14 Ocak 2015 Çarşamba

Biri… / Farkındalık…

Kendinin farkına varması için onların gelmesi gerekmişti demek. Öncesine dair hiçliğin başka anlamı olamazdı. Gelmişlerdi ve o var olmuştu. Henüz ‘Biri’ olmadığı bir zamandı.

Sesle başladı diye düşünüyor Biri. Birdenbire olmuşluğuna ilişkin ilk anısı sesti. Çekilen, kaldırılan itilen gürültüyle yere bırakılan eşyaların dehşet verici sesiyle varlık bulmuştu. Ne? Evren, o gürültüsüyle aklını başından alan sokak, bu ev, şu içinde uyandığı – doğduğu belki – çatı arasının karanlığı. Sonra diğer sesler. Alçak, yüksek tonlu konuşmalar, gülüşmeler, kiminde öfkeli atışmalar ve bir de o tüylü yaratığın çıkardığı, dilini çözemediği o ses. İşitebilmenin henüz bir haz olmadığı o ilk seferde, üstüne abanan ve çokluk içeren bir korkuydu hissettiği. Derken alıştı. Her seferinde – işitmek, görmek, kokuyu almak, havadaki gerilim veya neşeyi oluşunun her zerresinde duyumsamak; bunların hepsine -  az az alıştı. Nereden ve nasıl geldim buraya sorusu için acelesi yoksa da, merak da kısa sürede peyda olmaya başlamıştı.

Belki de yanlarında getirmişlerdir beni, fikri; bir cevap arayışının aceleye getirilmiş, dayanaksız ve hemen çürütülebilir bir sonucuydu. Öyle olsaydı, orada olduğunu bilirlerdi, düşüncesiyle hemen vazgeçti, başından beri onlara ait olduğu umudundan. Bu çatı arasının daimi bir nesnesi olabileceğini düşünmemek için bir neden yoktuysa da, sıcaklık hissetmediği bir çözüm olarak geriye ittiği bir seçenekti. Belki cevap onlardaydı ama bunu sorabilecek durumda olmadığı gibi, onlar tarafından fark edilmemişliğinin ayanlığına içerlediğinden bu düşünceyi de gerilere itmeyi tercih ediyordu. Derken tüylü yaratık – kedidir olsa olsa – Biri’nin içerisini yine Biri’nin dışarısından ayıran kapının önünde fazlaca zaman geçirmeye; Biri’ne ürkünç gelen yeşillikteki gözlerini o kapıya uzun uzun dikmeye başladı. Bir kapının önü ve hemen ardını saran huzursuzlukla uzun saatler harcamaya başladılar tüylü yaratıkla. Giderek diğerlerinin – kadının ve çocuğun – evde olmadıkları uzun saatlerin tek eğlencesine dönüşen bu kapı önü / arkası duruşlarını sever gibi oldular. Tüylü yaratığın – kedi diyelim artık ona – ısrarla kapının önünde nöbetteki bir asker gibi durmaları ilkin çocuğun dikkatini çekti. Ne var kızım orada, diye sordu hayvanın başını okşayarak. Yoksa fare mi, diye sorarken akla düşen bu olasılığın kendini huzursuz ettiğini belli eder bir tını vardı sesinde. Fare olabilir miyim acaba, sorusu böyle düştü Biri’nin aklına.

Ama hikâyenin başlangıcı bu an da değildi…

( sürmeyi sürdürecek)


Mey