20 Aralık 2014 Cumartesi

Burası… / Orası…

Kazıyordu. İçerdeki seslenene dek, kaç zamandır kazımakta olduğunu düşünmedi. Saate bakmak aklına gelmedi. Yalnızca kazıdı; usul, dikkatli ve hiç olmadığı kadar azimliydi. Burası, diye düşünüyordu. Burası’nın katlanır yanı kalmadı ve oralarda bir yerde bir ‘Orası’ olduğunu biliyordu. Bulana kadar, diye söz vermişti kendine. Buluncaya kadar kazımaya devam. Çocuğun sesi daha güçlüydü bu kez. Çağrısında titreşen sabırsızlığı fark etti. Gülümsedi elinde olmadan. Ardından ona henüz ‘orası’ndan söz etmediğini anımsadı, hoş ‘ burası’nın da farkında olmadığını biliyordu.  Nasıl anlatırım, sorusuyla endişe belirginleşti. Bir yolunu bulacaktı elbet. Anlatırım, diye düşündü. Önce kazımaya devam etmeliyim. Elindeki işi gönülsüzce bıraktı.

Yemek, çocuğun hikâyeleri, soruları, yeni yeni görmeye başladığı ama anlamını çözme arzusunun henüz baş göstermediği ‘ burası’na ilişkin sorularıyla süslüydü. Aklı yarım bıraktığı işte, çocuğa eşlik etti. Anlattığı hikâyelere güldü, sorularına temkinli cevaplar verdi. Çocuk sordukça, daha hızlı kazımalıyım, diye düşündü. Yarın akşam kaçta döneceksin eve, sorusuyla kendini yarın’da buldu.

Planladığım kadar kazıyamamıştım hayıflanmasıyla çıktı yer altından. Soğuğa eklenmiş pusla irkildi. Eller hemen cebe girdi. Tüm gece çalışmaktan bitap düşmüşlüklerine acıyacak gibi oldu bir an, sonra çevresine bakınıp ‘ burası’nın üzerine abanmaya hazırlandığını sezdiğinde unuttu merhameti ve hızlıca yürümeye başladı. Yüksel caddesini geçip Konur’a döndü. Birkaç saat sonra görülmemiş bir insan ırmağının sokak boyunca gidip geleceğini düşününce, sabahki sakinliğini sevecek gibi oldu. Oyalanma, diye uyardı kendini.  Yüzünü kesen soğuğa çare yoktu ama çantasındaki eldivenler elleri için çözüm olabilirdi. Üşendi, ceplerinin sıcaklığıyla yetineceklerdi. Sokağın, Meşrutiyet çıkışına yaklaşınca, kimsenin kullanmadığı üst geçidin merdivenlerine beyaz boyayla – soluklaşmaya başlamıştı boyanın rengi –yazılmış o harfleri gördü: S O M A… ‘ Burası’ işte, diye mırıldandı dişlerinin arasından.  Daha çok, daha hızlı kazımalıyım, bir saptamadan çok kararının pekişmesiydi. ‘ Orası’nda başka S O M A’ların olmadığını nereden biliyorsun, şüphesine geçit vermedi. Olmadığını biliyordu. Hep on dokuz yaşında bırakılmış çocukların olmadığından da emindi; ekmek almaya gidenlerin evlerine güvenle döneceklerinden de. Aksi halde, böyle kazımanın bir anlamı olmazdı, diye altını çizdi inancının. Üst geçit görünmez oldu. Artık caddedeydi. Yürümeyi sürdürdü. Belediye işçilerinin geceden kalan pisliği temizler gibi yapmakta olduklarını fark etti. Onlar da biliyorlar işte, diye vurguladı. Burası’nın temizlenebilir bir yanı kalmadığını. Yeterince derin kazıyabilirsem belki hepimizi… Susturdu zihnini. Dur bakalım, diye çıkıştı. Önce ‘orası’nı mümkün kıl.

Akşamı beklemeye karar vermişti ya, duramadı. Bulduğu her boşlukta sürdürdü ellerini çalıştırmayı. ‘ Burası’na tiksintisini bastıramadığı anların kazımayı yavaşlattığını fark ettiğinde panik geldi gitti. ‘ Orası’nı düşünmeye zorladı kendini sık sık. Görünürlüğün söylediğinin – ne söylenirse söylensin – bağıra çağıra söylenmesine bağlı olmadığından emindi her şeyden önce. Sözde otorite reddedişlerin kendisini bir otoriteye dönüştürme çabasına girişmesinin de ayıp karşılanacağına inanıyordu ‘orası’nda; mütemadiyen eleştiriden söz edenlerin özeleştiri mekanizmasını görmezden gelişlerinin de. Söylemeye değil eylemeye bakılırdı elbette. Özür istemez ama af dilemeyi bilirdi insan olmanın bilgeliğine ermiş olanlar. “ Kendini bil! “ değil, “ kendin bil!” yerleştirilirdi ‘orası’nda olmanın temellerine. Kurdukça rahatladı. Mümkündü ve henüz ulaşamadığı bir yerdeydi. Ama bulacaktı.

Hep aynı sabaha uyanmak üzere gözlerin yumulduğu gecelerin rüyalarını reddetmek önemliydi kazırken ve anlatmaya çalışmanın nafileliğine inanç. Anlatma çabasından vazgeç, kırılan güvene hayıflanmayı bir yana it, kâğıt üzeri dostluk iddialarına kulak tıka. Yalnızca kazı. Kazı çünkü ‘ burası’ sana göre değil, hiç olmadı. Söz dinle, diye sıkı sıkı tembihlemişti kendini;  uysallığı ve itaati getirenin bütün o,  yaşanmışlık ve yaşanmamışlıkların eksiği- fazlası derken kendisini soluk alamaz hale getirmişliği olduğunun üç aşağı beş yukarı sezmekteydi. Kazıma eylemi dışında gerçek bir oluş’un mümkün olmadığının bilgisine ereli çok oluyordu.

Kazıyor. ‘ Burası ‘ olmayan bir ‘orası ‘ fikrine tutunmuş; gevezelik görüntüsü verdiği bir suskuyla ve gidiş’i mümkün kılacak öteberiyi ceplerine doldura boşalta kazıyor. Elleri dursa zihni durmuyor. Kazımadıkça çirkinleşen ‘burası’nı yok kılmak için kazıyor. Bulana dek. ‘ Orası’nı…



Mey