştı okuyucusuna. Postacı kapıya geldiğinde, adamın elinde tuttuğu zarfı, önceki gün postaladığı yüzünden anlaşılacak korkusuyla, aceleyle kaptı. Kapıyı kapatıp yırtarcasına açtı kendine yazdığı mektubu. Kâğıdı elinde tutup, yazdığı uzun, upuzun tek sözcükten oluşan mektubu okudu: Lapsus…


Arzu hiç olmamışçasına yokluğa karışmıştı. ‘ şimdilik’ diyen densiz iç sesi duymazdan gelebilirdi. Buna muktedirdi. Şimdilik.


Mey