30 Ağustos 2013 Cuma

Hayat, Saksağanlar ve Şapşal Kediler Üzerine Kısa Bir not...

Sabah oluyor. Saksağanlar kötü seslerine aldırmadan, hınzırca ötmeye başladılar. İnsanlardan çok, sürekli dalga geçtikleri kedicikleri uyandırma amaçlı bir ötüş sanki bu. Birçok kedinin bu oyuncu ve hınzır kuşlar tarafından delirtildiğini bizzat izlemiş biri olarak, kuşun sesinin bende de benzer bir kötücül yaramazlığı uyandırdığını gizlemeyeceğim.


Henüz uyumadım. Biraz önce tek solukta okuyup bitirdiğim romana dair düşünceler zihnimde henüz yerlerini bulmamışken, gözlerimdeki yanmaya karşın bu saatten sonra yatağa gitmenin anlamsız olduğunu söylüyorum kendime. Çünkü yarım saat içinde uyanmış olmalıyım.

Romana başlarken sonucun tam da bu olacağını biliyordum elbette. Yine de kendimi, “uyumadan önce birkaç sayfa” diyerek kandırma girişiminde bulunduğumu saklayamayacağım. İnsanın en kolay kandırabildiği kişinin yine kendisi olması ironi aslında. İnsan kendine kanmaya gönüllü bir hayvandır. Bu yüzden en aleni, en saçma yalanları kendimize söyleriz. İnanmaya bunca hazır bir varlık dolanıyorken ortalık yerde, yalanı boşa harcamanın anlamı kalmazdı yoksa.


Hayatla aramızdaki ilişkinin; hınzır saksağanla onun her oyununa kanmaya hazır şapşal kedinin ilişkisine benzediğinin farkındayım aslında. Hayat hınzır ve ben şapşal. İyi bir seyirlik bu. İzledim oradan biliyorum. Saksağanın kediye ettiklerinin trajikomikliğini bildiğimden olsa gerek, sürekli gülümsüyorum olan bitene.

Ve içimde hep o umut. Bir gün şapşal kedi, hınzır saksağanı yakalayacak. Aptalca mı? eee, baştan söyledik ya, kedi o. Şapşal bir kedi.

Mey