26 Eylül 2017 Salı

BULVARDA

Adımını dışarı atar atmaz yüzünü yalayan ayazla irkildi. 20:20. Sokak neredeyse boş. Sola, yöneldi, sinemanın yanından geçerken duraksar gibi oldu. Girse, girmek istiyordu. Açtı, filmi başka zaman izleyebilirim diye düşündü. Bulvara çıkan sokağa, Olgunlar’a saptı. Kahvenin yanından geçerken içeri göz attı, tanıdık kimse yoktu. Bu saatte, kim olacaktı ki diye düşündü. Çantasından eldivenlerini çıkarmaya üşendiğinden ellerini ceplerine tıkıştırıp adımlarını hızlandırdı. Sokağın sonuna doğru, açık hava sahafları adını verdiği kısım başlayacaktı ve oradan geçerken, başka geçiş yolu yoktu, tezgâhlarını toparlamakta olan kitapçılar her zamanki soruyla keseceklerdi önünü: aradığınız bir şey var mı? Ne ararsanız bulabilirdiniz o tezgâhlarda. Eski kitaplar, kullanılmış soru bankaları, çok kazandırır umuduyla basılmış ve umudu boşa çıkarmış üç liralık çoksatarlar, fotokopi yabancı dil ders kitapları ve elbette korsan basımlar. Aradığım bir şey yok manasında sallayacaktı başını her bir tezgâhın önünden geçerken. İnsan bir kitabı aramaz, bulur demeyecekti ama her seferinde aklından geçirdiği halde. Opera Meydanı’ndan 20:30’da hareket eden otobüsün durağa erken gelmiş olma olasılığını tartacak ve adımlarını hızlandıracaktı. Sahafları geçer geçmez, bulvara çıkmadan az önce yine tenhalaştı sokak. Sokaklarını erken terk etmek alışkanlığındaydı şehrin insanları. Herkes evine koşuyordu ilk akşamdan. Memnun ol buna, diye düşündü. Memnundu. Soğuktan buz kesen kulaklarını paltosunun yakasına saklamaya çalışarak bulvara çıktı.

Bulvar sokağa oranla daha hareketliydi. Bir ucu Ulus, diğer ucu Kavaklıdere’ye uzanan uzun caddenin aşağı yukarı ortasındaki Bakanlıklar’dan çıkmıştı bulvara. Caddenin karşısındaki durağa geçebilmek için üst geçidi kullanacaktı, içi bulandı. Kentlilerin tüp geçit dedikleri köprüye doğru yürüdü. Merdivenleri tırmanırken, az sonra gireceği tüpün kötü kokusu burnuna ulaşmıştı bile. Çabuk çabuk geçti tüpü, açık havaya çıkar çıkmaz tuttuğu soluğu bıraktı. Durağa baktı uzaktan, boştu. Otobüsün bu kadar çabuk gelmiş olması olası gelmedi, rahatladı. Asıl rahatlama, otobüsü beklerken gövdesine sırtını yaslayıp sigarasını tüttüreceği çınarın etrafında kimselerin olmadığını görmesiyle geldi. Şimdi beni kucaklayacak sevinciyle yürüdü ağaca doğru. Yapraklarını çoktan dökmüş yaşlı ağacın kuru dalları hafifçe titriyormuş gibi geldi, gülümsedi.  Akşamların ıssızlığında onunla içinden ve içten konuştuğundan kimseye bahsetmemişti. Ağaca yaklaştı, elini cebinden çıkarıp geniş gövdesine değdi usulca. Işıklandırılmış caddeye düşen gölgesine baktı ağacın. Cebinden sigarasını, ateşi çıkarıp yerleşti yerine. Saatine baktı, daha var diye düşündü. Sigarayı yaktı, caddenin uzak köşesine, otobüsün geleceği yöne baktı. İçine aldığı dumanı savurdu ileri doğru. Anlatmaya başladı.
Bu cadde, dedi ağaca. Bu cadde sınıfsal çeşnisiyle seni de düşündürmüyor mu? Ağaç sessiz kaldı bizce. Umursamadı. Düşün, dedi. Opera’dan bu yana ve bu yandan Kavaklıdere’ye dek uzanan o meşhur tabakalaşmayı göreceksin sen de. Operadan çıktın Kızılay’a dek piramidin en alt kısmından geçerek yürüyeceksin. Kızılay’dan Bakanlıklar’a geçerken ortalamanın havası saracak seni. Ve ardından tam buradan yukarı doğru yürüdüğünde, kaldırım taşlarından caddenin iki yanına sıralanmış mağazalara, o mağazaların vitrinlerine, o vitrinlerde sergilenen türlü nesnenin etiketine kadar üst kısımda olduğunu hatırlatacak her şey. Sustu. Bir sigara daha istedi canı. İtiraz bekliyormuş gibi ağaca dikip gözünü, paketi çıkardı cebinden. İçinden çektiği sigarayı dudaklarının arasına yerleştirip paketi çantasına attı bu kez. Çakmak yanmakta direndi önce, sinirlenecek gibi oldu buna. Nihayet sigara yandığında sırtını yasladı yeniden ağacın gövdesine. Başını kaldırıp yükseklerdeki ince dallara baktı. Yakında bahar gelecek diye haber verdi. Yeşilleneceksin, yaprakların olduğundan heybetli görünmene neden olacak. Gün gün güzelleşeceksin ve şu caddenin eşitsiz salınışı umurunda olmayacak, dedi. Canı kavga istiyor gibiydi, söylenmeyi sürdürdü. Dakikalardır sessizliğini sürdürmekte olan ağaca ters ters bakıyordu bir yandan da. Sonra utandı yaptığına, sustu. Caddenin iki yanında uzanan tüm çınarlardan utandı. Öyle ya, dedi. Nasıl da düşünememişti. Upuzun bulvar boyunca eşitliği sağlayan tek şey çınar ağaçlarıydı. Caddenin iki yanına sıralanmış bu yaşlı çınarlar tüm bulvarı kucaklıyor gibiydiler. Sevindi bu kavrayışa ve sigarasını bitmeden söndürerek gönlünü almaya çalıştı ağacının. Bu sırada beklediği otobüs durağa yanaşıyordu. Gövdesini okşayarak veda etti ağacına ve otobüse doğru yöneldi. Biletini basarken otobüsün geniş camından son kez baktı, bu esnada ağacın komşu çınara dönüp, aşk öyküleri yazmayı bıraktığından beri böyle bu, üzülüyorum haline dediğini duymadı.


Melek Ekim Yıldız ( Mey )