12 Mart 2017 Pazar

Kütüphane Yolunda…

Gecede açılacaktı. Gökyüzü açık olacak; parlayan yıldızlar başını kaldıranı kendine çekecekti. Hafif bir esinti de olsa fena olmaz, diye düşünmüştü. Esenin bir adı olmalı mı, sorusu aklından geçmiş- misal, meltem – kararsız kalmıştı. Ağaçların yeşile vurmuş yapraklarını hafifçe titretse yeterdi. Şu duvarın dibinden acelesine zıt bir hızla süzülen kedi de olmalıydı mutlaka. Cabbar bir tekir muhtemelen. Bekledi. Kurguya yakışır bir gece ha bugün oldu ha yarın derken bir hafta geçti. Umudu kırılır gibi olduysa da umut dibe çektiğinde, onu çoğaltmak gibi kimseye sezdirmediği bir yeteneği vardı. İlla gece olacak diye bir şey yok, fikri yılgınlık kapıda belirmeye başladığında imdat oldu. Güneşli bir öğleden sonra da pekâlâ iş görür dedi.  Geceye ilişkin beklentisinde fazlaca bir şey değiştirmedi, alabildiğine mavi gökyüzü ekleyiverdi listesine. Kedi tekir olmalı’da ısrarcıydı. Esintiden de taviz verecek değildi. Güneş ve mavi. O kadar. Birkaç gün bekleyebilirdi istediği gibi bir öğleden sonrayı. Geceden vazgeçtiği, olabildiğince mavi bir gökyüzüne kendini ikna ettiği anda başlayan yağmurlar, on gün boyunca sürünce inadı tuttu. Yağmur olmaz, dedi. Yağmuru istemiyorum. Çiselese de göğü boşaltmaya niyetlenmiş gibi olsa da gönlüm kapalı yağmurlara. O zaman ne? O zaman, dedi. Masanın başından kalkıyorum. Kalktı. Alelacele giyindi. Çıktı. Ringe bindi, ondan inip yer altı trenine geçti. Treni boş görünce bir an durup oturacak bir yer beğendi. Oturdu. Karşı koltuklarda oturan, emekli olalı epeyce zaman geçmiş gibi görünen iki adama baktı. Memleket meselelerini konuşmaya dalıp gitmiş adamlar bakışlarının farkında olacak gibi değildiler.  Dinleyecek oldu. Memlekete duyduğu ilgiyi kaybedeli epey oluyordu. İnsan bir şeyden umudunu kesti miydi, umudu çabuk tüketene kör bakıyor, hatta bakmıyordu. Adam olmaz hikayeler ne köy ne kasaba olacak ilişkiler, anlamını bulunamayacak kadar derine gizlemiş oluşlar, duvarda sektirilip geri yakalamaya avuç açılan topları andıran duygular. Amaan’lar, boş ver’ler, nereye gideceğim’ler. Adamların alçalıp yükselen seslerinin açık ettiği heyecana baksa, belki, yaşadığı ülkenin gün geçtikçe insanı boğan, saçmaya dönüşmeye meyli ile aklın dengesini yitirmeye yüz tutan olup bitenine tekrar ilgi duyabilirdi. İçten bir aman yükseldi, kalbinden aklına doğru ilerledi. Bu arada trenin geçtiği duraklara dikkat etmediğinin farkına vardı. Nereye gidiyorum, sorusu o an düştü aklına. Düş kırıklığını avutmaya cevabıyla sırıttı. Düş’ün kırılmaya teşneliği aleni. Olmazlığından kırılganlığı. Yabancı, henüz okumadığı kitapların arasında olmak istediğini o anda fark etti. Dost kitabevi? Olmaz. Hem kalabalıktır hem de çok satanlar rafına bakmaya tahammülü yok. Bakma sen de, diyor kendine. Dayanamaz, bakar. Evrensel de olabilir ama orası da küçük, geleni gideni de çok. Mekânsal darlıkta insani çokluk. Yok çekemez. O anda aklına düştü, büyüdüğü sokağın iki yanını kaplayan yaşlı çınarlar ve onların