8 Ekim 2017 Pazar

Bükülmüş

Gün son soluğunu verecek gibiydi. Göğ’ün kıyısına inen kızıllık, akla ancak serinleyebilmiş bir yaz akşamüstünü getirse de eylülün tam dibiydi. Yerini bulmuş ve yerleşmiş bir oluşun varlığı, yadsınamaz ölçüde hissedilir olmaya başlamıştı. Bir şey yerini bulmuş, yerleşmiş ve hep oradaymış gibi kabullenilmişti. Bir süredir paçama yapışmış olan üzüntü de orada, yerindeydi elbette. O da varlığı kabullenilmiş olduğundan “ bendendir “ denilerek sahiplenilmiş; o ne idüğü  belirsiz ben’e buyur edilmişti. Yazın sıcağını aratan bunaltı hafiflemiş, akşama evirilen gün çekilirken ortalık bir parça serinlediğinden hareket mümkün hale gelmişti. Oturmayı sürdürsem mi, kalkıp biraz dolansam mı yoksa’dan başka sorusu olmayan zihnim, harekete hazır bedenimin hevesini enikonu kaçırmıştı. Masanın üstüne, oturur oturmaz, sigarayla birlikte çıkarılmış kitap, kapağı açılmadan öylece duruyor, bardaktaki çayın yarımlığı, baktıkça, yüreğimi burkuyordu. Ne ağzımın ne zihnimin tadı kaldığını hatırlattım kendime. Cılız bir karşı çıkış; bu böyle gitmez, toparla kendini der gibiydi. Onu susturdum. Kendimde kendime dair hiçbir fikri olmayan o yan, epeydir canımı sıkıyordu. Sahte umut ve neşe pompalamaya çabalayışları, görüntüyü kurtarmaktan başka işe yaramayacak – ona sorsanız epeyce parlak – fikirleriyle tahammül edilmez oluyordu. Sus dedim sus. Pısıverdi.

Gelen geçene bakar, oyalanırım diye düşünmüştüm buraya otururken. Zaman geçer, zamanın geçişini hissetmezsem her şeyin biraz daha yolunda olduğunu düşünebilirim. Oysa zaman damarlarımda dolaşan, dolaşırken sıcağıyla yakan, ateşini nereden aldığını bilmediğim kaynayan bir sıvı nicedir. Uykuda karabasan, bilinç halinde hesaplanabilir bir ağırlık. Zamanla hafifleyeceği iddiası ise eski bir yanılgı. “Zaman Ben’de bir fay veya bir çatlak “ ! Zaman kaybın, kaybedilenin ve kaybetmiş olmanın hatırlatılması. Belleğin gardiyanı biraz da. Zamanın içinde bir şeylerin meydana gelmesi yerine, zamanın kendisi meydana gelir, cümlesini yineleyip aynada kendine dil çıkarmak zamanı düşünmek. Bendeki çatlağı oluşturanın ne olduğunu bilip, onu dolduracak malzemeden yoksun olmanın üzüntüsü paçamda. Yürürken ayağımı sürüyorum ve zaman efendi biliyor bunu. Yalnız o görüyor, gördüğünden biliyor, bildiğinden ateşliyor damarlarımda akanı. Razı geliyorum, ne yapayım?

Akşam aniden inmişti. Sokaktaki kalabalığın azalacağı yoktu. Yerimden kıpırdamayacaktım. Sokağa inmeye, inip tanıdık tanımadık yüzlere bakmaya, bakmasam bakışlarımı yere dikmeye, ellerimi cebime sokmaya, küçük veya büyük adımlar atmaya, bir bakkal bulup bir paket sigara istemeye, caddenin karşısına geçmeye, geçerken gelip geçen araçları kollamaya, ağaçların yaprakların hafif esintiyle titreyişlerini fark etmeye, kendimden uzaklaşıp sonra yine kendime dönmeye mecalsizdim. Bardakta yarım bıraktığım çayı tazelemekten bitap düşmüş garson “ kapatıyoruz” diyene kadar orada oturacak, oturacak ve “ dönen Bir olsaydı işe kendinden ayrılmayarak başlardı “  diyen bir adamın bu dediğini düşünecektim. Doğal bir yanılsama, esasında felsefi bir yanılsamaya dönüşür diye uyaracaktım kendimi. Sonra garson gelip, kapatıyoruz diyecekti. İtirazsız kalkacaktım. Gece ertesi günün “ hızlandırılmış tekrar”ına hazırlanırken eve doğru yürüyecektim.

Paçamda beni yavaşlatan üzüntüm, içimdeki bükülmüşü taşımaktan bitkin yürümüştüm kalabalığı nispeten seyrelmiş sokakta. Ben’deki çatlak genişledikçe genişlemişti o akşam.



Mey