Kazıyordu. İçerdeki seslenene dek, kaç zamandır kazımakta
olduğunu düşünmedi. Saate bakmak aklına gelmedi. Yalnızca kazıdı; usul, dikkatli
ve hiç olmadığı kadar azimliydi. Burası, diye düşünüyordu. Burası’nın katlanır
yanı kalmadı ve oralarda bir yerde bir ‘Orası’ olduğunu biliyordu. Bulana kadar,
diye söz vermişti kendine. Buluncaya kadar kazımaya devam. Çocuğun sesi daha
güçlüydü bu kez. Çağrısında titreşen sabırsızlığı fark etti. Gülümsedi elinde
olmadan. Ardından ona henüz ‘orası’ndan söz etmediğini anımsadı, hoş ‘ burası’nın
da farkında olmadığını biliyordu. Nasıl anlatırım,
sorusuyla endişe belirginleşti. Bir yolunu bulacaktı elbet. Anlatırım, diye
düşündü. Önce kazımaya devam etmeliyim. Elindeki işi gönülsüzce bıraktı.
Yemek, çocuğun hikâyeleri,
soruları, yeni yeni görmeye başladığı ama anlamını çözme arzusunun henüz baş
göstermediği ‘ burası’na ilişkin sorularıyla süslüydü. Aklı yarım bıraktığı
işte, çocuğa eşlik etti. Anlattığı hikâyelere güldü, sorularına temkinli cevaplar
verdi. Çocuk sordukça, daha hızlı kazımalıyım, diye düşündü. Yarın akşam kaçta
döneceksin eve, sorusuyla kendini yarın’da buldu.
Planladığım kadar kazıyamamıştım hayıflanmasıyla çıktı yer
altından. Soğuğa eklenmiş pusla irkildi. Eller hemen cebe girdi. Tüm gece
çalışmaktan bitap düşmüşlüklerine acıyacak gibi oldu bir an, sonra çevresine
bakınıp ‘ burası’nın üzerine abanmaya hazırlandığını sezdiğinde unuttu
merhameti ve hızlıca yürümeye başladı. Yüksel caddesini geçip Konur’a döndü.
Birkaç saat sonra görülmemiş bir insan ırmağının sokak boyunca gidip geleceğini
düşününce, sabahki sakinliğini sevecek gibi oldu. Oyalanma, diye uyardı
kendini. Yüzünü kesen soğuğa çare yoktu
ama çantasındaki eldivenler elleri için çözüm olabilirdi. Üşendi, ceplerinin
sıcaklığıyla yetineceklerdi. Sokağın, Meşrutiyet çıkışına yaklaşınca, kimsenin
kullanmadığı üst geçidin merdivenlerine beyaz boyayla – soluklaşmaya başlamıştı
boyanın rengi –yazılmış o harfleri gördü: S O M A… ‘ Burası’ işte, diye
mırıldandı dişlerinin arasından. Daha çok,
daha hızlı kazımalıyım, bir saptamadan çok kararının pekişmesiydi. ‘ Orası’nda başka
S O M A’ların olmadığını nereden biliyorsun, şüphesine geçit vermedi.
Olmadığını biliyordu. Hep on dokuz yaşında bırakılmış çocukların olmadığından
da emindi; ekmek almaya gidenlerin evlerine güvenle döneceklerinden de. Aksi halde,
böyle kazımanın bir anlamı olmazdı, diye altını çizdi inancının. Üst geçit
görünmez oldu. Artık caddedeydi. Yürümeyi sürdürdü. Belediye işçilerinin geceden
kalan pisliği temizler gibi yapmakta olduklarını fark etti. Onlar da biliyorlar
işte, diye vurguladı. Burası’nın temizlenebilir bir yanı kalmadığını. Yeterince
derin kazıyabilirsem belki hepimizi… Susturdu zihnini. Dur bakalım, diye
çıkıştı. Önce ‘orası’nı mümkün kıl.
Akşamı beklemeye karar vermişti ya, duramadı. Bulduğu her
boşlukta sürdürdü ellerini çalıştırmayı. ‘ Burası’na tiksintisini bastıramadığı
anların kazımayı yavaşlattığını fark ettiğinde panik geldi gitti. ‘ Orası’nı
düşünmeye zorladı kendini sık sık. Görünürlüğün söylediğinin – ne söylenirse
söylensin – bağıra çağıra söylenmesine bağlı olmadığından emindi her şeyden önce.
Sözde otorite reddedişlerin kendisini bir otoriteye dönüştürme çabasına
girişmesinin de ayıp karşılanacağına inanıyordu ‘orası’nda; mütemadiyen
eleştiriden söz edenlerin özeleştiri mekanizmasını görmezden gelişlerinin de. Söylemeye
değil eylemeye bakılırdı elbette. Özür istemez ama af dilemeyi bilirdi insan
olmanın bilgeliğine ermiş olanlar. “ Kendini bil! “ değil, “ kendin bil!”
yerleştirilirdi ‘orası’nda olmanın temellerine. Kurdukça rahatladı. Mümkündü ve
henüz ulaşamadığı bir yerdeydi. Ama bulacaktı.
Hep aynı sabaha uyanmak üzere gözlerin yumulduğu gecelerin
rüyalarını reddetmek önemliydi kazırken ve anlatmaya çalışmanın nafileliğine
inanç. Anlatma çabasından vazgeç, kırılan güvene hayıflanmayı bir yana it, kâğıt
üzeri dostluk iddialarına kulak tıka. Yalnızca kazı. Kazı çünkü ‘ burası’ sana
göre değil, hiç olmadı. Söz dinle, diye sıkı sıkı tembihlemişti kendini; uysallığı ve itaati getirenin bütün o, yaşanmışlık ve yaşanmamışlıkların eksiği-
fazlası derken kendisini soluk alamaz hale getirmişliği olduğunun üç aşağı beş
yukarı sezmekteydi. Kazıma eylemi dışında gerçek bir oluş’un mümkün olmadığının
bilgisine ereli çok oluyordu.
Kazıyor. ‘ Burası ‘ olmayan bir ‘orası ‘ fikrine tutunmuş;
gevezelik görüntüsü verdiği bir suskuyla ve gidiş’i mümkün kılacak öteberiyi
ceplerine doldura boşalta kazıyor. Elleri dursa zihni durmuyor. Kazımadıkça çirkinleşen
‘burası’nı yok kılmak için kazıyor. Bulana dek. ‘ Orası’nı…
Mey