gölgesine gizlenmiş halk kütüphanesi. Kızılay’da iner, oradan Kumrular’a geçerim, diye geçirdi içinden. Şansım varsa akşam üstü çınarları yuva bilmiş birkaç kumrunun ötüşüne denk gelirim. Günlerdir dinmeyen yağmurlara kızgınlığını unutur gibi oldu. İstemediğin kadar kitap, çocukluğunun gizlenme yeri, ilk gençliğinin mabedi. Trenin ineceği istasyona ulaşmak üzere olduğunu haber veren metalik sesi işitince kalkıp kapıya yanaştı. Ayaklarında bir sabırsızlık, içinde bir yöne sahip olmanın ferahlatıcı esintisi. Tıpkı, yazmayı kurduğu gecenin ya da güneşli öğle sonrasının esintisine benziyor. Dışımdaki dünyada eseceği gibi, diye geçirdi içinden. Kapı açılsa fırlayacak, sevinçle sarmalanmış bir enerjiyle olduğu yerde bir iki adım attı. Koşabilir de. Trenin durmasıyla kapının açılması arasında geçen sürenin, bu aniden gelen hareketi kaybetmesine neden olmasından korkmuyor değil. Hadi, hadi. Nihayet tren durdu. Kapı açılır açılmaz atıldı çıkışa. Önce merdivenler. Basamakları ikişer üçer geçecek. Yüzeye çıkmadan bir an için durup Güven Park çıkışını tayin edip, hızla oraya yönelecek. Sonra yine merdivenler. Hareketli olanı es geçip, basamakları tırmanmaya başlayacak. O esna da şarkı da gelmiş olacak. Geceyi beklemeye başladığında gelmişti ilkin. Gece gelmedikçe sinmiş, güneşli öğleden sonra fikriyle canlanır gibi olmuş, yağmurlar dinmedikçe etkisiz bir mırıltıya dönüşmüştü. Şimdi, Güven Park’ın yeşili görünür olur olmaz şarkının nakaratı, mırıltıyı üstünden atıp, ayakların coşkusuna denkleştiriyor kendini. Parkı geçip Kumrular’a döndü. Günün herhangi bir saatinde rastlanabilecek hareketlilikte sokak. Boşaltılan Devlet Mahallesinin beyaza boyalı duvarlarını seçiyor uzaktan. Büyüdüğü ev değil ama. O sokağın sonunda, Necati Bey caddesiyle kesiştiği noktada. Oraya kadar uzansam mı düşüncesi gelip geçti zihninden. Odasının sokağa bakan penceresinin önünden geçme, geçerken şimdi çok uzakta kalmış hatıraları geri çağırma fikri çekici gelmedi. Bir an önce kütüphaneye atmak istiyor kendini. Adnan Ötüken Halk Kütüphanesi. İkinci Dünya savaşı sırasında Almanya’dan ülkeye gelen mimarın- Paul Bonatz – tasarlayıp inşa ettiği binanın ihtişamını anımsadı. Hızlan, dedi şarkıya. Ayakları söz dinledi. Birinci ve ikinci caddeyi hızla geçti. Geçerken eski yarenlerinin- çınarların – gövdelerine dokunmayı ihmal etmedi. Kütüphanenin önüne gelince durdu. Kiremit rengine boyanmış duvarlarına, gün ışığından olabildiğince faydalanmak için kılı kılına hesaplanarak yerleştirilmiş onlarca penceresine baktı. Bahçe kapısını itip giriş kapısına varmasını sağlayacak basamaklara yöneldi. Sokakta akan trafiğin uğultusu o anda azalmış gibiydi. Kapıyı açıp içeri girmek üzereyken dönüp geriye, sokağa baktığında fark etti: Yağmur dinmiş, şimdilik ışığı zayıf sayılabilecek güneş yüzünü göstermişti. Kütüphanenin bahçesindeki ıhlamurun yaprakları, üstlerinde birikmiş çiğ taneciklerini bırakırken yağmurdan arta kalmış esintiyle hafifçe titriyorlardı. Şarkının keyfine diyecek yoktu…


Mey