16 Mart 2017 Perşembe

“ Başkasının İzi “

                                       “ Sevmek, yabancıya açılan kapı önünde yetersiz kalmaktır. “

Bakındı. Göremeyince ters giden bir şeylerin varlığını düşünmek kaçınılmaz oldu. Ne olmuş olabilir? Merak gelip içine oturdu. Bu, güne ilişkin planlarının suya düşmesi demekti. Çünkü merak, işgalcidir; kendisi dışındakinin hüküm sürmesine izin vermez. Kime sorabilirim? Bir iki isim düşündü. Aklı yatmadı hiçbirine. Kimseye malzeme vermenin alemi yok, dedi. Sorup soruşturmadan anlamanın yolu varsa, onu bulup çıkarması gerekiyordu.

Geçmişe uzanacak gibi oldu; faydasız yolculuklardan yorgunluğu düştü aklına. Tam zamanında. Yakasını geçmişe kaptırmak işten değildi, biliyordu. Zihnin şimdiden kopmaya meyli bir yana; geçmişin benzersiz ve yinelenmez hazzının tadı – ne denli bastırmaya çabalasa da – çok canlı. Bunlara bulaşma şimdi diye uyardı kendini. Usluluğuna şaşacak gibi oldu. Sonra merakın gücünü anımsadı. Tam o anda olup biteni anlama arzusu, geçmişe zihinsel yolculuktan çekici gelmiş olmalıydı.

Bilmenin ilk adımı varsaymaktan geçiyordu. Olana dair varsayımlar üretir; ardından, ürettiğinin gerçeklikle uygunluğunu test ederdin. Birden fazla varsayıma sahip olmak yeğdi. Yanlışladığını temizlerdin zihninden ve sağlam adımlarla muhtemel doğruya ilerlerdin. Merakı dizginlemenin yolu buydu. O, bir sakinlesin nasılsa doyurmanın yolu da bulunurdu.

Merakın gerisinde yatan duyguya dokunma niyeti yoktu. O kadar cesur değilsin, diye mırıldandı. Aynı gün içinde ikinci uyarısı kendine. Gereksiz değil hiç değilse. Bu yüzden kabullenebilir.

Merakın gerisindekine bulaşmıyoruz; varsayımlarımızı oluşturuyor, tutarsızlığa düşmeden anlamayı mümkün kılacak bir yol haritası oluşturuyoruz.

Peki sonra?

Anlamakla yetinip yetinmeyeceği sorunu yüzleşmeyi tercih etmeyeceği bir mesele şu noktada. İleri gidebilir miyim? Gider. Biliyor kendini. Sonucu veya sonuçları hesaba katmadan koşar adım üstelik. Durdurmalı mı kendini?

Durmak, durmaya çalışmak kendini koruma altına alma güdüsünün dışavurumu.  Söz dinlerliği içini parçalıyor. Kalkıp çay koyuyor.  Etrafına bakıp, kendine iş yaratmaya çalışıyor. Kısa sürüyor evdeki dağınıklığı toparlamak. O arada çay demleniyor. Okusa ya da zamanı meşgul edecek bir dizi izlese. İnanmasa da işe yarayacağına, deneyecek. Okurken, okuduğunu aşıp düşüncenin istenmeyen kıyılarına geçmek mümkün. Bile bile alıyor kitabı eline. Beş, bilemedin on dakika sonra pes edecek. Ekranda oynayan dizi kendiliğinden ulaşacak bölüm sonuna. Elimden geleni yaptım diyecek nihayetinde. Durabilsem, dururdum.

Merak durulmadı bu sırada oysa. Kendini azdırmaya, azdırıp büyültmeye yeteneği çok. Açım, çok aç der gibi itekliyor zihnini. İnsanın teslimiyetten utanmayacağı durumlar var, farkında bunun. Mücadelenin sonuç vermeyeceği bilgisinden değil teslimiyet, arzunun saflığından. Pür istek teslim alır. Şiddetiyle sarmalar ve zorlar. Arzunun nesnesi önemsizleşir, seni düşüreceği durumlar tehlikesiz görünür, nasılsa ayakta kalırım güvenini körükler ve tırmanışı kolay kılar.

Çayın altını kapattı. Uzanmalı diye düşündü. Mekâna dikey durmak fazladan güç gerektiriyor çünkü. Gidip kanepeye uzanıyor. Varsayımları bir bir geçiriyor aklından. Her biri bunca güçlü ve kötümser olmak durumunda mı, sorusu aklında yetersizliğine yanıyor içten içe. Gözlerine inen uykuyu pes ediş diye yorumlamıyor bir yandan. İzin veriyor uykunun arzusuna rüyadan medet umduğundan.

Kapı önünde. Kapı geçitsiz, yetmeyiş tanıdık. En azından sevebiliyor. Eli, başkasının bıraktığı o izin üstünde bunu geçiriyor içinden. En azından sevebiliyorum. Bir süre uyanmasam da olur, diyor diğer tarafına dönerken. Kapı önünde. Hala…

Mey