28 Temmuz 2014 Pazartesi

Hikâyenin Tıkırtısı…

Karanlık bir sokakta, kendisini de taşıdığı ayakların sahibini de henüz göremediğimiz bir ayakkabının tıkırdayan sesiyle - yeniden - başlayacaktı hikâye. Vakit epeyce geç olacaktı; o saatte uyumamış olmaya ilişkin, her uyanığın kendine göre bir nedeni olacaktı. Sen içerinin sıcağından, rutubetin yarı ıslak kıldığı çarşaflardan kaçıp balkona atmış olacaktın kendini.  Ben huzursuz bir rüyayı neden gösterecektim, tıkırdayan ayakkabının sahibi ise, sokağı acelesiz adımlarla geçişiyle hikâyeyi mümkün kılmak için orada olacaktı.

Gece ilerlemiş olacaktı; hava rahatsız edici ölçüde sıcak ve nemliydi. Yapış yapış olmuş tenime dokunmaktan kendini alamayıp, ılıkça bir duşun kısa süreli rahatlamasına başvurup başvurmamayı düşünürken işitecektim sokağın henüz görünmeyen kısmından gelen ayak sesini.  Sen defalarca okuduğun o öyküyü elinde tutmuş ve öykünün canını en çok sıkan cümlesinde takılmış olacaktın ayak sesiyle irkildiğinde. İstemsizce uzatacaktık başlarımızı sokağın beklenmedik gürültüsüne doğru. Sessizleşmiş sokağın olduğundan daha işitilir kıldığı topuk sesine şaşırmışlığımızın saatle, sıcakla, gecenin karanlığıyla ilgili olduğunu düşünecek okuru hesaba katmadan, belli belirsiz bir  - tüm bekleyenlerin sotada tuttuğu – heyecanın peyda olduğunu fark edecektik biraz da şaşırarak. Şaşkınlığımızın bekleyişimizi kendimizden gizlemede çok başarılı olduğumuza inançtan geldiğini ise çok sonra düşünebilecektik.

Ben ‘ saçma’, sen ise ‘ anlık bir zaaf’ ile açıklayacaktın durumu muhtemelen. Boş vermeyi birbirine öğreten insanların en büyük başarısıdır öğretmenini anımsamamayı başarmak. Oysa unutuş kaypaktır, kapı aralığında bekleyen hatırlayışa yer açmaya meyilli bir haindir o. Ama henüz değil. Henüz değil çünkü unutuş, anımsayış ve hüzün meraktan sonra gelir. Nefesimizi tutarak bakacaktık, ayak sesinin yaklaşmakta olduğu yöne doğru. İşitme duyumunun yoldan çıkardığı görme arzusu gecikmiş görüntünün beklentisiyle tetikte olacaktı. Kurguya meyilli zihinlerimiz ise sesi taşıyana dair olabilirlikler üzerine çeşitlemelere başlayacaktı.  Kendisini artık sevmeyen adamın kayıtsız varlığına tahammülsüzlüğünden kendini sokağa dar atmış, uzaklaşabilmenin onarıcılığından medet uman bir kadın getirecektin aklına. Yüksek topuklardan çıktığı çok belli olan sesi işaret ederek dudak bükecekti zihnim ilk kurguna.  Ekmek parasını bacak arasından çıkaran bir kadın fikrimi klişe bulduğunu ima edecekti parmaklarının kalemimden çıkmış bir öyküyü tutuş şekli.  Geç saatlere kadar sürmüş bir eğlencenin dönüşü olasılığına ihtimal vermek istemeyecektik her ikimiz de kalplerimizin olağandışı olanın kurgulanmasına düşkünlüğünden. Olasılıklar arasında gidip gelen zihinlerimizin şiddeti değişmeyen sesin bir türlü görüntüye dönüşmediğini fark etmesi zaman alacaktı. Orada olduğunun, sakin adımlarla yürüdüğünün, bize doğru ilerlediğinin ama bir türlü görünür olmadığının bilincine varışımızla mümkün olacaktı kapı aralığında bekleyen anımsayışın, tıkırtının nedeni olanı önemsiz kılmaya başlaması. Oradaydın ve oradaydım. Yönün bana ve yönüm sana doğruydu.  Birbirimizi yürüdüğümüz yollar kesiyordu önümüzü. Ne sen nettin görüşümde ne de ben seninkinde. Söylenir, sorulur, yanıtlanır olmayan bir hikâyenin tıkırtısına kulak kabartmışlığımızda yok saymaya çalıştıkça kendini var kılmanın yolunu bir şekilde bulan bir hikâyede yan yana gelmiş ve yalnızca orada birbirine yakışan sözcükler gibiydik. Bunları düşünmek canımızı sıkacaktı elbet. Boş sokakta tıkırdayan ayakların sahibini görebilmeyi rahatlamanın tek yolu olarak görecektik. Rahata ermenin ve unutmanın. Sesin geldiği yöne dikilmiş bakışlarımızın buğulandığını söylemek duyuşa haksızlık olacağından aklımızdan bile geçirmeyecektik.

Kalbimizdeki kırıklığa eklenecek bir tıkırtıyı kabullenmeye direnecek, ses vermeden ‘nerede bu’ diyecektik. Nerede bu?

Nihayetinde anlar insan. Nihayetinde anlayacaktık elbette. Sen elinde tuttuğun öyküyü, kalemimden çıkmış o öyküyü avucunun içinde buruşturarak sırtını dönecektin sokağına. Ben ise kendi sokağıma son kez bakıp, ılık bir duşun – geçici de olsa – yok edemeyeceği bir yapışma olmadığını düşünerek banyoya doğru yollanacaktım.
Tıkırtısını sevmiş hikâye ise bildiğini okumayı sürdürecekti…


Mey



                                Emillo Munoz Blanco