19 Şubat 2016 Cuma

Tümlenme…

Girmek zorunda olduğu binaya yöneldiğinde, zihninin geride bıraktığı o an’a kilitlenmiş olduğunu biliyor. Geride kalmış bir zihinle, önündeki dakikaları nasıl geçireceği ise bilmediği şey o anda.  Son dönemde bunun, yani bir an’a önce gözlerinin ardından zihninin takılı kalmasının, sıklaşmaya başlamasının ardındaki nedeni – nedensizliğin kabulü bir seçenek olmadığından -  arayacak hali yok. Bireysel bir hüzünden kaynaklanmadığından emin çokça yaşanmaya başlanan durumun. Daha çok “ insan “ kavramı içinde ama onu çevreleyerek gelişen ve yayılan bir ağırlaşma belki. Henüz başka birinde gözlemlemediyse de benzer bir durumu – hoş dışardan görülmesi ya da fark edilmesinin güç olduğunun ayrımında – yalnız olmadığını seziyor. İsteksiz adımlarının yavaşlığına gülecek gibi oluyor, metala değen o ince dal parçasına bakmanın, bakakalmanın; hatta bakakaldığı o an’ın yarattığı kopuş duygusunun verdiği huzuru anımsıyor. Anlatabilse ve az akıllı biri olsa karşısında, yaşadığının bir tür zihinsel kaçış olduğu yorumuyla karşılaşabileceğinin farkında. Ancak bunun yeterli bir açıklama olmadığını fısıldıyor içinden bir ses. Kaçışı da – belki – kapsayan, kaçışı aşıp giden, bildiği tüm mantıksal temellendirmelerin az daha ötesinde bir şeyi yaşamakta olduğunu anlıyor. Anladığının – henüz – anlamsız olması ise kafa karıştırıcı elbette.

Dal ve metal örneğin. Değil düşünmeye, soluk almaya bile izin vermeyen bir yoğunluğun arasına sıkıştırılmış on dakikalık çay ve sigara molası için çıktığı binanın karşısındaki apartmanın demirlerine yaslandığında tek arzusu biraz sessizlikti. Hava soğuk değildi ve ılık sayılabilecek hafif bir esinti vardı. Sırtını az önce çıktığı binaya döndü, görmemek ve görünmemek için. Sığındığı duvar dibini çevreleyen metalin rengine kaydı gözü ilkin ve demirin renginin solgunluğu bir an için hüzünlendirdi onu. Derken yaprağını epeyce önce yitirmiş, çıplaklığını ortadan kaldıracak mevsimin çıkıp gelmesine henüz çok zaman olan o cılız dalın temasına kaydı gözü. Esintinin ritim verdiği periyodik dokunuşlar. Yumuşak, ses vermeyen, inatçı küçük temasın yinelenmesine bakarken, büyü desek küçümseyici bir tebessümle cevap vereceği bir kopuş hissetti. Kütlesinden kurtulmuş da süzülüyormuş, bir şarkının ağır notalarının esrikliğiyle gözleri kendiliğinden kapanıvermiş, metafizik anlamıyla bir ruhu varmış da, o ruh kendisini ve bedenini ağırlaştıran her şeyden sıyrılmayı başarıvermiş, dalı birkaç santim uzaklaştırıp ardından tekrar temasa iten rüzgâra tapınma arzusu veren bir iman duygusuyla doluvermiş gibi. Sona ermesin dileği ağzının içinde dolanıp duruyor, sese dönüştü dönüşecek. An’ı uzatmak için her şeyi yapabilir, bunu görüyor kendinde. Unutuşun içinde kayboluş. Kayboluşun içinde unutuş. An’la sınırlı olduğunu bal gibi bildiği bir arınış. Kendisine canavar düdüğü gibi gelen o metalik sesin canhıraş çınlamasıyla az sonra kopacak sımsıkı bağlandığından. Şimdi bunu düşünemez, bir an sonra olacakla, hali hazırda olan’ı bozamaz. İçeri girmesi gerektiğini haber verecek sesi beklentisinden sıyrılıp içinde olduğunun içine olabildiğince girmesine izin veriyor.

Kopuştan kopuş gerçekleşip de binaya doğru yürümeye başladığında birkaç haftadır, farklı durumlarda ve tamamen alakasız nesneler aracılığıyla yinelenen yaşantısının, nedenselliğe sıkı sıkıya bağlı zihnini allak bullak edişinden haince bir keyif duyduğunu saklamıyor kendinden. Belediye işçilerinin gözünden nasılsa kaçmış, kurumuş bir yaprağın önünden usulca sürüklenişi, başını yasladığı otomobil camına yağmur damlalarının usulca düşüşü, çayın buharının havaya karışıp az önce bir şeyken ardından hiç oluşu ve şimdi de şu cılız dalın metale dokunuşu. Özü varoluşundan önce varlıklar’a bakmanın verdiği o tümlenme duygusu. Kendi özünü teslim alan, aldığını dışındaki varlıklarla yoğurup tekrar geri veren bir oluş hali.

Binanın kapısından girerken, kendiliğindenliğine müdahale edemeyeceğini bildiği bu şeye – neydiyse artık o şey – ihtiyacı olduğunu düşünüyor.  Maratonuna kaldığı yerden devam etmek için merdivenin basamaklarını tırmanmaya başlıyor ardından. Yoksa nasıl dayanırım dayanmaya, diye mırıldandığını kuruyorum ben de tam o esnada.

Mey